Çeteleşen devlet, çürüyen rejim ve tükenen muhalefet

Önümüzdeki yıllarda dünya ve Türkiye çok daha sert sınıf mücadelelerine sahne olacaktır. Yaklaşık bir yıldır devam edegelen ve kapitalist sistemi her yönüyle soluksuz bırakan pandemi koşulları bunun yolunu ayrıca döşeyecek. Emperyalist kapitalist sömürü düzenin insanlığa sunacak bir şeyi kalmadığı gibi sebep olduğu sorunları çözecek yeteneği de bulunmuyor. Tek çıkış yolu devrim ve sosyalizm alternatifidir.

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Aralık 2020
  • 20:57
ikon

Eli kanlı bir çete mensubu olan Alaattin Çakıcı, 17 Kasım’da kendi Twitter hesabında yayınladığı el yazması bir mektupla, Kemal Kılıçdaroğlu’nu, “ulan dürzü … seni bakla kazığına oturturum” biçiminde ağır hakaretler eşliğinde tehdit etti. 

Hemen ertesi gün, MHP’nin faşist lideri Devlet Bahçeli, “dava arkadaşımdır” deyip, bu tescilli katile sahip çıktı. Dinci faşist iktidar bloğunun kimi sözcüleri ve medyadaki tetikçileri aynı sahiplenmeyi canla başla sürdürdüler. İliklerine kadar çürümüş, kokuşmuş ve çeteleşmiş olan bu düzenin diğer muhalefet bloğu da olayı kendi içinde ateşli tartışmalara vesile etti. Tartışmalar devam ediyor. Ancak düzen solu ve muhalefeti, çok bilinçli bir tutumla, olaya ve olayların gerçek özü ve mahiyetine ilişkin bir tartışma yapmıyor. 

Zira Türkiye Cumhuriyeti denilen devletin, kuruluşundan bu yana, derini ve yüzeydeki ile her dönemde kirli, kanlı ve katliamcı bir özelliği ve geleneği var. Bunu geçmişte olduğu gibi bugün de ilerici toplumsal muhalefete, devrimcilere ve Kürt halkına karşı acımasızca sürdürüp uyguluyorlar. Ve son 30-40 yıldır rejimin parlamentodaki temsilcileri bunu alenen yapıyorlar. Düzen solu bu gerçeği her defasında, her olayda kanlı yapıyı gizleyerek görmezden geliyor. Sorunu devlet içine sızmış birkaç çetenin işi olarak gösterip, geniş halk kitlelerini maniple etme yoluna gidiyor. 

Hatırlanacağı gibi 1993-95 yılları arasında yalnızca Kürdistan’da 17 bin insan faili meçhul olarak hunharca katledildi. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, bu katliamları örgütleyip açık destek vererek, kendi katillerini “kahraman” olarak savundu. Hemen bir yıl sonra, 1996 yılında yaşanan Susurluk kazası vesilesiyle, bütün kurum ve kuruluşlarıyla çeteleşmiş ve çürümüş bir devlet manzarası ortaya çıkmıştı. Kazada bir milletvekili, bir emniyet müdürü ve rejimin en gözdesi bir kontra elemanı aynı ‘mercedes’teydiler. Aracın bagajında uzun namlulu silahlar, çanta dolusu dolarlar ve uyuşturucu çıkmıştı.

Bu manzara toplumda büyük bir hassasiyete ve tepkiye dönüştü. Kitlesel bir duyarlılık yaratılmış, çok yönlü eylemler gerçekleştirilmişti. En dikkate değeri, milyonlarca insanın aynı anda ışıkları bir dakika söndürerek protestolarda bulunmasıydı. Yine o dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, büyük bir utanmazlıkla bunu “fasa fiso” olarak nitelemiş, kendi Adalet Bakanı Turgut Kazan ise, “Mum söndü yapıyorlar” diyerek, rezilce bir utanmazlık sergilemişti. 

Devletin 1996’da Susurluk’ta ortaya saçılan bu kirli ve karanlık ilişki ağı, dönemin düzen solu ve muhalefeti tarafından neredeyse herhangi bir tepkiye konu edilmedi. Tüm düzen partileri, olayın üzerine gitmek şurada dursun, oluşan büyük kitlesel protestoların hedefini şaşırtma, eylemlerin düzen sınırlarının dışına taşmasını engelleme yoluna gittiler. Onlarca rapor ve delil ortaya konulduğu halde, Susurluk devleti, derinde ve yüzeydeki tek bir elemanına zarar gelmesine izin vermedi. 

