Savaş, enflasyon, yükselen fiyatlar ve artan yoksuluk…

Avrupa’da güçlenen sınıf mücadelesi zemini

Emperyalist metrepollerde sermayenin emeğe dönük sosyal ve ekonomik saldırılarını, siyasal cephedeki saldırılar tamamlamaktadır. Demokratik hak ve özgürlüklerin sistemli biçimde budanması, polis rejimi uygulamalarının olağanlaştırılması, çıkarılan polis ve yabancılar yasası ile “anti-terör” yasaları, siyasal saldırıların başlıcalarıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 23 Ekim 2022
  • 19:00

Dünya çapında sermayenin emeğe karşı ekonomik ve sosyal alan başta olmak üzere çok yönlü saldırısı, emperyalist metrepollerde de giderek şiddetleniyor. ‘80’li yıllar, bu saldırıların başlangıcı olmuşken ‘90’lı yıllar da buna yeni bir ivme kazandırmıştı. 2000’li yıllardan itibarense saldırılar giderek daha da tırmandırıldı. Ekonomik ve sosyal yaşamın hemen her alanında ağır sonuçlara yol açan bu saldırılar, sosyal kötülükleri azdırdı, servet-sefalet uçurumunu derinleştirdi. Ekonomi başta olmak üzere çok yönlü şiddetli bir krizin ortasında en zengin kapitalist metropollerde bile işçi sınıfının ve emekçilerin uzun yıllar boyunca dokunulmaz kabul edilen kazanımları bir dizi alanda tırpalanmaktadır. İşçi sınıfının kemerleri sürekli sıkılır ve ödediği bedeller sürekli ağırlaşırken kapitalist tekeller devasa kârlar elde etmeye devam etmektedir.

Emperyalist-kapitalist dünyanın içinde bulunduğu durum, sermayenin emeğe karşı saldırılarını adeta bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Dolayısıyla emperyalist burjuvazinin işçi sınıfı başta olmak üzere emekçilerin bedellerle elde edilmiş kazanımlarına yönelik saldırısı, günden güne şiddetlenerek sürecektir. Ekonomik bunalımın emekçilere fatura edilmesi, şiddetlenen ekonomik rekabet ve ticaret savaşları, emperyalist nüfuz mücadeleleri, bunun ürünü olan silahlanma yarışı, artan emperyalist saldırganlık ve yerel savaşların maliyeti, Ukrayna savaşı gibi gelişmelerin çok yönlü sonuçları vb. emperyalist burjuvaziyi buna mecbur bırakmaktadır. Bu ve benzeri gelişmeler, emek-sermaye çelişmesini daha da şiddetlendirmekte, burjuvazi ile proletarya arasında yaşanması kaçınılmaz olan büyük çatışmaları mayalayıp hızlandırmaktadır.

Özellikle de Ukrayna savaşından bu yana bütün dikkatlerin, olası bir nükleer tehdite, Rusya ile NATO arasındaki savaşa, Tayvan üzerinde Çin’le artan gerilime, emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmelerin keskinleşmesine, emperyalist saldırı, müdahale, tehdit ve savaşlara odaklandığı bir durumda, bu temel gerçeği, emek-sermaye çelişkisini karartmaya dönük tutumlara karşı mücadele, özel bir önem taşıyor. Burjuvazinin sonu gelmeyen ve daha da azacak olan pervasızlığa varan saldırıları devam ediyor. Örneğin kapitalizmin vitrini kabul edilen İsviçre gibi bir ülkede bile kadınların emeklilik yaşının 65’e çıkarılması ve giderek 67’nin hedeflenmesi, emek-sermaye arasındaki çelişkiyi, özellikle de ‘90’lı yıllardan beri kapitalist metrepollerde de şiddetlenmektedir. Yıllardır Avrupa’da da işçi sınıfının saldırılara karşı duyduğu tepkiyi ortaya koyan sayısız grev, genel grev, çeşitli biçimlerde direniş ve kitle hareketleri, bunun dolaysız sonuçları, gelecekteki fırtınaların da habercisidir.

Emperyalist metrepollerde sermayenin emeğe dönük sosyal ve ekonomik saldırılarını, siyasal cephedeki saldırılar tamamlamaktadır. Demokratik hak ve özgürlüklerin sistemli biçimde budanması, polis rejimi uygulamalarının olağanlaştırılması, çıkarılan polis ve yabancılar yasası ile “anti-terör” yasaları, siyasal saldırıların başlıcalarıdır. Amaçsa daha da gelişecek ve sertleşecek olan sınıf ve kitle hareketlerine karşı şimdiden yasal ve kurumsal hazırlıktır. Böylece o pek övünülen liberal demokrasisinin gerçek yüzü ve sahteliği de ortaya çıkmaktadır.

