24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla başlayan, binlerce ölüm, yakıp yıkılan kentler, kitlesel göç gibi ağır sonuçlar üreten ve ne yazık ki sıradanlaşmaya başlayan savaş, 7. ayını geride bırakırken Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den gelen hamleler nedeniyle yeniden dünya gündeminin üst sıralarına yerleşti.
Putin’in savaş gerekçelerini oluşturan Ukrayna’nın askerden ve Nazizmden arındırılması, askeri yığınağın durdurulması, NATO genişlemesinin durdurulması gibi siyasi hedefleri gerçekleşmezken, tersine militarizm küresel olarak daha fazla yoğunlaştığı gibi, Avrupa üzerindeki ABD hakimiyeti de artmıştı.
Rusya’nın Ukrayna sahasında ilk aylarda sağladığı askeri üstünlüğünün gerilemesi, “Putin kaybetti” yorumlarını güçlendirmişti ki, Putin’den 21 Eylül’de kısmi seferberlik, dört bölgede bağımsızlık referandumu ve nükleer silah hamleleri geldi. Cumartesi Söyleşisi’nde bu hafta AB, NATO, ABD ve Ukrayna’da sert tepkilerle karşılanan gelişmeleri ele almak istedik ve alanın yetkin isimlerinden Doç. Dr. Hakan Güneş’e “Şimdi ne olacak?” diye sorduk.
Putin seferberlik, referandum, taktik nükleer silah düğmelerine neden aynı anda bastı? Bu hamleler savaşı nereye taşır? Seferberlik ilanı Rusya içinde nasıl karşılandı? Yaptırımlara uyma baskısı yoğunlaşırken Erdoğan denge siyasetini ne kadar yürütebilir? Enerji kriziyle boğuşan “Avrupa’nın kışı” savaşa nasıl etki eder?
Hakan Güneş yanıtladı.
Avrupa savaşı olasılığı yükseliyor
Putin’in referandum, kısmi seferberlik, taktik nükleer silah hamlelerine geçmeden, önce sahadaki son duruma bakalım. Mayıs ayı sonundan itibaren Ukrayna’daki Rus ilerlemesi yavaşlamış ve durmuştu. Buna karşılık Ukrayna ordusu harekatını sürdürdü ve Zelenski, 11 Eylül’de ülkenin güneyinde ve doğusunda iki bin kilometrekarelik bir alanı Rusya’dan geri aldıklarını, buna Harkiv bölgesindeki 30 yerleşim yerinin de dahil olduğunu açıkladı. Ukrayna ordusu, Luhansk’ı ele geçirme hedefiyle ilerlemesini sürdürüyor. Bu gelişmeler, savaşın dengesinin Ukrayna lehine değiştiği şeklinde yorumlandı ama bunun taktik amaçlı bir çekilme olduğunu savunanlar da var. Sizin değerlendirmeniz ne?
Aslında tartışmaya çok mahal bırakmayacak bir durum var. Rusya geri çekilmeyle, şubat ayında saldırıya başladığında kafasındaki savaş konseptinin belirli açılardan planladığı gibi gitmediğini kabul etmiş oldu. Sahada, özellikle Harkov bölgesinde bir zorlanma yaşadığı bu nedenle geri çekilmek zorunda kaldığını görmüş olduk söylediğiniz gibi. Rusya şu ana kadar izlediği askeri strateji bakımından belirli açıklarının olduğunu gördü ama bu çerçevede yeniden yapılanmaya gidiyor. Çünkü aynı anda hem kısmi seferberlik ilan edildi, hem Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerini kendisine bağlayan referandumu, hem de buna daha önce “Böyle bir şey yapmayacağım” dediği, büyük ölçüde kontrolünde olan Herson ve Zaporija vilayetlerini de kendisine katarak referandumu yaptırdı. Bu yeni bir aşama ve bu olayla çok önemli yeni bir evreye gelmiş olduk.
Putin neden ağırlığı Ukrayna’nın batısından Donbas bölgesine kaydırdı? Böyle yaparak nasıl bir kazanım elde etmeyi umuyor?
