1- Geride kalan yıl içinde toplanan TKİP VI. Kongresi, “Ortadoğu, Türkiye ve Kürt Sorunu” başlığı altında, gündemdeki gelişmeleri anlamamıza ışık tutan şu değerlendirmeye yer vermişti: “Türk sermaye devletinin Ortadoğu halklarına karşı izlediği suç çizgisinin son birkaç yıldır özellikle yoğunlaştığı hedef, mazlum Kürt halkının kazanımlarıdır. Öylesine ki, emperyalizmin ve siyonizmin taşeronu olarak gündeme getirilen ve Suriye’yi yıkıma uğratan politika iflas ettiğinden beri, Ortadoğu’ya ilişkin Türk dış politikasının ekseninde artık esas olarak Kürt sorunu, Kürtlerin bölgesel düzeydeki kazanımlarının bloke edilmesi, olanaklıysa tasfiyesi vardır. ABD ve Rusya’yı bir arada idare etmeye, Ortadoğu’da karşı karşıya duran bu iki büyük emperyalist güç arasındaki çekişmenin yarattığı manevra olanaklarından yararlanmaya dayalı politikanın ekseninde de bu aynı hedef ve hesap vardır. Fakat bu politika, son birkaç yılın gelişmelerinin de açıkça gösterdiği gibi, komşu ülkelerin belirli bölgelerini işgal etmek ve olanaklıysa elde tutmak biçimindeki sinsi hedef ve hesapların bahanesi olarak da kullanılmaktadır. Dinci cihatçı çetelere kol kanat germek aynı zamanda bu hesabın bir parçasıdır.” (TKİP VI. Kongresi Bildirgesi, Aralık 2018)
2- Dinci-faşist iktidar aylardır hazırlıklarını ve emperyalist merkezlerle kirli pazarlıklarını yaptığı Suriye Kürdistanı’na yönelik gerici imha savaşını, bu pazarlıklardan aldığı sonuç üzerine nihayet başlattı. İç ve dış politikada kirli hesaplara dayanan ve tüm bölgeyi yeniden ateşe verme potansiyeli taşıyan bu tepeden tırnağa haksız ve gerici savaşın sorumluları ona “Barış Pınarı Harekâtı” ismini uygun görmüşler. Bu, Türk burjuva gericiliğinin politik-ahlaki çürümüşlüğünün vardığı sınırları gösteriyor. Aynı sinik arsızlık Afrin’de binlerce insanın hayatına malolan yıkım savaşının “Zeytin Dalı Harekâtı” olarak isimlendirilmesinde de kendini göstermişti.
3- Türk burjuva gericiliğinin tüm kesimleriyle ardında mevzilendikleri ve hararetle destekledikleri bugünkü savaş tümüyle haksız ve gerici bir saldırı savaşıdır. Kirli hesapların ve kirli pazarlıkların ürünüdür. Halihazırdaki açık ve kısa vadeli hedefi, Suriyeli Kürtlerin kendi yaşadıkları topraklarda elde ettikleri haklı ve meşru kazanımlarını yoketmektir. Olayların seyrine göre kendini gösterecek olan örtülü ve uzun vadeli hedefi, sınır boyunca Suriye topraklarının bir kısmını ilhak etmektir. Besleme cihatçı çetelerin ele geçirilen bölgelere yerleştirilmesi ve Kürt nüfusu hedef alan etnik temizlik planları bu amaca yöneliktir.
4- Haksız ve gerici saldırı savaşının iç politik yaşama dönük kirli hesapları daha az önemsiz değildir. Bu hesapların ilki daha ilk adımda elde edilmiştir. Düzen muhalefeti firesiz bir gerici blok halinde Tayyip Erdoğan etrafında kenetlenmiştir. Bu konuda düzen solunun tablosu özellikle ibret vericidir. CHP, sözde Tayyip Erdoğan alternatifi Ekrem İmamoğlu, tüm kesimleriyle “ulusalcılar”, halen Tayyip Erdoğan’ın “milli dava” etiketi altında sunulan kirli davasını onun ağzıyla savunur ve destekler konumdadırlar. Bu kesimlere ait yayınlar sürmekte olan saldırı savaşının seyrini adeta genelkurmay bülteni diliyle aktarmaktadırlar.
