Mesleki Eğitim Merkezi:

Çocuk emeği sömürüsünün yasal kılıfı

Mesleki Eğitim Merkezi’nde okuyan bir öğrenci, 4 yıl boyunca 4 gün işe, yalnızca 1 gün okula gitmektedir. 4 yıl boyunca çalıştığı işyerinde normal bir işçiden farksız çalışan gençlere maaş olarak ise yalnızca asgari ücretin %30’u reva görülmektedir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Ekim 2021
  • 22:30

Geçtiğimiz hafta Meclis Genel Kurulu’ndan geçen vergi paketinde, patronlara teşvik olarak, meslek eğitimi öğrencilerinin ücretinin tamamen devlet tarafından karşılanması şeklinde bir düzenleme olacağı söyleniyordu. Pakette yer almayan düzenlemeyle ilgili açıklama Erdoğan’dan geldi.

AKP şefi, “Mesleki eğitimde 1000 okul 50 Ar-Ge Merkezi’nin Açılış Töreni”nde yaptığı konuşmada, bu düzenlemeye değinmeden önce, yine yalanlara takla attırdı. Pandemi sürecinde eğitimde yaşanan fırsat eşitsizliği ve eğitimin daha da niteliksiz hale getirildiği gerçeği orta yerde duruyorken, Erdoğan bir kez daha eğitimde “olumlu gelişmeler”den dem vurdu.

Sermaye iktidarı, pandemiyle geçen üç sömestr boyunca eğitim alanında imza attığı fiyaskonun ardından, neredeyse hiçbir önlem almadan yüz yüze eğitime geçti. Yüz yüze eğitim başlar başlamaz, özellikle ilk ve ortaöğretimlerde vakalar arttı, birçok okulda sınıflar karantinaya alındı, binlerce sınıfta eğitime ara verildi. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in itiraf niteliğindeki son açıklamasına göre, koronavirüsten kaynaklı olarak 6 Eylül’den 15 Ekim’e kadar 2 bin 225 sınıf kapatıldı. Ancak Erdoğan konuşmasında “5’inci haftasında eğitim faaliyetlerimiz ciddi bir sorunla karşılaşmadan başarıyla devam ediyor” dedi. Demek ki Erdoğan için okulların açılması ile gençlik içinde vaka sayılarının artmış olması, hatta bu 5 haftalık süreçte koronavirüsten kaynaklı genç ölüm oranlarının yüksek seviyelerde seyrediyor olması ciddi bir sorun değil! Ne de olsa o ve temsil ettiği sınıf için çürümüş eğitim sisteminin işliyormuş gibi gözükmeye devam etmesi yetiyor da artıyor...

AKP şefinin konuşmasının asıl kapsamını ise mesleki eğitim ve sermayedarlara teşvikler konusu oluşturdu. Mesleki eğitimde iki yeni düzenleme gerçekleştireceklerini söyleyen Erdoğan, düzenlemeyi şu sözlerle açıkladı: “Bunlardan birincisi, mesleki eğitim merkezlerine devam eden öğrencilerin 4 yıl boyunca aldıkları ücretlerin işveren üzerindeki yükünü tamamen kaldırmaktır. Bu yükü, devlet olarak üstleniyoruz. Böylece işgücü piyasamızın güçlenmesi için işverenlerimize önemli bir destek sunuyoruz. İkinci olarak, mesleki eğitim merkezlerimizin son sınıfına kalfa olarak devam eden öğrencilerimizin aldıkları ücretleri iyileştiriyoruz. Artık kalfalar son sene asgari ücretin üçte biri kadar değil; yarısı kadar ücret alacaklar. Her iki hedef ile ilgili olarak Mesleki Eğitim Kanunu’nda gerekli düzenlemeleri kısa sürede yapacağız.”

Erdoğan’ın “Bu yükü, devlet olarak üstleniyoruz” dediği devlet desteğinin kaynağını ise sermayedarlara hortumlanan diğer pek çok “teşvik”te olduğu gibi, yine İşsizlik Sigortası Fonu oluşturuyor.

Çocuk emeği sömürüsünün yasal hali

Eğitimin teori ve pratik bütünlüğü kurularak ilerlemesi olumlu bir yöntemken, kapitalizmde “staj” adı altında işleyen bu süreç yalnızca çocuk işçiliğin yasal kılıfı haline gelmiş durumdadır. En az 60 farklı meslek dalında “eğitim” veriliyor meslek liselerinde. Öğrenciler stajlarını envai çeşit yerlerde yapıyorlar. 3-4 kişilik çalışanı olan bir bilgisayar/telefon tamircisi 3 öğrenciyi stajyer olarak yanına alabileceğini bildiriyor. Adliyeler, matbaa alanı, tekstil ya da metal fabrikaları vs. -her sektörde en küçük işletmeden binlerce kişinin çalıştığı fabrikalara kadar stajyerlere her işletmenin kapısı ardına kadar açık tutuluyor. Çünkü stajyer öğrenci demek “nitelikli ucuz işgücü” ve ara eleman demektir. Patronlar için stajyer öğrenci demek, her işe koşturulan, çoğu zaman alan dışı çalıştırılan, angarya işlerin verildiği, getir götür yapan çalışan demektir. Üstelik saat ve performans bakımından normal bir işçiden farksız çalıştırılan stajyerlerin zaten az olan maaşlarının yarısı da devlet tarafından karşılanmaktadır.