Donbas, Ukrayna’da hem paramiliter grupların ya da Azov, Aydar gibi Ukrayna faşist gruplarının, hem de Ukrayna ordusunun en büyük yığınak yaptığı cepheydi. Ve şubattan önceki 8 yıl boyunca da burada sürekli çatışmalar oldu. Dolayısıyla burada esaslı bir ilerleme sağlamak istiyor, henüz bunu tamamlayamadı. Bazı bölgelerde Rus ordusu Mariupol’a, Herson’a çok hızlı girdi mesela, Zaporijya’nın güneyinde de çok zorlanmadan ilerleme sağladı, Luhansk’ta hızlıca toparladı ama Donetsk’te neredeyse metre metre ilerleyebiliyor hatta zaman zaman gerilemeler bile olabiliyor. Dolayısıyla burası savaşın en sert, en geniş, en yoğun, en tahkim edilmiş cephesi. Buradaki süreci tamamlamak ve bir sonraki aşamaya geçmek istiyor. Putin orduyu yeniden yapılandırıyor, üst düzey çok fazla atamalar söz konusu. Kısmi seferberlikle birlikte konunun kapsamını genişletti. Bu süreçte sahada daha fazla askerin, askeri stratejilerin konuşacağı bir dönem yaşayacağız.
İşgal altındaki Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya’nın Rusya’ya bağlanması yönündeki referandumdan beklendiği gibi yüksek oranlarda “evet” oyu çıktı. AB, ABD, NATO ve elbette Zelenskiy sonuçların kabul edilmeyeceğini söylediler. Soru şu, Ukrayna buna karşı taarruzla yanıt verir mi? Yoksa, itiraz ediliyor, yaptırımların arttırılmasından söz ediliyor ama günün sonunda yeni sınır durumu kabul mü edilir?
Hayır, kabul edilmez. En azından bu aşamada. Zelenskiy çok net olarak dedi ki “Artık konuşacak bir şey kalmadı!” Gerçekten de bu hamleyi yapmak konuşacak bir şey kalmadığı anlamına geliyor. Ama zaten konuşacak bir şey kalmamıştı. Hatırlayalım, heyetler arasındaki en ciddi görüşme İstanbul’da yapıldı ve burada Zelenskiy dedi ki “Tamam ben Rusya’nın en temel talebi olan NATO’ya katılmamak ve demilitarize olmak koşulunu kabul edebilirim ama ciddi sayıda ülkenin bana güvenlik garantisi vermesi şartıyla.” Bu ülkeler ABD, İngiltere, Fransa diye gidiyordu, Türkiye de sayıldı bunların arasında. Ama bu ülkelerden hiçbiri güvenlik garantisi vermedi. Askerler konuşacak demektir bu.
Batılı ülkeler bu süreci Rusya’nın bir bataklığa girmesi süreci olarak yaşatmak istiyorlar. Putin de “Bir anlaşma yoksa, askeri mücadele ile bu iş sürdürülecekse o zaman kartları açık oynayalım” dedi. Bu bölgelerin Rusların ağırlıklı olduğu bölgeler olduğunu biliyorduk. Yani geçmişte de yüzde 70 üstünde Rusya yanlısı oy çıkan yerler. Tabii ki buradan hareketle savaş şartlarında bir bölgede referandum yapılmasının ve oranın bir başka ülkeye katılma kararının meşru olduğunu söylemek istemiyorum. Referandum yapılacaksa serbest şartlarda yapılması gerekir ve tabii ki günün sonunda hukuki geçerliliği bir hayli tartışmalı durumdadır. Dolayısıyla daha sert, müzakere edilebilecek daha az şeyin kaldığı bir aşamaya geldik.
Bu da savaşı daha yıkıcı bir hale getirecek?
Evet. Öyle görünüyor ki Rusya tekrar Harkov ve Odessa’yı da alacak şekilde aslında İkinci Dünya Savaşı öncesi sınırlara doğru hamle edecek. Eğer askeri olarak başarabilirse. Başaramazsa bu iş Kırım’ın da tekrar Ukrayna’ya katılacağı bir noktaya da gidebilir. Bunun arası artık daha az mümkün. Yani 2022 eylülü itibarıyla artık ya Ukrayna Kırım’a kadar ilerleyecek ya da çok büyük olasılıkla Rusya Harkov ve Odessa dahil daha geniş bir sahaya doğru hakimiyet kuracak. Zaporoje ve Herson’da yaptığı gibi buralarda da referandumlar yapıp, buraları Rusya’ya bağlayıp konuyu kapatacak. Bunun üzerinde konuşmaya başlayacaklar, bir oldubitti üzerinde konuşacaklar ama bunun ne kadar sürede, ne şekilde gelişeceğini hiç bilmiyoruz. Çünkü, örneğin Batı’nın bir aşamadan sonra mesela Baltıklar, Slovakya, Polonya cephesinden savaşa katılıp katılmayacağını bilmiyoruz.