Ama bu, mazlum bir halk topluluğuna karşı yürütülen gerici imha savaşının iç politikaya yönelik en önemsiz ve en kolay, daha ilk günde kendiliğinden elde edilebilen sonucudur. Bununla kıyaslanamayacak önemde olan asıl hedeflere gelince. Bunlardan ilki ve şu sıra en önemlisi, ağır ekonomik krizin sonu gelmeyen faturasına karşı öfke ve tepkisi günden güne büyüyen işçilerin ve emekçilerin bir kez daha kudurgan bir şovenizmle zehirlenip sersemletilmesi, böylece tümden etkisizleştirilmesidir. İkincisi, zaten sınırlı kırıntılar düzeyine indirilmiş demokratik hak ve özgürlüklerin tümden askıya alınması, sesini çıkarmaya yeltenecek olanların bu kez savaş bahanesiyle anında ezilmesidir. Bunun bir uzantısı olan üçüncüsü, bizzat kendi öz kardeşlerine yönelen bu gerici savaşa kaçınılmaz olarak karşı çıkacak olan Türkiye’deki legal Kürt hareketinin kriminalize edilmesi ve olanaklıysa legal alandan tasfiyesidir. Bu yerel seçimlerden beri zaten başlamış bir süreçti ve gerici savaşla birlikte yeni boyutlar kazanacağı kesindir.
5- Savaş histerisinin ortalığı kapladığı bugünkü koşullarda bu hesaplar kısa dönemli olarak umulan sonuçları belli sınırlar içinde verecektir. Ama alanı ve kapsamı bakımından öncekilerden çok farklı olan bu yeni saldırganlığın sermaye devleti için içinden çıkılması zor bir batağa dönüşmesi de kuvvetle muhtemeledir. Suriye üzerine emperyalist hesapları konusunda halen işleri bir uzlaşma ve denge içinde götüren ABD ile Rusya’nın hayırhah onayları dışında saldırganlığın diplomatik alanda halen yaşamakta olduğu tecrit hali, yaşanacak sıkıntıların uluslararası ilişkiler alanındaki ilk göstergeleridir. Savaşın uzaması durumunda insani, maddi ve mali açıdan yaratacağı ağır faturanın Türkiye toplumu üzerindeki etki ve sonuçları ise tüm başlangıç hesaplarını tersyüz edebilir.
6- Tüm ikiyüzlü açıklamalara rağmen saldırı savaşının önünün ABD emperyalizminin onayıyla açıldığı gözler önündedir. Bu onayı sağlayan kirli pazarlıkların kapsamını henüz bilmiyoruz. Fakat bundan bağımsız olarak, yıllardır bölgede ve özel olarak da Suriye’de, Türk burjuva gericiliği ile Kürt hareketini kendi ekseninde uzlaştırmaya yönelik bir politika izleyen ABD emperyalizminin, bunda başarısız kaldığı her durumda Türk burjuva gericiliğini tercih edeceğini bilmek herhangi bir güçlük taşımıyordu. Bunun Türkiye’deki yakın dönem örneğini, ABD politikasına ve özendirmesine dayalı “çözüm süreci”nin iflası sonrasında gördük. Başta ABD olmak üzere tüm batılı emperyalistler, Kürt kentlerinin yerle bir edilmesine ve binlerce Kürt gencinin yıkıntılara gömülmesine örtülü bir onay verdiler. Afrin işgaline onay bunun bir başka örneği oldu. Şimdiyse aynı tutumu hiç değilse ABD payına Rojava’da görüyoruz.