Erdoğan’ın bahsettiği Mesleki Eğitim Merkezleri ise, çocuk emeği sömürüsünün eğitim adı altında yasal bir kılıfa büründürülmesinden başka bir şey değildir. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan Mesleki Eğitim Merkezleri, geleceksizlik ve iş bulma kaygısının had safhaya ulaştığı bu dönemde, işçi ve emekçilerin kendi çocuklarını öncelikli olarak gönderdikleri yerler haline gelmiştir. Mesleki Eğitim Merkezi’nde en az 100 farklı meslek dalı bulunmaktadır. Meslek liselerinden farklı olarak bu merkezlerde neredeyse teorik eğitim hiç verilmemekte, “Eğitimin pratik sürecine daha fazla önem veriyoruz” denilerek, normal liselerde dahi zaten işlemeyen teori ve pratiğin iç içe geçtiği ikili eğitim modeli burada aleni bir şekilde gasp edilmektedir. Bu da gençlerde tek düze bir “gelişim” sağlamaktadır.

Mesleki Eğitim Merkezi’nde okuyan bir öğrenci, 4 yıl boyunca 4 gün işe, yalnızca 1 gün okula gitmektedir. 4 yıl boyunca çalıştığı işyerinde normal bir işçiden farksız çalışan gençlere maaş olarak ise yalnızca asgari ücretin %30’u reva görülmektedir. 4 yıl boyunca sağlanan sigorta yalnızca sağlık sigortasıdır. Mesleki Eğitim Merkezi’nde “eğitim” gören bir genç 4 yıl içerisinde çıraklık-kalfalık-ustalık aşamalardan geçmek zorundadır. Öğrenci buradan mezun olduğunda lise diploması da almak isterse ayrıca açık liseye yazılması gerekir.

Asıl yük asalak sermayedarlardır

Çıraklık ve kalfalık orta çağdan kalma sömürü statüleridir. Bu kavramlar, “Eti senin kemiği benim” bakış açısı ile çocuk işçiliğin meşrulaştırılmasıdır. Çocuklar, “Kolunda bir altın bileziği olsun” güzellemeleri ile eğitimin dışına itilmektedir ve bu uygulama esasta işçi-emekçi çocuklarına reva görülmektedir. Bu alandaki çocuklar yalnızca haftalık 8 saat “eğitim” görebilmektedir. Haftanın her günü okula giden bir çocuğun aldığı eğitim bile nitelik açısından tartışmalıyken, Mesleki Eğitim Merkezi’nde sözde eğitim alan bir çocuğun aslında hiç eğitim göremediğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Eğitime “ağacı yaş iken eğmek” anlayışı ile bakanlar çıraklık üzerinden çocuklara istediği insan modelini dayatmaktadırlar. Zira çıraklık demek, istenilen her işi yapmak, ustanın sözünden çıkmamak, yeri geldiğinde ustandan dayak yemek, uzun saatler çalışıp yalnızca “cep harçlığı” alabilmek demektir. Özetle çıraklık eğitimi, sistemin ve sermayedarların ihtiyaçlarına uygun, sorgulamayan, itaatkar ve kaderci insan yetiştirmek demektir.

Sermayenin istek ve ihtiyaçları için adeta canını dişine takan Erdoğan’ın açıklamaları, sermayedarlara sınırsız teşvik, vergide muafiyet politikalarının ve yeni dönemde çocuk işçiliğin daha da kalıcı ve yaygın hale getirileceğinin bir göstergesidir.

Ayrıca “devlet olarak yüklendikleri yük” ile bizlerin bildiği yük aynı değildir. Stajyer öğrenciler sömürücü patronlara yük değil, nitelikli ucuz işgücüdür. Tüm toplum için asıl yük açlığa, sefalete sürüklenen milyonlarca işçi ve emekçinin kanıyla beslenen asalak sermayedarlardır. Bir avuç asalağın çıkarları ekseninde işleyen bu düzenin ve çocuk sömürüsü anlamına gelen tüm uygulamaların son bulması için mücadeleyi yükseltmek dışında bir seçenek yoktur.

M. Nevra