Dolayısıyla Rusya-Ukrayna savaşının bir Balkan savaşı yaratma potansiyeli giderek yükseliyor?
Bir Avrupa savaşı aslında. Rusya saldırmadan önce de bunu söylüyorduk, çünkü bu kadar silah yığınağının, bu kadar militarizasyonun yükseldiği bir coğrafyada savaş çıkma olasılığı çok yüksekti. Bu yükseklik hâlâ devam ediyor. Bugün “Rusya güçlenirse bana da saldırır” düşüncesinde olan ülkelerin bir aşamada savaşa girmeyeceğini kim söyleyebilir? Veya Batı’nın bu işi biraz daha genişletecek şekilde birtakım ülkeleri, ki buna aday siyasal ortamları var bazı ülkelerin, örneğin Polonya. Baltıklarda hava böyle. Küçük ölçekli bir Ukrayna ile zor uğraşan bir Rusya, bunu üstüne Ukrayna’nın bir buçuk katı kadar bir nüfus ve sahanın da katıldığı bir genişleme karşısında ne yapacak? İşte bütün bu taktik nükleer meseleler o nedenle gündeme getiriliyor. Çünkü Rusya bu zayıflığı karşısında bir başka saldırıyla karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. “Öyle olursa ve bunu yönetemezsem o zaman nükleere bile başvurabilirim” diyor.
Nükleer silah kartının masaya sürülmesinin caydırıcılıktan çok, savaşın büyümesini teşvik edeceği, dolayısıyla makul bir hamle olmadığı tartışmalarıyla birlikte soralım, Putin nükleer kartını kullanır mı?
Bu iş bir nükleere kadar gider mi, tabii akıl alır bir şey değil. Nükleer kullanan her kim olursa olsun dünya tarihine bir katil olarak geçer. Çünkü nükleer üniforma taşıyan taşımayan ayırımı yapmayan bir silahtır, dolayısıyla da tanımı gereği bir katliam olur ve kendi halkı da, dünya halkı da bunu lanetler. Bunları herhalde biliyorlar ama Kiev’e doğrudan bir saldırı yapmamış bir ülke niye nükleerden bahsediyor? Bunun aşamaları, kademeleri yok mu? Buna verilen birtakım yanıtlar var ama hiçbiri mantıklı bir çerçeve sunmuyor çünkü Putin ve yönetimi nasıl bir düşünce içinde olduğunu pek paylaşmıyor. Daha ilerleyen zamanlarda anlayacağız ama dediğim gibi şu geldiğimiz aşama yeni ve daha sert bir aşama ve bu durum bunun bir Avrupa savaşına doğru ilerleme ihtimalini de güçlendiriyor.
Rusya’da hatırı sayılır bir kesim Ukrayna’da Amerikalılarla savaşıldığını düşünüyor
Putin kısmi seferberlik, referandum, nükleer silah hamlelerini ilan ettiğinde Rusya’daydınız. Ordunun geri çekilmesi, ortaya çıkan zafiyetler nasıl tartışılıyor? “Harekatı Ukrayna’nın doğusuyla sınırlı tutabilirdi, neden yapmadı?” sorgulamaların arttığı söylenebilir mi?