7- Suriye’deki Kürt hareketini halkların baş katili ABD emperyalizmine mecbur ve mahkûm hale getiren dönüm noktasından beri Türk burjuva gericiliğinin bugünkü temsilcisi Tayyip Erdoğan yönetiminin ABD’ye sonu gelmeyen telkini ve teklifi, Suriye’ye yönelik hesaplarınız çerçevesinde Kürtlerle yapmaya çalıştıklarınızı bizimle çok daha iyi bir biçimde yapabilirsiniz olmuştu. Rezilliği ile ünlenen ABD başkanının şu günlerdeki rezilce patavatsızlıklarından anlaşılıyor ki, savaşa verilen onay tam da bu teklifin nihayet kabul görmüş bulunmasının ürünüdür. ABD başkanının pazarlık ve onayını izleyen ilk resmi açıklamada, IŞİD’e karşı mücadele sorumluluğu bundan böyle artık Türkiye’nindir sözleri bunun resmi bir itirafıdır. Bunun anlamı bugüne kadar Kürtler üzerinden yürütülen hesapların bundan böyle Türkiye üzerinden yürütüleceğidir.
8- Kürt hareketi temsilcileri bir zamanlar marksist olmak iddiası taşıyorlardı ve emperyalizmin her zaman “özgürlük değil egemenlik peşinde olduğu”nu iyi kötü biliyorlardı. Bunun zamanla bu denli kolay unutulmasının Kürt halkına bedeli daha şimdiden çok ağır olmuştur. Buna rağmen Kürt hareketi temsilcileri bu katı gerçeğe gözlerini kapamayı hala da sürdürmektedirler. Son saldırıyı konu alan açıklamasında PKK yönetimi, ABD emperyalizminin Kürtlere bu son açık ihanetini aynı açıklıkta tanımlamak ve mahkûm etmekten kaçınmıştır. Rojava Kürt hareketinin en önemli temsilcilerinden biri, sınır boyundan çekilmiş olsa da öteki bölgelerde ABD ile işbirliğini hala da sürdürüyoruz diyebilmektedir. Bu tutum ve yaklaşımlar, ABD emperyalizmiyle girişilen ilişkilerde Kürt hareketinin kendini nasıl içinden kolay çıkılamaz bir açmaza mahkûm ettiğinin bir ifadesidir.
9- ABD emperyalizmi son elli yıldır birçok kez kendisine akıl almaz biçimde umut bağlamış Kürtleri yüzüstü bıraktı ve böylece onlara ağır acılar yaşattı. Bunun son örneği aynı tarihi kesit boyunca ABD’nin sadık işbirlikçisi olmaktan kendilerini bir türlü kurtaramamış olan Irak Kürt partilerinin Bağımsızlık Referandumu sırasında yüzüstü bırakılmaları olmuştu. Şimdi aynı akıbeti Suriye Kürtleri yaşıyor. Oysa üstte değindiğimiz açıklamalar hala da ABD’den medet umulduğunu gösteriyor. Bu tutum sürerse, anlamı gafletten de öteye olacaktır. Son gelişmelerin ardından Kürt hareketinin temsilcilerini, ABD emperyalizmiyle ilişkilerin tarihiyle yüzleşme ve dolayısıyla derine inen kapsamlı bir özeleştiri sorumluluğu beklemektedir. Bu, öncelikle Kürt halkına, yanı sıra tüm Ortadoğu halklarına karşı artık kaçınamayacakları bir sorumluluktur.
