Çin’de başlayan ve tüm dünyayı saran koronavirüs salgınına karşı ‘mücadele’ kapsamında atılan her adım kapitalist devletlerin çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor. Vahşi neo-liberal politikalar icra eden bu devletlerin önceliği her zaman sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak ve sömürü sisteminin devamını sağlamak olmuştur. Salgın, bu gerçeği işçi-emekçiler nezdinde tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
AKP iktidarı salgının ilk günlerinde diğer ülkelerden daha iyi “önlemler” alıyoruz algısını yaratmaya çalışsa da, salgının yarattığı sonuçlar ağırlaştıkça alınan “önlemlerin” yetersiz, çoğu zaman göstermelik olduğu açığa çıkmıştır. Varlığını yıllardır emperyalist ve kapitalistlere koşulsuz hizmete borçlu olan AKP iktidarının şiarının “Her şartta üretimi devam ettireceğiz!” olması sermayeye koşulsuz uşaklığını açıklar niteliktedir.
Bu yüzden salgına karşı alınan “önlemlerde” sermayenin ihtiyaçlarını karşılamasından doğal bir şey yoktur. Her zaman kapitalistlerin daha fazla kârı için işçi ve emekçilere karşı birçok saldırı ve yıkımı dayatan AKP iktidarı bugün de salgını fırsata çevirerek işçi ve emekçilere yeni yıkım programları dayatmaktadır.
Salgının Türkiye’de yayılmasıyla beraber birçok kapitalist yeni duruma yeni düzenlemeler yaparak girdiler. Bazıları göstermelik önlemlerle üretimi sürdürerek işçileri salgınla yüz yüze bırakıyor. Bir kısmı ise malzeme sıkıntısı yüzünden üretime ara vermek zorunda kaldı. Böylece işçiler ya açlık ya da salgın ikilemi içerisinde bırakıldılar. Sermayedarlar her zamanki gibi kârlarını ve zenginliklerini işçilerin sağlığından daha önemli gördüler. Bu sömürücü sınıftan ve hizmetindeki AKP rejiminden başka bir şey de beklenemezdi zaten.
Salgın zamanında köleliğin ve sömürünün katmerleşmesi için yeni yasaların çıkması gerekiyordu. AKP iktidarı yine kapitalistlerin imdadına koştu. AKP rejiminin başındaki “şef” yaptığı “millete sesleniş” konuşmalarında buna uygun olarak atılacak adımları peş peşe sıraladı. İlk olarak 100 milyar TL’lik paketle sermayenin zararlarını en aza indirmeye çalıştı. Sonrasında esnek çalışma uygulamaları olan “denkleştirme” ve “telafi” çalışmaları hayata geçirildi. Bu saldırı MESS’in yıllardır sözleşmede geçirmeye çalıştığı ama metal işçisine bir türlü kabul ettiremediği temel dayatmalardan biriydi. İşçilerin can derdine düşürüldüğü bu atmosferde, AKP-MHP koalisyonu bu arsız saldırıyı gerçekleştirdi. Ardından kısa çalışma ödeneği ile işçilere yeni bir saldırı hamlesi geldi ve işsizlik fonu tekrar kapitalistler için yağmaya açıldı.
Milyonlarca işçinin işsiz kalması AKP şefinin umurunda bile değil ama “kimse işten çıkarılmayacak, işten çıkarmaları 3 ay yasaklıyorum” safsatasını ortaya attı ve yandaş medyada manşetten yayınlattı. Ancak bu iğrenç bir yalandı. Yapılan şeyin sermayeyi ihya edecek bir düzenleme olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Düzenlemeye göre kapitalistler işçileri üç ay boyunca işten atmayacak ama ücretsiz izne çıkartabilecek. Ücretsiz izne çıkarılan işçiye ise günlük 39.24 TL gibi (aylık 1177 TL’ye tekabül ediyor) komik bir sadaka işsizlik fonundan ödenecek. Açlık sınırının bile 2400 liraya dayandığı günümüzde işçilere açlıktan ölün diyor saraylarda sefahat sürenler. İşçilerin ücretlerinden kesilerek oluşturulan işsizlik fonundan tekrar işçiye sadaka verilecek ve bu süreçte işçi işsiz kalmış olacak. Oysa daha önce işçinin onayı olmadan ücretsiz izne çıkartılamıyordu. AKP-MHP koalisyonu kapitalistlerin işçiyi ücretsiz izne çıkartabilmesi için yasal güvence sağlamış oldu.
AKP tüm icraatlarıyla salgında insan sağlığı yerine kapitalist ekonominin ihtiyaçlarını önemsediğini gösteriyor. İşçi sınıfına dönük sosyal ve siyasal saldırılar, salgın bahanesiyle bir bir geçiyor ve “sadece salgın süresince uygulanacak” deniliyor. Ancak yaşanan birçok olaydan biliyoruz ki saldırılar kalıcılaşıyor. 99 depremi sonrası toplanan geçici afet sigortaları kalıcılaşarak yeni rant kapıları açılmıştı, 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile AKP ve sermayenin bekası için sağlanan koşullar kalıcılaştı. Salgın ile getirilen bu sosyal ve siyasal yıkım politikalarını da kalıcılaştırmak isteyecekler.
İşçi sınıfının bu dönemde yaşadıkları aslında yıllardır yaşanan kölece ve ağır çalışma koşullarının daha da beter hale getirilmesidir. Bugüne kadar işçi sınıfının kazandığı hiçbir hak lütuf edilip verilmediyse, bugün de verilmeyecektir. Sendikaların başındaki ağalar takımı da bu saldırılar karşısında aldıkları tutumla düzenin işçi sınıfı içerisindeki ajanları olduklarını bir kez daha gösterdiler.
O halde işçi sınıfı tabandan kendi birliğini kurmalı ve kendi gücüne yaslanmalıdır. Bunun için “yaşanan tüm sorunlarımız ortak ise çözümleri de ortak olacaktır” şiarıyla, işçiler sınıfsal çıkarları temelinde ortak taleplerini belirlemelidir. Fabrikalardan başlayarak tüm topluma yayılan bir mücadele programı çıkartmalıdır. Bunun nasıl olacağını ise, kapitalizmin tarihi boyunca işçi sınıfının verdiği mücadele deneyimleri göstermektedir.