Faşizme karşı mücadele!

Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta İtalya'da faşist partinin seçim zaferi, İngiltere'de yeni başbakanın mali politikaları, Almanya'da ise artan yoksullukta koalisyon hükümetinin sorumluluğu tartışıldı.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 02 Ekim 2022
  • 09:30

İtalya’da faşist eğilimli İtalya’nın Kardeşleri (Fdl) partisinin seçim zaferi tartışılmaya devam ediyor. İtalya Komünist Platform tarafından gazetemize gönderilen analizde, FdI’nin seçim zaferi, Demokrat Parti’nin (DP) ve bu partiye bağlı sendika bürokrasisinin iş birlikçi ve oligarşi yanlısı siyasetinin çürümüş meyvesi olarak nitelendirildi. “Gerici hükümet İtalyan halkının hiçbir sorununu çözemeyecek ve geniş kitleleri fethedemeyecek; ancak onların hayat pahalılığından, yoksunluktan, yaygın sefaletten ve işten çıkarılmalardan duydukları hoşnutsuzluğu mücadele yoluyla ifade etme olanaklarını ellerinden almaya çalışacaktır” denildi.

Öte yandan İngiltere’de Başbakan Liz Truss’ın ilk büyük politikası finans piyasalarında sınıfta kaldı ve ekonomik güvenilirliği yerle bir oldu. Guardian gazetesi başyazısında, “Maliye Bakanı Kwarteng ve Başbakan Truss için bu tam anlamıyla bir felaket. İlk büyük politikaları mali piyasaların tepkisiyle karşılandı, ekonomik yeterlilik iddiaları yerle bir oldu” denildi.

Almanya’da da giderek daha fazla insan ücretsiz yiyecek içecek dağıtılan “tafel”lere güveniyor. Buralar, yardımsever kişilerin veya kullanma tarihi bitmiş ya da çürümek üzere olan gıda maddelerini gönderen süpermarketlerin sadaka merkezleri. Yardıma en çok gençler, yalnız ebeveynler ve ağır engelliler ihtiyaç duyuyor. Diğer yandan şirket kârları ise patladı. Junge Welt gazatesinden seçtiğimiz makalede “Almanya’da hükümet yoksullaştırıyor” denildi.

25 Eylül seçimlerinin sonuçları ve siyasi perspektifler üzerine

Seçimlerle ilgili en önemli veri 25 Eylül’de yapılan oylamaya katılım oranının yüzde 63.9’da kalmasıdır*. Çekimserler olgusunun yapısal olduğu ve giderek büyüdüğü, şu anda seçmenlerin üçte birinden fazlasını (yüzde 36.1) etkilediği görülmektedir. Bu kitleye boş (en az 650 bin) ve geçersiz (en az 350 bin) oy pusulaları da eklenmelidir; toplamda 18 milyon 5 milyon vatandaş seçim maskaralığını reddetmiştir.

Çekimserliğin açık bir sınıfsal ve popüler karakteri vardır: İşçi sınıfı mahallelerinin, sanayi bölgelerinin, metropollerin banliyölerinin, şehirlerin ve güney kırsalının sandıklarında, gençler ve halk tabakalarından kadınlar arasında giderek daha az oy kullanılmaktadır. Çekimser oyların ulaştığı düzey, emekçi kitlelerin geniş kesimlerinin ve yeni kuşakların, bu seçim turuyla büyük ölçüde gayrimeşrulaştırılan burjuva parlamentosuna, kurumlarına ve partilerine artan güvensizliğini, yabancılığını ve düşmanlığını göstermektedir.

Bu, burjuva demokrasisinin çürümesinin açık bir ifadesidir.

Neofaşizmin siyasi mutasyonunun bir sonucu olan Giorgia Meloni liderliğindeki aşırı sağ parti Fratelli d’Italia (FdI), yaklaşık yüzde 26 ile (burjuva yüzde yöntemine göre), yani gerçekte yüzde 16.6’lık bir konsensüsle birinci parti olmuştur. Merkez sağ koalisyonu oyların yüzde 43,8’ine ulaşmıştır (yani yüzde 30’un altında bir gerçek uzlaşmaya sahiptir). Bu koalisyonun topladığı oy sayısı yaklaşık 12,3 milyon olup 2018’de toplanan oylardan biraz daha fazladır. Sağın etkin seçmen ağırlığı 2008’den bu yana artmamış, aksine azalmıştır. FdI’nin başarısı, müttefikleri Lig Partisi ve Forza Italia’nın oy kaybıyla doğrudan ilişkilidir.