10- TKİP 30. Yıl Konferansı’nda (Kasım 2017) ortaya konulan ve ardından TKİP VI. Kongresi tarafından onaylanan tutum, partimizin Kürt halkına yöneltilen gerici imha savaşına karşı tutumunun çerçevesini de vermektedir:
“Partimiz, mazlum Kürt halkının tümüyle meşru ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerini, Kürdistan’ın tüm parçalarında elde ettiği ulusal demokratik kazanımları savunmaya devam edecektir. Bunları gasp etmeye ya da sınırlamaya yönelik tüm gerici girişimlere karşı Kürt halkının yanında yer alacaktır. Öte yandan Kürt partilerinin emperyalizmden ve siyonizmden medet uman, böylece mazlum bir ulusunun haklı ve meşru davasını lekeleyen, bu arada bölge halklarının çıkarlarını hiçe sayan politikalarını aynı açıklıkla mahkûm etmektedir. Partimiz, emperyalist güçlerin yakın tarihteki sayısız ihanetine rağmen inanılmaz bir dar görüşlülükle sürdürülen bu politikanın bölge halklarının ve yanı sıra bizzat Kürt halkının kendisi için barındırdığı felaketli sonuçlara her vesileyle dikkat çekecektir.”
11- Burada, Kürt partilerinin emperyalizmle ilişkilerine devrimci anti-emperyalist açıdan yöneltilen eleştiri ile, Kürt halkının meşru ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerinin, yanı sıra bu doğrultudaki fiili kazanımlarının her türden gerici saldırıya karşı devrimci enternasyonalist bir tutumla savunulması birbirini tamamlamaktadır. İkincisinden kaçınarak salt ilkiyle yetinmek, ikiyüzlülük ve sahtekârlık ifadesi bir şovenizmden öte bir anlam taşımayacaktır. “Ulusalcı sol” denilen gerici güruhlar toplamının hep ve halen yapmakta oldukları tam olarak budur. Ama bunun bir biçimde solda da yankılandığını, kendisine “komünist” sıfatı yakıştıran reformist bazı çevrelerin de özünde benzer bir tutumla davrandıklarını görmek utanç vericidir.
12- SİP kökenli partilerden biri, kendini “TKP” olarak isimlendireni, tıpkı Afrin’e yönelik saldırı esnasında olduğu gibi, gündemdeki saldırıya ilişkin olarak yayınladığı bildiride de, Kürtlerden, onların içinde tutulduğu tarihi-toplumsal kölelik koşullarından ve dolayısıyla buradan kaynaklanan meşru ulusal haklarından tek kelime olsun söz etmemekte, saldırı dosdoğru Kürt bölgesine ve Kürt halkının kazanımlarına yönelmiyormuş gibi yalnızca “Suriye’den elinizi çekin!” demekle yetinmektedir. Kürtlerin meşru haklarından ve dosdoğru onlara yönelmiş somut saldırıdan tek kelime olsun söz etmeyen açıklama, ama öte yandan Kürt partilerinin izlediği çizgiyi mahkûm etme hakkını kendinde görebilmektedir. Açıklamaya göre “emekçi Suriye halkının talepleri son derece nettir: Bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğü”! Yani tastamam Esad rejiminin resmi talepleri! Bu utanç verici tutumun gerisinde, burjuva legalitesinin boğucu sınırlarına hapsolmuş olmanın yarattığı yapısal açmazın belli bir payı elbette var. Ama asıl neden sosyal-şovenizmin dipsiz kuyusuna yuvarlanmış olmaktır.
13- TKİP, Türkiye işçi sınıfını ve emekçilerini, Türk burjuva devletinin kardeş Kürt halkına, Ortadoğu’nun tıpkı Filistin halkı gibi mazlum bu kadim halkına karşı yürütülen haksız, gerici ve kirli imha savaşına karşı durmaya çağırmaktadır. Türk sermaye devletinin bu savaşta elde edeceği her sözde “ulusal” başarı, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki sınıfsal köleliğin perçinlenmesi anlamına gelecektir. Çıkış ve kurtuluş, ezilen ve sömürülen emekçiler ile ulusal kölelik koşulları altındaki mazlum halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleşik devrimci mücadelesinden geçmektedir. Türkiye’de olduğu kadar tüm Ortadoğu’da da!
Kahrolsun gerici imha savaşı!
Özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!
Türkiye Komünist İşçi partisi
10 Ekim 2019