Elbette Rusya içinde de bu konular tartışılıyor, “Neden şu aşamada müdahale edilmedi”, “Neden şu araçla müdahale edilmedi”, “Neden şunu öyle yapmadık”, “Neden Kiev’e girmedik” ve daha sayısız soru soruluyor. Kiev’e bomba atmıyor ama taktik nükleer silah kullanmaktan bahsediyor! Gerçekten anlamlandırılması kolay olmayan bir konu. Rusya’da Putin’i destekleyenler de bunu bir yere oturtamıyorlar. Dolayısıyla büyük bir memnuniyetsizlik konusu Putin’i destekleyen insanlar açısından bile. Rus yönetimi gerilemenin yarattığı etkinin farkında ve şimdi yeni bir yanıt üretmeye çalışıyor. Bu yanıtın ne şekilde geleceğini görmemiz lazım. Bu savaşa nokta konmadan daha kaç aşamadan geçeceği, daha kaç gücün bu işin içine karışacağı, daha ne kadar uzayacağı, ne tür araçların kullanılacağı vs. bunları bilmiyoruz. Çünkü savaş başlatılması kolay, bitirilmesi zor bir olgu. Dünya tarihinde buna benzer dönemlerin ne kadar çok evreden geçtiğini hatırlayalım, küçük başlayıp sonra birçok devletin katıldığı savaşları hatırlayalım. Dolayısıyla mayıs ayındaki duraklama, Kiev’den çekilme, sonra Harkov’daki geri çekilme bütün bunlar elbette bir şey söylüyor ama resmin nasıl tamamlanacağına dair bir şey söylemiyor.
Peki, kısmi seferberlik ilanı Rusya halkında nasıl yansıma buldu? Şu ana kadar savaş Rus halkının gündelik hayatlarına çok dokunmamıştı, kararın savaşa bakışı değiştirdiği söylenebilir mi?
Önce şunu belirtmeliyim, ülke yönetimine normal şartlarda destek veren yurttaşlar bile savaştan memnun olmazlar. Savaşa gitme ihtimali en başta erkekler açısından, evlatları, eşleri olanlar açısından büyük kaygı kaynağı, bu dünyanın her yerinde böyledir. İkincisi, elbette Rusya’da hatırı sayılır bir Putin ve savaş karşıtı kesim var ve ciddi bir genç nüfus içinde de karşılığı olduğunu biliyoruz. Zaten çok sayıda vilayette protestolar gerçekleşti. Bunu söyleyince bazıları için gizli Putinci falan oluyoruz ama aynı zamanda çok gönüllü bir şekilde Putin’i destekleyen, onu haklı bulan, karşılarında kendi kardeşlerine, kız kardeşlerine işkence eden bir Ukrayna gören ve bunun bir onur meselesi olduğunu, askerlikten kaçılamayacağını, gerekirse ölünebileceğini düşünen yüz binlerce, milyonlarca da insan var. Seferberlik kararı verildiğinde benim bulunduğum şehirlerde Putin yanlısı gösteriler de düzenlendi. Rusya’da hatırı sayılır bir kesim tartışmaya yer olmayacak şekilde Ukrayna’da Ukraynalılarla değil, Amerikalılarla savaşıldığını düşünüyor. Cephenin askerleri olarak da Ukraynalı faşistler var ve Amerika destekli Ukraynalı faşistler her gün Rusları lime lime ediyor, kızları çocukları paramparça ediyor. Son sekiz yıl boyunca böyle sayısız video izlediler.
Dolayısıyla seferberlik çağrısı Putin’in rıza üretme kapasitesini söylendiği kadar düşürmedi?
Putin’in prestiji azalıyor, seferberlik kararı da azalma eğilimini arttırdı bunu söyleyelim ama yüzde 50’nin altına mı indirdi? Hayır. Bana kalırsa destek yüzde 70, 80 ise bu, yüzde 60-55’lere doğru indi.
Türkiye’nin Batı’nın basınçlarına karşı durması o kadar kolay değil
Gerek Semerkant’taki Şangay toplantısındaki açıklamaları, gerekse seferberlik, nükleer kart, referandum hamlelerine verilen tepkiler üzerinden Çin ve Hindistan’ın Putin’i yalnız bıraktığı, en azından beklediği desteği alamadığı yönünde okumalar yapıldı. Hangi koşullar Çin ve Hindistan’ı Putin’in istediği desteği vermekten alıkoyuyor?