Meloni’nin partisi oligarşik Draghi hükümetine (FdI NATO yanlısı ve AB kurallarına saygılı bir partidir) karşı resmi muhalefetten faydalanarak muhafazakar ve gerici oyları kendi listelerinde toplamayı başarmıştır. FdI’ya oy verenler arasında küçük girişimciler, esnaf ve tüccarlar, orta ve zengin çiftçiler, profesyoneller, serbest meslek sahipleri, işçi sınıfı aristokrasisi, kamu görevlileri, ev kadınları... uzun süreli ekonomik durgunluktan endişe duyan, büyük sermayenin baskısının sonuçlarından muzdarip, borçlarla ve pandemi, savaş ve iklim krizinin sonuçlarıyla boğuşan kesimler vardı.

Faşizm yanlısı demagoji partisinin ele geçirdiği ilkesiz bir protesto, sömürülen kitlelerin geniş kesimlerinin duygularını yankılamakta, gerçek niyetlerini gizlemek için bunları hayali ve demagojik “programında” vicdansızca kullanmaktadır.

Büyük burjuvazi ve reformizm Melonİ’nin önünü açtı

İtalyan siyasi ekseninin aniden sağa kayması iki ana faktör tarafından desteklendi ve mümkün kılındı.

Birincisi, burjuvazinin en gerici kesimlerinin desteği. Ukrayna’da savaşın başlaması, enerji krizi ve yaklaşan durgunlukla birlikte, askeri-sanayi ve enerji tekellerinin, şiddetli rekabetle boğuşan sanayicilerin, eski ve yeni mali kliklerin, toprak sahiplerinin, çevreyi tahrip eden büyük inşaatçıların, gerici Katolik çevrelerin, mafyanın çıkarları daha da saldırgan bir şekilde ortaya çıktı.

Ülkeyi “pragmatik” bir şekilde Meloni’ye teslim eden bu güçler, daha fazla artı değer elde etmek ve ücretli işçilerin haklarını inkar etmek, kârlarını ve ekstra kârlarını korumak, uluslararası pazarlarda rekabet edebilmek için giderek daha fazla devlet desteği almaktadır. Milano Borsasının olumlu tepkisi bunu doğrulamaktadır.

İkinci olarak, FdI’nin seçim zaferi Demokrat Parti’nin (DP) ve bu partiye bağlı sendika bürokrasisinin iş birlikçi ve oligarşi yanlısı siyasetinin çürümüş meyvesidir.

Sosyal demokrat ve reformist liderler, yıllar süren açık iş birlikçi politikalarla, oligarşi yanlısı, özelleştirmelerle, İş Yasası ve patronlar lehine diğer yasalarla, işçi haklarının tasfiyesiyle, faşizmin rehabilitasyonuyla, komünizm-faşizm denklemiyle vb. aşırı sağa giden yolu açtılar. DP liderleri ve sendika bürokrasisi tarafından inatla sürdürülen işçi sınıfının bölünmesi ve felç edilmesi, burjuvazinin gerici güçlerinin işine yaradı.

Daha da gerici bir hükümet

İşçi karşıtı, savaş kışkırtıcısı, otoriter bir hükümet hazırlanıyor; İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana en gerici hükümet.

Devletin restorasyonu ve faşistleştirilmesi, direnişin kriminalize edilmesi ve Anayasanın gerici bir şekilde yeniden yazılması, yeniden silahlanma, işçilerin, göçmenlerin, kadınların, gençlerin haklarına, siyasi, sendikal ve sivil özgürlüklere saldırı, antikomünizm hükümeti.

Bu hükümet, İşe, ekmeğe ve barışa aç çalışan çoğunluğa hükmeden sömürücü, gerici, şovenist bir azınlığın hükümeti olacaktır.

Ancak hükümet geniş bir kitle tabanı olmadan ortaya çıkacaktır. Meclislerde görünüşte sağlam bir parlamento çoğunluğuna sahip olacak, ancak gerçek ülkede bir azınlık olacaktır. Sınıf çatışmalarının derinleşeceği bir dönemde proletaryayı ve emekçi kitleleri kontrol etmek için yeterli kaldıraçlara sahip olmayacaktır.