Ukrayna savaşının emperyalist metrepollerdeki iktisadi ve sosyal sonuçları

ABD emperyalizmi ve Batılı müttefikleri ile Rusya, Ukrayna üzerinden çok boyutlu bir savaş halindedirler ve bu savaş NATO tarafından tırmandırılak sürmektedir. Neredeyse birinci yılını dolduracak olan bu savaşın, daha şimdiden dünya ölçüsünde çok önemli siyasal, iktisadi, sosyal ve kültürel sonuçları oldu. Ukrayna savaşının hemen ardından Ekim’in Haziran 2022 tarihli, 324. sayısındaki "Ukranya krizi sonrası dünya" başlıklı değerlendirmede, günümüzün dünya kapitalist ekonomisinin, "birbirine bin bir bağla sıkı sıkıya bağlı organik bir bütün" olduğu vurgulanmakta, şu veya bu ülkeyi hedef alan "ekonomik-finansal ambargoların, aynı zamanda sistemin bütününü de gerisin geri vuran bir silaha dönüştüğü" temel gerçeğine işaret etmektedir. Hedef ülkenin, pazar ve hammadde kaynağı bakımından son derece önemli olan Rusya gibi büyük bir ülkeyse eğer, "Rusya’ya uygulanan ambargo Batılı kapitalist tekeller kadar özellikle yakıt ve gıda fiyatları üzerinden geniş tüketici kitlelerini de derinden etkileyecek, böylece sistemin çok yönlü krizini de ağırlaştıracaktır” demektedir.

Savaşın muhtemel iktisadi ve sosyal sonuçları konusunda yapılan bu değerlendirme, gelinen bugünkü aşamada gelişmelerin sağladığı açıklıklarla da doğrulanmıştır. Savaşın yol açtığı iktisadi ve sosyal sonuçlar, özellikle de enerji ve gıda fiyatlarındaki artışlar ve bunun işçi ve emekçi kitleler üzerindeki yıkıcı sonuçlar bunu kanıtlarıdır. Son üç yıldır pandeminin yarattığı yükleri emekçilere fatura eden kapitalist hükümetler, şimdi de buna, Ukrayna savaşının ve silahlanmaya ayrılan devasa mali kaynakların yarattığı yükleri eklemiş bulunuyorlar. Rusya’ya karşı uygulanan kapsamlı ambargonun yıkıcı sonuçları da Avrupalı işçi ve emekçilerin sırtına bindirilmektedir. Dolayısıyla Ukrayna savaşı, Batılı emperyalist hükümetler tarafından emekçilerin sosyal hak ve özgürlüklerini hedef alan kapsamı ve şiddeti günden güne artacak olan saldırıların yeni vesilesi yapılmaktadır. Zira bugün Avrupa’da burjuvazinin kitlelerin önüne sürebileceği hiçbir gelecek umudu ve projesi kalmamıştır.

AB ülkelerinde enflasyonda patlama ve büyüyen yoksulluk

Ukrayna savaşının AB’de yol açtığı temel sorunlardan biri enerji krizidir. Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanları enerji krizinden çıkış yolu arıyorlar. 20 Ekim günü, 27 AB ülkesi patlayan enerji fiyatlarını nasıl sınırlayabileceklerini görüşmek için toplandı. Ancak bir çıkış yolu bulmakta anlaşamadıkları yansıyan haberler arasında. Rusya’ya karşı, özellikle enerji sektöründe uygulanan ekonomik yaptırımlar, petrol ve gaz fiyatlarının artmasına yol açarak onlarca yılın en yüksek enflasyonunu tetikledi. Euro bölgesinde Temmuz ayında yüzde 8,9 olan enflasyon, yeniden hızlandı. Baltık ülkeleri özellikle sert darbe aldı. Almanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere, Batı Avrupa’daki en yüksek enflasyonu yaşıyor. Ücretlerin daha düşük ve fiyatların daha yüksek olduğu Doğu Avrupa’da durum daha da vahim.  

Enflasyon yükseliyor, ücretler eriyor, gaz, elektrik, yakıt, gıda ve kira fiyatları patlıyor. Euro bölgesindeki fiyatlar, Euro’nun ortak para birimi olmasından bu yana hiç olmadığı kadar hızlı yükseliyor. Örneğin Almanya’da son bir yılda gıda fiyatları yüzde 12,7, enerji fiyatları yüzde 38 arttı. Doğu Avrupa ülkelerinde fiyatlar kıtanın batısında olduğundan çok daha fazla artıyor. Gelirlerse, fiyat artışları karşısında eriyor. Örneğin, Almanya’da ücretler yalnızca yüzde 2,9 artarken, fiyatlar yüzde 8,5 arttı. Böylece, Federal İstatistik Dairesi tarafından hesaplandığı üzere, reel ücretler bir yıl içinde ortalama yüzde 4,4 düştü. Büyük Britanya’da, haneler için resmi enerji fiyatının yüzde 80 arttığı ifade ediliyor. Sonuç olarak tüm İngiliz hanelerinin yaklaşık yüzde 50’si yoksulluğa düşme riskiyle karşı karşıya. Diğer Avrupa ülkelerinde de durum benzerdir. Dolayısıyla hayat pahalılaşıyor, yoksulluk artıyor. Bunları elektirik kesintileri, sıcak su ve ısıtıcıların daha az kullanımı zorunluluğu izliyor.