Bence günün sonunda esasen destek oluyorlar. Çin belirli mühimmatların aktarılmasını gerçekleştiriyor, Rusya’ya yönelik ABD merkezli kararlara katılmıyor ama bir dengeyi de tutturmaya çalışıyor. Hindistan Batı’yla çok daha iyi ilişkiler olan bir ülke olduğu halde ne Şangay’dan çıkıyor, ne de önerilen ucuz petrol seçeneğini reddediyor. Şöyle bakmakta fayda var, bu savaşı biz çıkarmadık, bir Hintli, bir Çinli, bir Türk olarak bakın mesela, çıkarmadık, nedeni, tarafı biz değiliz. Siz kendi konumunuzu zedelemeyecek bir yerde durmaya çalışırsınız, ortalama tutum budur eğer çok angaje değilseniz. Doğrudan tehdit hissediyorsanız angaje olabilirsiniz. Çin de, Hindistan da ekonomik olarak bu süreçten negatif yönde etkilenmek istemiyorlar ama Çin için daha özel bir şey söyleyelim. Çin’in çok fazla ikircikli davranma şansı da yok, Batı’yla ekonomisi çok entegre, bu yapıyı sürdürmek istiyor ama günün sonunda politik olarak Rusya’nın yenilmesi eşittir Rusya’da yönetim değişikliği, bu da eşittir büyük olasılıkla Yeltsin vari bir isim. Yeltsin vari bir isim de Çin’in çepeçevre çevrelenmesi anlamına gelir. Hindistan’ı da buna ekleyebiliriz batı stratejisi açısından. Buna bir de bütün Çin’in kuzeyinin etrafını çevreleyen bir Rusya ekleyin. Bu Çin’in dünyada isteyeceği en son şey. Çin zaten Rusya’yı önümüzdeki on yıllarda rakibi olarak görmüyor daha güç kaybeden ama iş birliği yapabileceği bir ülke olarak görüyor. Dolayısıyla bu yorumları bir yere yerleştiremiyorum. Hindistan ise geleneksel politikasına uygun olarak, Ukrayna’ya saldırısını desteklemiyor, karşı oy kullandı fakat NATO’nun genişlemesi konusunda da itirazı var, dünyanın ABD tarafından fazlasıyla tek merkezli şekilde yönetildiğini düşünüyor vs. dolayısıyla Hindistan da kendi denge politikasını sürdürmeye gayret ediyor. Orada herhangi bir değişiklik beklemiyorum. Fakat Türkiye’nin işi çok daha zor çünkü Türkiye Batı’ya çok daha entegre bir ülke ve Batı’nın uygulayacağı basınçlar karşısında durması o kadar kolay değil.
Nitekim son günlerde AB ve ABD’den gelen basınç artmaya başlıyor. TÜSİAD üzerinden yapılan uyarının ardından son olarak Rus kart ödeme sistemi Mir konusunda uyarı yapıldı ve hızlıca önce özel iki banka ardından, kamu bankaları Mir’den çıktılar.
Evet, anlıyoruz ki Rusya’yı yıpratacak bir süreç planı içerisindeler. Rusya ordusunun sorunları giderek daha görünür hale geliyor ama Batı açısından Rusya’da bir rejim değişikliğini mümkün kılacak şey yaptırımlardı. Yani savaş sürerken askeri olarak yıpranacak, ülke içerisinde de insanlar birçok temel ürüne ulaşamayacak, paraları değer kaybedecek, dolayısıyla rejime daha fazla itiraz edip bir şekilde rejimi değiştirecekler. Putin yerine bir başkası gelecek diye bir düşünceleri var.
Bu düşünce korunuyor mu?
Bu düşünceleri hala var ama bu süre zarfında ekonomik kısmının işe yaramadığını görmüş oldular. Ama bundan vazgeçmiş değiller. Bu strateji neden işe yaramıyor sorusunu soruyorlar. Çünkü Suudi Arabistan, Hindistan, Türkiye yaptırımları deliyor. O zaman ya bu stratejiden vazgeçeceğiz başka bir şey bulmamız lazım ya da bu stratejiye devam edeceksek, bu deliklerin kapanması lazım. Nereden başlayacağız? Türkiye en ciddi adaylardan bir tanesi. Suudi kralının da kulağını çekmek lazım. İsrail’in Rusya’yla bir denge ilişkisi var ama o da sınırlandırmalı. Hindistan petrol alsın ama en azından bir takım askeri sanayinin işine yarayan ürünleri satmasın diye gidecek bir zincir bu. Bunu kademe kademe arttıracaklar, plan bu.