Gerici hükümet İtalyan halkının hiçbir sorununu çözemeyecek ve geniş kitleleri fethedemeyecek; ancak onların hayat pahalılığından, yoksunluktan, yaygın sefaletten ve işten çıkarılmalardan duydukları hoşnutsuzluğu mücadele yoluyla ifade etme olanaklarını ellerinden almaya çalışacaktır. Demagoji ve vaatlerle onları hareketsiz bırakmaya çalışacak, protesto hareketlerini devlet şiddetiyle bastıracaklardır. Meloni’nin “ılımlı” maskesi yakında düşecek.

Komünistlerin görevleri

Ciddi ekonomik durum, enerji, çevre ve sağlık krizi, savaşın ve borçların ağırlığı, AB’nin başka para vermek için koyacağı katı koşullar, uluslararası anlaşmazlıklar ve hepsinden önemlisi hoşnutsuzluk ve sınıf mücadelesinin yeniden başlaması, bir sonraki hükümeti ve onu destekleyecek güçlerin “uyum ruhunu” zayıflatacaktır.

İşçi sınıfı, yaşam koşullarında radikal bir iyileşme olmadan yaşayamaz. Bu nedenle kapitalistlere ve onların “yeni” hükümetine karşı kitlesel mücadelenin gelişmesi kaçınılmazdır. Mücadelenin ağırlık merkezi parlamento dışında, fabrikalarda ve sokaklarda olacaktır. Reformistler ve oportünistler için bu hareketin gelişimini engellemek giderek zorlaşacaktır.

İşçi sınıfı ve sendikal hareketin mücadele birliğini desteklemek için işçi sınıfı içinde günlük ve sistematik olarak çalışmak, işçi sınıfının; işçi, halk ve gençlik kitlelerinin mücadele iradesini somutlaştıran, birbirini koordine eden organizmalar (komiteler, konseyler vb.) inşa etmek gerekir.

Her türlü pasiflik, hareketsizlik, bekleme, muhalefet politikasını, reformistlerin ve oportünistlerin oyalama ve bölme manevralarını reddetmek, derhal eyleme, çalışmaya ve iş için, ekmek için, barış için, işçilerin özgürlükleri için, gerici dönüşe ve faşizme karşı mücadeleye geçmek gerekir.

Sonbahara kadar genel grev gerçekleştirmek ve burjuvaziyle yüzleşmek ve onun egemenliğine son vermek için işçi sınıfı tarafından yönetilen bir halk cephesinin temellerini atmak amacıyla işçilerin katılımına ve seferberliğine ivme kazandırarak mücadele zemininde sınıf birliği sağlanmalıdır.

Bu durum, işçi kitleleri arasında, fabrikalarda, sendikalarda ısrarlı ve metodik bir çalışma yürütmek, protestolara, grevlere katılmak, işçi hareketinin niteliğini dönüştürmek, oportünist ve revizyonist pozisyonlara karşı sosyalizmi inşa etmek için kapitalist-emperyalist sistemden devrimci kopuş fikrini-gücünü ona katmak için örgütlenmelerini güçlendirmek koşuluyla komünistler için verimli bir zemin sunmaktadır.

Seçim sonuçları, işçi sınıfının burjuvazi ve gericiliğe karşı zaferle mücadele etmek için Marksist-Leninist teori ve proleter enternasyonalizmi temelinde bir proletarya partisi inşa etme ihtiyacını doğrulamaktadır.

İleri işçiler ve gerçek komünistler için bu tarihi dönüm noktasına doğru ilerlemenin zamanı gelmiştir.

*İtalya Proletarya Komünist Partisi için Komünist Platform - 28 Eylül 2022

(Çeviren: Dış Haberler Servisi)

İngiltere’de mali kriz: Hükümetin eseri

The Guardian
Başyazı

Politikacılar ve gazeteciler “kriz” kelimesini çok sık kullanırlar, ama arada sırada bu terim gerçekten de yerindedir. İngiltere Merkez Bankasının çarşamba günü mali piyasalara acil müdahalesi, banka, hükümet ve halk için bir kriz niteliği taşıyor. Bu başbakanlıkta yaşanan bir kriz ve henüz sona ermiş değil.

Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng önceki cuma günü bir mini bütçe açıkladı. Aslında 45 milyar sterlinlik vergi indirimiyle son 50 yılın en önemli bütçelerinden biri oldu. Bu indirimler seçmenlerin büyük bir kısmı tarafından talep edilmemişti. Birçok işletme ve ekonomist bunların gereksiz, hatta savurgan olduğunu düşünüyordu. İki yıl boyunca 150 milyar sterlin değerinde bir enerji destek paketinin ardından ve Birleşik Krallık ithal yakıt, gıda ve mamul mallara ödeme yapmak için daha fazla borçlanmak zorunda kalırken geldi. Ama Bakan, yatırımcıları tüm bu harcamalar için hazırlamamış, Bütçe Sorumluluk Ofisinin hesaplarını kontrol etmesine izin vermemiş ve Hazinenin En Üst Düzey Memuru Tom Scholar’ı da görevden almıştı. Kwarteng, Liz Truss ile birlikte aylarca Hazinenin “abaküs ekonomisini” kınamış ve İngiltere Merkez Bankasında bir dönüşüm talep etmişti.

Tüm bu kurumsal istikrarsızlık ve baştan savma politika karşısında piyasalar inanılmaz derecede kötü tepki verdi. Sterlin çöktü ve tahvil piyasaları neredeyse dondu. Bütçenin yazılmasına yardımcı olan serbest piyasa düşünce kuruluşları ve medyanın önde gelenleri artık iddia ettikleri gibi kapitalizm uzmanı olmaktan çok, seçmen ve yatırımcılardan farklı bir gezegende yaşayan aşırılık yanlısı kabadayılar gibi görünüyorlar.

Büyüme ya da eşitsizlikle mücadele konusundaki endişeleriyle tanınmayan IMF bile Maliye Bakanının planlarını eleştirdi. IMF, İslamabad veya Kigali’deki politikacıları tokatlamakta sorun görmez; ama en büyük ortakları arasında yer alan G7 ülkelerini eleştirme konusunda genellikle daha ihtiyatlıdır.

Brexit oylamasından altı yıl ve üç başbakan sonra Birleşik Krallık dünya sahnesinde oldukça yalnız görünüyor. (Brexit sonrası AB ile yaptığı) Kuzey İrlanda protokolünü yırtıp atabileceğini ve her türlü uluslararası anlaşmadan çekilebileceğini düşünen hükümeti, aksi takdirde destek verebilecek eski müttefikleri soğuk karşıladı.

Çarşamba günü Merkez Bankası, Kwarteng’i kendi yarattığı karmaşadan kurtarmak için uzun vadeli devlet tahvilleri satın alarak devreye girmek zorunda kaldı. Bu tek seferlik bir kurtarma operasyonu değil, ekim ortasına kadar sürecek günlük alımlardan oluşan bir program olacak. Tahvil alım satımı yapanlar geçtiğimiz hafta tahvil satarak tek yönlü bir bahis oynadılar. Şimdi de iki hafta boyunca tek yönlü alım yapma şansları var. Onlar için güzel bir iş.

Ama Merkez Bankası için bu büyük bir karmaşa. Niceliksel genişlemeyi tersine çevirmek istedi, şimdi biraz daha fazlasını yapıyor. Faizleri artırmayı planlıyordu, şimdi daha erken artırması için baskı altında. Görünüşe göre Bailey normal şekilde devam edebileceğine ve bir sonraki faiz kararını kasım ayında planlandığı gibi meslektaşlarıyla birlikte alabileceğine inanıyor. Bu artık makul görünmüyor.

Maliye Bakanı Kwarteng ve Başbakan Truss için bu tam anlamıyla bir felaket. İlk büyük politikaları mali piyasaların tepkisiyle karşılandı, ekonomik yeterlilik iddiaları yerle bir oldu. İşçi Partisi Lideri Keir Starmer’ın söyleyebileceği hiçbir şey, anketlerdeki oy oranını bu ikilinin kamuoyu önündeki işe yaramazlığı kadar arttıramaz. Merkez Bankasının manevraları işe yarasa bile, sonuçları çok daha yaygın bir şekilde, daha yüksek ipotekli borçlanma faturaları ve yüksek ithalat fiyatları olarak hissedilecektir.

Ayrıca hükümet şimdiden harcamalarda önemli kesintiler ima ediyor. Bu ise Muhafazakarların hastane, polis ve okullar için büyük harcamalar vadeden 2019 manifestosuna aykırı olacak, kamu hizmetlerini ve zaten tehlikeli bir şekilde kötü durumda olan kamu alanını daha da aşındıracaktır.

