İşgal, savaş ve saldırganlık politikalarına karşı...

Halkların kardeşliği ve birleşik mücadelesi!

Hem içeride hem dışarıda izlenen politikalar işçi sınıfını ve emekçileri vurmaktadır. İşgal saldırısıyla birlikte yıkım daha da ağırlaşacaktır. Dolayısıyla Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin yapması gereken, emperyalist çıkar çatışmalarına, saray rejiminin saldırgan-işgalci politikalarına dolgu olmak değil, bölgenin emekçi halklarıyla kenetlenerek her tür saldırgan-işgalci savaşa birlikte karşı durmaktır. İşçi sınıfı ve emekçiler emperyalizmin ve saray rejiminin kendi çıkar çatışmalarının ürünü olan savaş ve saldırganlık politikalarını reddetmeli, halkların birleşik mücadelesini örgütlemek için Kürt halkının kazanılmış haklarının yanında yer almalıdırlar.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 10 Ekim 2019
  • 11:54

ABD yönetimi çark etmedi ve Türk ordusu Fırat’ın doğusuna yönelik işgal harekatına 9 Ekim öğleden sonra başladı. ABD yönetimi çark etmedi diyoruz, zira AKP yönetiminin ve basındaki avenelerinin tüm böbürlenmelerine karşın, operasyon ABD’ye rağmen değil, Trump ve ekibinin şartlı izni ile gerçekleşiyor.

Aynı şekilde Rusya ve Esad rejimi cephesi de operasyona razı gibi görünüyordu. ABD’nin varlığı devam ettiği sürece “Suriye’nin toprak bütünlüğünü” sağlayabilmenin ne kadar zor olduğunun farkında olan rejim ve onun hamisi olan Rusya, Kürt hareketine görüşme çağrısı ve “gelişmeleri dikkatle izliyoruz” açıklamaları eşliğinde saldırıya sessiz kalmayı yeğledi.

Önceki gün “Çizilen çerçeveyi aştığını düşünürsem, Türkiye’nin ekonomisini yerle bir ederim” diyen Trump da rejimi destekleyen Rusya da özel bir engelleyici müdahalede bulunmadı ve işgal harekatı başladı.

Kendi kazanımlarını ABD emperyalizminin istem ve politikalarına endeksleme hatasından vazgeçemeyen Kürt hareketine ve onun yerel müttefiklerine gelince, onların önünde de emperyalist güçlerin nasıl bir tutum alacağına göre netleşecek değişik seçenekler bulunuyor. Her saldırı tehdidine karşı Türk hükumetini Fırat’ın doğusunun Efrîn’e benzemeyeceği konusunda uyaran özerk yönetimin, sınırlı bir operasyonu sineye çekip gelişmeleri izlemeye mi yöneleceği, yoksa savaşı yayıp topyekûn direnme yoluna mı gideceği ya da Rusya ve Suriye’nin beklediği gibi, rejime yanaşma yolunu mu tutacağı emperyalist güçlerin tutumlarına göre karar verilecek seçenekler olarak masada duruyor.

Bölgede her an değişebilen tablonun ortaya çıkardığı iç dengeler ve bunların olası sonuçları ne olursa olsun Türkiye işçi sınıfını, emekçilerini ve ilerici güçlerini AKP hükümetinin savaş hamlesi çok doğrudan ilgilendiriyor. Bugüne kadar bölge ile ilgili neredeyse bütün politikaları iflas etmiş olan T. Erdoğan ve müritleri belli ki oluşan durumdan pek çok şey bekliyorlar. Siyasi iktidar bir taraftan bölgede sürdürdüğü emperyal hayalleri için bir imkan bulmak isteğiyle davranmakta, diğer yandan da içeride yaşanan ekonomik krizin ve siyasi sorunlarının üstünü “milli birlik” söylemi ile örtmeyi hedeflemektedir. Sermaye sınıfının önemli bir kesimi ise bu yayılmacı heveslere sıcak yaklaşmaktadır.

Çöküş-çözülme alametleri ile diken üstünde olan bir iktidar için bu tür beklentilerin ne kadar gerçekçi olduğu bir yana, Numan Kurtulmuş’un itiraf ettiği üzere, Türkiye Ortadoğu bataklığı içinde yeni bir savaşın tam göbeğine sokulmaktadır ve bu savaşın her türlü faturasını Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri ödeyecektir.