Erdoğan’ın Putin’le son dönemde sıklaşan görüşmeleri Erdoğan’ın seçimi kazanmak için ihtiyacı olan mali destekle daha fazla ilişkilendiriliyor hatta Putin’in seçimlerde Erdoğan’ı desteklediği de söyleniyor. Ne dersiniz, Rusya’dan gelecek para seçimi kazandırır mı?
Bu çok temel bir motivasyon ve sadece Rusya’yla ilişkilerde değil bir yılı aşkın bir zamandır daha belirgin bir düzeyde Türkiye, BAE, Suudi Arabistan, Katar yani akla gelebilecek her türlü kaynakla temas sürdürmeye çalışıyor. Erdoğan seçimi almak için daha önce kendisine destek veren ama ekonomik nedenlerle artıkvermeyen kesimi yeniden kendisine doğru çekmek istiyor. Bunun için de paraya ihtiyacı var. Ne kadarlık bir para gelecek, ne kadar para geldi, bu Erdoğan’ın arzu ettiği seviyede mi, onu rahatlatır mı bilmiyoruz ama bir işe yarayacağını söylemek mümkün. Putin bu durumdan elbette yararlanıyor ama diğer yandan Putin’in de zayıflaması söz konusu, birbirlerinden yararlanmaya çalışıyorlar.
Batı sermayesi henüz isyan noktasında değil
Değindik, başta Almanya olmak üzere Avrupa enerji krizi ve enflasyon derdiyle uğraşıyor. Çeşitli önlemler, tasarruf tedbirleri vs. açıklanıyor, bir yandan da zor şartlarda geçirilecek kışın savaşa nasıl etki edeceğiyle ilgili senaryolar üretiliyor. Bu etki için siz ne söylersiniz?
Bu önemli bir faktör olacak. Çünkü bu kış konfor alanlarından epeydir çıkmamış olan sevgili Avrupa beyaz halkı şokta. Bizimle kıyaslanamaz elbette, hala iyi durumdalar ama bu kış enflasyon daha artacak, bazı bölgelerde faturalar öyle el yakacak ki, bu ciddi sorunları beraberinde getirecek. Peki bu sorunların yaratacağı boşluğu hangi partiler nasıl dolduracak? Sosyalistler, komünistler mi dolduracak, faşistler mi dolduracak yoksa merkez partiler mi dolduracak? Böyle dönemlerde merkez olmayan güçler daha fazla role sahip olabiliyorlar, dünya tarihi bunu gösteriyor. Merkez olmayan güçlerden kastımız, şu anda dünyada yükselişte olan daha neofaşist, postfaşist hareketler. Merkezdekilerin güç kaybedeceğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla daha nerelerden geçeceğiz dediğimizde bir de bu kışı görmemiz gerekiyor Avrupa açısından ve Avrupa’daki siyasal dengeler açısından.
Savaşın maliyeti batı için de artıyor. Enerji krizi, yüksek enflasyon Avrupa’nın birçok kentinde kitlesel protestolarla karşılanıyor. Alman sermayesi yaptırımların kendilerini de vurmaya başladığını söylüyor, yine ABD’ye bağımlı hale gelinmesinden duyulan rahatsızlık artıyor ve savaşın bir an önce bitmesine yönelik eğilimlerin arttığından bahsediliyor. Bu eğilim güç kazanabilir mi? Daha önemlisi hükümetler üzerinde baskıya dönüşür mü?
Değindiğiniz nokta önemli çünkü gaz dediğimiz şey biz sıradan yurttaşlar için kombilerimizden geçen ve bizi ısıtan şey. Ama gaz bundan daha fazlası, özellikle sanayide. Pek çok alanda doğalgaz ve petrol ya kaynak ya da o fabrikaları çalıştıran enerji. Ve çok büyük bir kalem. Dolayısıyla bu tür etkiler dediğiniz gibi var. Ama hükümetler de “dayanın, sübvanse edeceğiz” diyorlar, bir takım başka kaynakları devreye sokuyorlar. Hatta onlara şunları söylüyor hükümetler: “Rusya’da yeni bir yönetim gelirse 10 liraya aldığınız gazı 5 liraya alacaksınız, üstüne de size Rusya’da yepyeni paylar dağıtacağız!” Bu nedenle iş dünyası henüz bir isyan noktasında değil. Ama işte kışı görmeliyiz.
Serpil İlgün – Evrensel / 01.20.22