(Çeviren: Dış  Haberler Servisi)

Almanya’da hükümet yoksullaştırıyor

Simon ZEISE
Junge Welt

Ülkedeki en yoksullar için hayat gittikçe zorlaşıyor. Yaklaşık 1.1 milyon kişi, yani nüfusun yüzde 1.3’ünden biraz azı, 2020’nin ilk yarısında “tafel”den gelen gıda bağışlarına muhtaç durumdaydı. Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) tarafından çarşamba günü yayımlanan bir araştırmaya göre, bu eğilim giderek artıyor: DIW, “Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından bu yana ve fiyat artışlarının ardından gıda bankalarına daha fazla başvuruluyor” açıklamasında bulundu. Bedava yiyecek içecek dağıtılan tafeller şimdi iki milyondan çok daha fazla gıda alıcısı olduğunu varsayıyor.

Buralara bağımlı olan kişilerin yaklaşık dörtte üçü, incelenen dönem boyunca kazanç getiren bir işte çalışmamış durumda. Ancak ücretli emek de Almanya’da insanları yoksullaştırıyor. Gıda bağışı alanların üçte ikisi yoksulluk riski eşiğinin altında bir gelire sahip. Hatta yüzde on ikisinin tam zamanlı bir işi vardı. Özellikle acı bir durum ise gıda bağışı alanların dörtte birinin reşit olmayanlardan oluşması.

Sosyal dernek VdK’nin Başkanı Verena Bentele yaptığı açıklamada, yalnız ebeveynlerin ve ağır engelli insanların “tafel”lere bağımlı olmasının “özellikle endişe verici” olduğunu söyledi. Bentele’ye göre “tafel”lerin görevi uzun vadede yoksulluğu ortadan kaldırmak değil: “Aksine, bu devletin görevi. Koalisyon hükümeti, ciddi bir hastalık nedeniyle artık çalışamayacak durumda olan herkesin, geçimlerini sağlamaya yetecek bir iş gücü kaybı aylığı almasını sağlamak zorunda. Bekar anne ve babalar için, onlara ve çocuklarına ulaşacak aile politikası yardımlarına ihtiyaç var. Temel gelir desteği için standart oranlar da yoksulluğu önleyici olmaktan uzak. Standart kurdaki 53 avroluk artış, sadece hızla buharlaşan enflasyonist bir ayarlama. Eğer tutarlı önlemler almazsak, ücretsiz gıda maddesi dağıtan tafellerin önündeki kuyruklar daha da uzayacak”

Ancak federal hükümet sosyal derneklerin taleplerine kulaklarını tıkamış görünüyor. Çarşamba günü kabine, şirketlerin çalışanlarına 3 bin avroya kadar vergisiz ikramiye ödemesine olanak tanıyan bir düzenlemeyi kabul etti. Ancak, gönüllülük temelinde, şirket patronları bunu yapmak zorunda değil. Hükümet önceliklerini gizlemiyor: Maliye Bakanı Christian Lindner (Hür Demokrat Parti FDP) planı açıklarken “Alman ekonomisinin krizle başa çıkabilmesi için esnekliğe ihtiyacı var” dedi.

Aynı zamanda, sosyal harcamaları finanse etmek için kullanılan kaynaklar da adeta kabarmaktadır. Münih Teknik Üniversitesi (TU) tarafından yapılan hesaplamalara göre, Dax’ta listelenen şirketlerin yöneticileri 2021 yılında ortalama olarak bir şirket çalışanının 53 katı kadar kazandı. Bir önceki yıl bu oran yine 1’e 47 idi. TU Münih araştırmacıları çarşamba günü yaptıkları açıklamada, “Maaşlardaki artış, geçtiğimiz mali yılda kârlarda yaşanan patlamadan kaynaklandı” dedi. Verilere göre, şirket başkanları da dahil olmak üzere Dax yönetim kurulu üyelerinin maaşları geçen yıl yüzde 24 artarak ortalama 3.9 milyon avroya yükseldi. Almanya’daki çalışanlar ise geçen yıl reel ücret kayıplarıyla ay sonunu getirmek zorunda kaldı.

(Çeviren: Semra Çelik)

Evrensel / 02.10.22