İşçi sınıfı ve emekçilerin hanelerine ağır bir yük getiren fiyat artışları, on milyonlarca işçi sınıfı ailesine, açlıktan ya da donmak arasında bir seçim sunuyor ya da her ikisi. 20. yüzyılın tüm deneyimlerinin de doğruladığı gibi emperyalist savaşlar, içerde işçi sınıfı ve emekçilerin acımasızca baskı altına alınmasını, sömürülmesini ve tüm faturaların onlara ödetilmesini zorunlu kılmaktadır. AB’nin kapitalist hükümetleri, sosyal kötülüklerin sonuçlarını "Ukrayna’da demokrasi ve özgürlüğü savunmak" için yapılacak bir fedakarlık olarak sunuyor. Avrupa’nın işçi ve emekçilerine “barış için" bunlara katlanılması gerektiğini vaaz ediyor. Ama dış politikaları barışa değil, savaşa dayanıyor. Resmi propagandanın yansıttığının aksine, NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü vekalet savaşı, ‘‘barış, özgürlük ve demokrasi" için bir savaş değil, dünyayı yeniden paylaşmak için bir emperyalist savaştır. ABD ve Avrupalı ​​müttefikleri petrol, gaz ve diğer hammaddelerin kontrolünü ele geçirmeye çalıştığı için Balkanlar, Irak, Afganistan, Libya, Suriye ve diğer ülkelerdeki canice savaşları da bunun için yürüttü.  

AB ülkelerinde büyüyen hoşnutsuzluk ve biriken mücadele dinamiği  

AB ülkelerinin işçi ve emekçileri, Rusya ve Çin’e karşı yürütülen silah çılgınlığının, Ukrayna savaşını kışkırtmanın ekonomik-sosyal bedelini ödüyor. Giderek daha az insan doğalgaz vergisinden Putin’in sorumlu olduğuna ve silahların ve yaptırımların barışı sağlamayacağına inanıyor. YouGov’un anketine göre, her şey için Rusya’nın suçlanması emekçilerde güven kaybına neden oluyor. Giderek daha geniş kitleler, sorumluluğu enerji şirketlerinde ve kendi hükümetlerinde görüyor. Enerji şirketleri rekor kârlar elde ederken ve devlet tarafından milyarlarca euroluk zararları tazmin edilirken, kendi haklarına yönelik büyük saldırı dalgası emekçiler üzerinde uyarıcı etkide bulunuyor. NATO’nun Ukrayna’da "demokrasiyi, özgürlüğü ve bağımsızlığı" savunduğu yalan propagandasına giderek daha az inanılıyor. Nükleer bir tırmanış tehlikesine rağmen savaşı körükledikleri devasa silah teslimatları reddediliyor. 

Kapitalist tekellerin kârları yükselirken, özellikle de büyük çokuluslu petrol devi ExxonMobil, Chevron, Shell, BP, TotalEnergies ve Eni gibi büyük enerji şirketleri para içinde yüzüyor ve 2022’nin ikinci çeyreği için toplam 64 milyar doların üzerinde kazanç bildiriyorken emekçiler perişanlığa mahkum ediliyor. Dolayısıyla işçi ve emekçiler arasında Ukrayna’daki savaş gerçeğine ilişkin sorgulamalar başlamış bulunuyor. "Bu savaş bizim savaşımız değil!", "Rusya’ya karşı ekonomik savaşa hayır!" itirazları yaygınlaşıyor. "Soğuğa, açlığa, donmaya hayır", "Ücretleri, emekli maaşlarını, sosyal yardımları enflasyona göre ayarlayın!", "vatandaşların yararı için Kuzey Akımı 2’yi açın!" gibi talepler daha fazla yükseliyor.

Tüm bunlar sınıfın ve emekçi kitlelerin büyük hoşnutsuzluğunu ve öfkesini mayalamakta, dipten dibe patlayacak enerji biriktirmekte, sınıflar mücadelesinin her düzeyde ve biçimde boy vermesinin zeminini hazırlamaktadır. Dolayısıyla AB ülkelerinde de sınıf mücadelesinin sertleşeceği bir döneme giriliyor. Bundandır ki hemen tüm AB şefleri, artık toplumsal huzursuzluk konusunda uyarıyor. "Sivil huzursuzluk" ya da "Halk ayaklanması" beklentisi emperyalist şeflerce daha bir sıklıkla dillendiriliyor. Zira ektikleri rüzgarı fırtına olarak biçeceklerini biliyorlar.