İngiltere’de Muhafazakar Parti Lideri ve Başbakan Liz Truss parti liderliğinden istifa etti ve yeni lider seçilinceye kadar görevde kalacağını açıkladı. Morning Star gazetesi başyazısında, bu istifanın emekçilerin karşı karşıya olduğu sorunlar bakımından çözüm getirmediğine dikkat çekiliyor; sendikal mücadeleyi baltalamak üzere tasarlanan ve “asgari hizmet şartı” kapsamında patronlara greve çıkan işçilerden bir kısmına çalışmayı dayatma yetkisi veren planlara karşı mücadelenin yükseltilmesi çağrısı yapılıyor.
Almanya’da metal, elektronik ve kamu alanında TİS dönemi. Sendikalar fiyat artışlarının telafisi için ücret artışı talebinde bulunuyor. Sermayenin cevabı ise ücret artışlarının fiyatlara da yansıyacağı, bu nedenle sendikaların “sağduyulu”davranması gerektiği şeklinde…
Truss’ın istifası hiçbir şeye çözüm değil, mücadeleyi yükseltmek gerek
Morning Star
Başyazı
Liz Truss’ın istifası Muhafazakar Parti için bir utanç kaynağı ama hiçbir şeyi çözmüyor. Muhafazakarlar hâlâ iktidarda ve genel seçimlere gitmeden iktidarda kalmayı planlıyor.
Truss’ın istifası arifesinde hükümet işçi sınıfına yeni saldırılar planlıyordu; geri adım atmaları için milletvekillerine baskı yapılmazsa bu planlar da yürürlükte kalabilir.
Demir yolu işçileri sendikası RMT’nin Lideri Mick Lynch, posta işçilerinin grev mitinginde yaptığı konuşmada “bir rejimin son günlerini” yaşadığımızı söylemişti; grev haklarına yönelik son saldırının aşırılığı da çaresizlik belirtisi denebilir.
Daha önce Boris Johnson hükümeti de protesto haklarına yönelik saldırılarda bulundu.
Demokratik haklara yönelik saldırılar 2019 seçimlerinden bu yana Casusluk Yasası, Polis Yasası, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı ile artarak devam ediyor.
“Partigate” (Kovid kısıtlamaları döneminde başbakanlıkta yapılan partiler) skandallarının ardı arkası kesilmedi ama yasalar da kesintiye uğramadı. Boris Johnson’dan Truss’a geçiş bu süreci daha da yoğunlaştırdı.
Truss’ın yerine geçmek için yarışan milletvekillerinin grev karşıtı yasalar konusunda geri adım atacaklarını düşünmek için hiçbir neden yok. Bölünmüş Muhafazakar Partide birleştirici bir faktör kaldıysa, o da örgütlü emeğe yönelik düşmanlıktır.
Bu yüzden kıyameti koparmak gerek. Ulaştırma Bakanlığı tarafından ortaya atılan asgari hizmet şartı acımasız, distopik bir skandaldır.
Patronlar, grev kararı almış işçilerden istedikleri kadarını “asgari hizmet şartı” kapsamında işe çağırabilecek, Lynch’in ifadesiyle bu işçiler “zorunlu askerlik” yapacak.
İşçilerin itaatini sağlamak sendikalarının sorumluluğunda olacak ve sendikalar kendi grevlerinin kırılmasını sağlamadıkları takdirde sınırsız para cezasına çarptırılacak.
Zorla çalıştırma çağrısını reddeden herhangi bir işçi, haksız işten çıkarmaya karşı tüm koruyucu haklarını kaybedecek, işten atılabilecek.
Bu, hak ve özgürlüklere yönelik korkunç bir saldırı mı? Evet. Başarısızlığa mahkum, öngörülemez bir sapma mı? Hayır.
Antidemokratik saldırıyı tersine çevirmek için bunun hem mantıklı hem de genel olduğunu, İngiliz devlet politikasının yönü ile tamamen tutarlı olduğunu kabul etmek gerekir.
Son on yılda art arda yaşanan siyasi depremler, egemen sınıfa, yönetilenlerin rızasına artık bel bağlanamayacağını gösterdi.
Brexit’in yarattığı şoklar ve 2017’de başbakanlığa sosyalist ve antiemperyalist birinin (eski İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn) seçilmesine ramak kalmasının ardından, son on yılların en geniş ve en popüler grev dalgası yaşanıyor ve bu bazı açılardan egemen sınıf için daha da tehdit edici.
Daha iyi bir sözleşme talebiyle greve giden ve ücretlerini kaybeden işçiler, seçim günü oy kullanmaktan daha zor ve daha cesur bir şey yapıyorlar. Siyasi sisteme rutin katılım yoluyla değil, doğrudan patronlarına karşı durarak değişim istiyorlar.
Giderek kötüleşen ekonomik ve sosyal krizin ortasında azınlığın kârını korumak, etkili sendikacılığın bastırılmasını gerektiriyor. Muhafazakarlar bu göreve kendilerini adamış durumdalar.