Öncelikle savaşın bütün ekonomik faturası işçi ve emekçilerin sırtına yüklenecektir. İkincisi, ABD ile yapılan anlaşmanın bütün ayrıntıları henüz belli olmasa da IŞİD mahkumlarının kontrolünün Türkiye’ye, dolasıyla baştan itibaren değişik biçimlerde IŞİD belasını destekleyen AKP’ye bırakılacağı, yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. Bu, halkların başına bela edilen bu tehdidin yeniden hortlamasına yol açabilecektir. Ya da tersinden IŞİD tehdidi artık içsel bir olgu haline getirilecektir.

En az bunlar kadar önemli olan diğer önemli bir olgu, söz konusu operasyonun Kürt halkının Kuzey Suriye’de kazanılmış haklarını bütünüyle ortadan kaldırmayı hedefliyor oluşudur. İşçi ve emekçilerin önemli bir kesiminin bu kazanılmış hakları Türkiye için tehdit olarak gördüğü ve söz konusu operasyonu bu yüzden desteklediği açıktır. Ancak bugün ihtiyaç duyulan, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen halkların birleşik mücadelesidir. Böylesi ortak bir mücadele için temel koşullardan biri Kürtler dahil olmak üzere bütün Ortadoğu halklarının kendi kaderlerini tayin hakkına tam bir saygı göstermektir. Emekçi halkların birleşik mücadelesinin örgütlenmesinin de bölgeye barış ve özgürlüğün gelmesinin de başka yolu yoktur.

Sonuç olarak hem içeride hem dışarıda izlenen politikalar işçi sınıfını ve emekçileri vurmaktadır. İşgal saldırısıyla birlikte yıkım daha da ağırlaşacaktır. Dolayısıyla Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin yapması gereken, emperyalist çıkar çatışmalarına, saray rejiminin saldırgan-işgalci politikalarına dolgu olmak değil, bölgenin emekçi halklarıyla kenetlenerek her tür saldırgan-işgalci savaşa birlikte karşı durmaktır. İşçi sınıfı ve emekçiler emperyalizmin ve saray rejiminin kendi çıkar çatışmalarının ürünü olan savaş ve saldırganlık politikalarını reddetmeli, halkların birleşik mücadelesini örgütlemek için Kürt halkının kazanılmış haklarının yanında yer almalıdırlar.

Sınıf hareketinin mevcut geriliği, toplumsal muhalefetin parçalı darlığı ve burjuva muhalefetin şovenist histeriye karşı bilinen zayıflığı düşünüldüğünde, saray rejiminin saldırgan politikalarının işçi ve emekçilerin müdahalesiyle geriletilmesinin kolay olamayacağı açıktır. Buna bir de konu Kürt sorunu olduğunda reformist solda bulunan oportünizmi marifet sanma hastalığı eklenince durum iyice zorlaşmaktadır.

Tüm zorluklara rağmen sınıf devrimcileri bulundukları bütün alanlarda Kürt halkının kazanımlarını yok etmeyi hedefleyen bu işgal saldırısını temel gündemlerinden biri haline getirmelidirler. Sahip olunan bütün araç ve yöntemlerle emperyalizmin ve saray rejiminin savaş politikalarının kirli içyüzü işçi sınıfı ve emekçilere anlatılmalıdır. Başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının kendi kaderlerini tayin hakkına, özgürlük ve eşitlik istemlerine sahip çıkmanın halkların ortak mücadelesi için hayati önemi döne döne işlenmelidir. Savaş politikalarına karşı oluşan tepkilerin kitlesel eylemlere dönüşmesi için yoğun bir çaba gösterilmelidir.

Belki hatırlatmak gereksizdir ama bu çaba içerisinde saray rejiminin saldırganlık politikasıyla içeride ardı arkası kesilmeyen sosyal yıkım uygulamaları arasındaki bağ, çalışmamızın önemli bir gündemi olmalıdır. Ancak müdahalemiz hiçbir şekilde savaş politikalarının yıkıcı ekonomik sonuçlarına daralmamalı, temel siyasal gerçekler sınıf kitlelerinin geriliğinin ürünü basınç ve kaygılara takılınmadan sınıf ve fabrika çalışmalarımızın ana başlıklarından biri haline getirilebilmelidir.

İçeride ve dışarıda büyük açmazlarla karşı karşıya olan saray rejiminin, bugüne kadar kendisine destek veren işçi sınıfının desteğini gelinen yerde her geçen gün daha fazla kaybettiği gözetildiğinde, savaş histerisinin yaratacağı şovenist histerinin karşısına dikilmek; işçi sınıfı ve emekçileri bütünlüklü genel sınıf çıkarları üzerinden tek adam rejimine ve sermaye düzenine karşı mücadeleye çekmek için yoğun ve etkin bir çalışma ortaya koymak, dönemin en temel görevi olarak önümüzde durmaktadır.

İLİŞKİLİ HABERLER