Kapitalist sistemde üretim, toplumun ihtiyaçları için değil kapitalistlerin kârlarının gerçekleşmesi içindir. Elbette ürünlerin insanlar tarafından ihtiyaç olarak görülüp tüketilmesi gerekir ki kapitalist sistemin çarkları dönebilsin. Böylelikle kapitalistler, bin bir türlü yola başvurarak insanlarda tüketimi körüklemeye çalışır. Kapitalistler ürünlerinin daha fazla satın alınması için bilinçaltına işleyen reklamlar yaparlar. Düzenlenen “indirim” kampanyaları ile, herkesin bütçesine “uygun” fiyatlarla yapılan taksitlendirmelerle, kredi kartlarına yapılan borçlandırmalarla insanlar sürekli satın almaya teşvik edilir. Özellikle Sevgililer Günü, Anneler Günü, Kara Cumalar vb. “özel” günler oluşturularak insanlar alışveriş yapmaya teşvik edilirler. “Büyük indirim günlerinde” mağazalar önünde yaşanan izdihamlar düşünüldüğünde, kapitalist sistemin yarattığı tüketim kültürü, diğer adıyla “tüketim çılgınlığı”, toplumun çoğunu etkisi altına almış bir tür hastalıktır aslında.
Bilimin, teknolojinin gelişmesi de ihtiyaç dışı tüketimin körüklenmesi için kullanılır. Örneğin piyasada yeterince ilgi görmeyen, çok satmayan bir meta, küçük değişiklikler yapılarak tekrar piyasaya sürülür. Günümüzde telefonların, belli başlı elektronik cihazların bu denli “çeşitli” olmasının temel nedeni budur. Tüketmek, insanların bilinçaltlarına yerleştirilmiştir. İnsanlar, alışveriş yapmadığı oranda rahatsızlık duyar hale gelir. Parasının son kuruşuna kadar satın almaya, belki de hiç kullanmayacağı ürüne sahip olmaya yönlendirilir. Böylece bir yanda açlığın, yoksulluğun ciddi boyutlara ulaştığı kapitalist sistemde, diğer yanda “tüketim çılgınları” ordusu yaratılmaktadır.
Kapitalist sistemin yarattığı “tüketim çılgınlığı”ndan bahsettikten sonra asıl konumuza geçelim. Aralık ayından bu yana tüm dünyayı tehdit eden koronavirüs salgını ile karşı karşıyayız. Devletlerin gerekli önlemleri almaması sonucu ölüm sayısının her geçen gün yükseldiği, üretimden vazgeçilmediği için milyonlarca işçi ve emekçinin hiçbir önlem alınmadan zorla çalıştırıldığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Gerekli önlem alınmadan çalıştırılan işçilerin birçoğunu kargo işçileri oluşturuyor. “Evde kal”, “Hayat eve sığar” çağrılarının olduğu salgın günlerinde birçok mağaza, kapandığını ve satışlarını internet üzerinden gerçekleştireceğini duyurdu. İnternet ortamında satılan ürünlere de yüksek oranda indirimler uygulanarak insanların alışveriş yapmaları “teşvik edildi.” Bu fırsatı kaçırmayan milyonlarca “tüketim çılgını” salgın günlerinde gerekli olmayacak, ihtiyaç dışı birçok ürünü sırf indirimde olduğu için almaya başladı. Sandalyesinden, makyaj malzemesine, telefon kılıfından, yazlık kıyafetlerine kadar acil ihtiyaç olmayan ürünler hızla satın alınmaya başlandı.
Toplumun sağlığını düşünmeyen kapitalistler ise bu durumdan memnun. Salgın döneminde de kapitalistler bu şekilde kârlarını korurken, işçi ve emekçiler bu çarkların sekteye uğramaması için çalışmak zorunda bırakılıyor. Satın alınan ürünleri müşterilerine ileten kargo işçileri başta olmak üzere alışveriş yapan insanlar, hastalık kapma ve salgını bulaştırma riski taşıyor. Önceleri günde 600–700 kargonun geldiğini söyleyen kargo işçileri salgın günlerinde 1000’den fazla kargonun gelmeye başladığını ifade ediyor. Kargolananların çoğunluğunu ihtiyaç dışı ürünlerin oluşturduğu belirtiliyor.
İnsanları etkisi altına alan kapitalist tüketim kültürü, salgın günlerinde de kendini göstermeye devam ediyor. ‘Daha fazla metayı tükettir, daha fazla kâr elde et’ ilkesiyle hareket eden kapitalistler, böylelikle salgın günlerinde de insanları tüketimin esiri haline getirerek kapitalist sistemin çarkının dönmesini sağlamaya devam ediyor.
İstanbul’dan bir DGB’li