Ancak Keir Starmer yönetimindeki İşçi Partisi, hem son hem de 2016 tarihli sendika karşıtı yasaları yürürlükten kaldırma vaadine rağmen grevleri desteklemiyor ve sendikalar konfederasyonu TUC’un konferansında yaptığı konuşma, ücretleri enflasyona karşı korumayı ya da demokratik hakların daha geniş bir şekilde yeniden tesis edilmesini taahhüt etmedi; (…) Starmer’ın otoriter eğilimin suç ortağı olması şaşırtıcı değil.
Britanya devletinin demokrasiye ve örgütlü emeğin gücüne karşı açtığı savaşa karşı mümkün olan en geniş direniş gösterilmeli.
Bu, zafere kadar grevleri yaymak ve sürdürmek anlamına geliyor. Bu, hayat pahalılığı krizi üzerine, politikacıların ölçebileceği belirli talepler etrafında örgütlenmiş bir halk protestosu dalgası inşa etmek anlamına geliyor.
Bu Muhafazakarları kovmak anlamına gelir; ancak bize karşı egemen sınıf mücadelesinin bir parçası olan İşçi Partisi liderliğiyle uzlaşmak anlamına gelemez.
Çeviri: Dış haberler servisi
Ücret fiyat sarmalı masalı
ArbeitZukunft
Ne zaman ücret ve maaş müzakereleri yakınlaşırsa ve sendikalar, şimdi IG Metall’in yaptığı gibi, ücret artışı talep ettiğinde, kapitalistler “ekonomi üzerindeki” yüksek yüklerden şikayet eder ve duvara “Ücret-fiyat sarmalı hayaletini resmederler.” Bu peri masalı, artan ücret maliyetlerinin (Eğer bunlar için mücadele edilirse) mal fiyatlarına yansıyacağını ve o zaman “hepimizin” artan mal fiyatları üzerinden ücret artışlarını ödemek zorunda kalacağımızı söyler. “Sonuçta metal işçileri bile gelir artışından yararlanamazlar çünkü her alımda yine kaybederler.”
İlk başta mantıklı geliyor, ama yanlış!
İlk olarak, eğer kapitalistler daha yüksek ücretlerin maliyetini ürünlerine kolayca yansıtabilseydi, o zaman metal ve elektrik sanayisi durumunda makineler, arabalar, elektrikli aletler vb. daha pahalı hale gelirdi, ama mobilya, yiyecek, giysi ve daha binlerce şey değil.
İkincisi: Federal İstatistik Dairesi “Statista”ya göre, personel maliyetleri 2013 yılında otomotiv tedarikçileri için toplam maliyetlerin sadece yüzde 18’ini oluşturuyordu; bugün oran kesinlikle daha da düşük. Bu durumda, eğer Metall’deki ücretler ve maaşlar gerçekten brüt yüzde 8 artarsa, bu, bu sektördeki fiyatlara sadece yüzde 1.44’lük bir artışla yansıyacağı anlamına gelir. Bu ise yüzde 9 olarak bilinen mevcut enflasyon oranının çok altında olacaktır.
Ama üçüncüsü: Marx, “Ücret-Fiyat-Kâr”da mal fiyatlarının keyfi olarak belirlenemeyeceğini, her zaman arz ve talebe bağlı olduğunu kanıtlamıştı. Yani malların fiyatları kapitalistler tarafından keyfi olarak artırılırsa, mallarına olan talep de düşecektir -aksi takdirde VW alacak olan bir araba alıcısının, VW çok pahalıysa Japon veya Fransız bir araba alma olasılığı daha yüksek olabilir. Kısacası: Meta emek gücünün fiyatı -yani ücret ya da maaş- yükselirse, aynı zamanda kâr da düşer. Elbette kapitalistler bunu genellikle üretkenliği artırarak, yani rasyonalizasyonla telafi etmeye çalışırlar.
Verimlilikteki artışlar ücretleri veya maaşları düşürmez, ancak ücret maliyetlerinin malların üretim maliyetleri içindeki payı azalır ve sermayenin emek üzerindeki gücü yeniden artar. Bu nedenle, sermaye üzerindeki talepler söz konusu olduğunda, sadece fiyat artışları için ücret tazminatı değil, aynı zamanda emek gücünün artan üretkenliği için tazminat da talep edilmelidir. Bu nedenle, tam ücret ve personel denkleştirilmesiyle 30 saatlik iş haftasını savunuyoruz!
Ayrıca: Mevcut ve gelecekteki toplu pazarlık turlarında söz konusu olan işçilerin örneğin bir VW Golf yerine bir Mercedes veya Porsche (veya birçok patron ve üst düzey yönetici gibi kendi özel jeti!) satın alabilmesini sağlamak değil. Hedeflenen özellikle gıda, yakıt ve ısınma alanında halihazırda gerçekleşmiş olan tüm malların fiyat artışlarını telafi etmek. Bu ise gelirde yaklaşık yüzde 12 brüt bir artış gerektiriyor. IG Metall şimdi sadece yüzde 8 talep ediyorsa, bu gerçekleşen enflasyonun telafisinin altında bile…
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel / 23.10.22