Yukarıda söylenenleri, güncel olarak Çakıcı’nın, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yönelik hakaret ve tehditleri karşısında başta Kılıçdaroğlu olmak üzere öteki tüm CHP sözcülerinin olaya ilişkin utanç verici açıklama ve tutumlarına bağlamak istiyoruz. 

Onlarca insanın kanına elini bulamış, kendi eşini acımadan öldürtmüş, her türlü kirli ve kanlı işlere bulaşmış bir ülkücü mafya katilinin karşısında, Kılıçdaroğlu’nun ilk açıklaması oldukça silik bir görüntü çiziyordu. Bir gün sonra CHP’nin bir avukatı, bir TV programında konuya ilişkin açıklama yaparken, “Sayın Alaattin Çakıcı” ifadesini konuşmasının içinde birkaç defa tekrarladı. Söz konusu programın sunucusu ve öteki katılımcıları bunun karşısında yaşadıkları anlık şaşkınlığı gizleyemediler. 

Erdoğan’la birlikte Devlet Bahçeli ise gerek güncel olaya ilişkin gerekse başka zamanlarda, ağızlarını her açtıklarında geçmişteki liderlerini de içine katarak CHP’yi ağır hakaretlere tabi tutmaktan şaşmıyorlar. 

Tüm bunlara karşı cevap vermek için kürsüye çıkan her CHP sözcüsü, “sayın, değerli, muhterem vs.” gibi ön eklerle dalkavukça başlayan söylemlerine, yalnızca arada bir “soyluca” çıkışlar ekliyorlar. Çakıcı’nın tehditleri karşısında, ancak toplumda oluşan duyarlılık ve tepkiler sonucu nihayet “sert” açıklamalar yaparak, seçmeninin duygularını okşamaya çalıştılar. 

CHP ve sözcülerinin bu tutumu şaşırtıcı değil. Bu partinin, kuruluşundan bugüne kadar, başta komünistler olmak üzere ilerici demokratik muhalefete, Kürt halkına ve öteki tüm ezilen azınlıklara karşı yapılan zulüm ve katliamların sorumlularından biri olduğu biliniyor. Bugün de dinci-faşist Erdoğan rejiminin toplumun tüm mücadele dinamiklerini dinci-gerici ideolojik saldırının yanı sıra azgın bir devlet terörüyle felç eden politikalarının da dolaysız sorumlusudur. Bir yandan dinci faşist blok, diğer yandan da CHP ve tüm öteki düzen muhalefeti, başta işçi sınıf ve emekçiler olmak üzere tüm ilerici muhalefeti ağır bir baskı ve şiddet altında tutuyorlar.

Burjuvazi tüm baskı ve zor aygıtlarını devreye sokarak milyonlarca emekçi ve yoksul insana nefes aldırmıyor. 14 milyon insan CHP oy veriyor. Bu partinin onbinlerce gençten oluşan gençlik ve kadın kolları var. Maddi manevi her türlü olanağa sahipler yani. Devletin kiralık bir katili kendi liderlerini ölümle tehdit ediyor; onlar İstanbul’da İl Başkanı ve birkaç belediye başkanını basın açıklaması yaparak yasak savıyorlar. Diğer sözcüleri ve kalemşorları TV kanallarında “derin analizler” yapıp palavra atıyorlar. Kendi liderlerinin sokak ortasında linç edilmesine karşı sembolik de olsa sokakta bir protesto ortaya koyamıyorlar. Bu son olayda görüldüğü gibi, milyonları bulan bir tabana ihaneti bir çizgi olarak sürdürüyorlar. Çünkü onların partisi burjuva sınıfı ve emrindeki devlete ve sömürü düzenlerine bir zeval gelsin istemiyor. Zira tüm bu olup bitenler “aile içi” sorunlar sayılıyor vs. 

Alaattin Çakıcı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit mektubunu ve yakın zamanda Muğla’da kontrgerillanın beyin takımının birlikte verdikleri poz ve mesajlar toplum için elbette çok önemli gelişmeler. Sınıf devrimcileri için düzenin kendi içindeki her türlü çelişki, çatışma ve it dalaşını dikkatle izlemek, olayların mahiyeti ve seyrine ilişkin işçi ve emekçileri aydınlatmak, özel önem taşıyor. Bu vesileyle başta söz konusu partinin ve onun koltuk değneği olan her türlü reformizmin düzen içi eğilimlerini ve politikalarını anında teşhir edip, kitlelere doğru mesajlar vermek de aynı oranda önemli. 

Önümüzdeki yıllarda dünya ve Türkiye çok daha sert sınıf mücadelelerine sahne olacaktır. Yaklaşık bir yıldır devam edegelen ve kapitalist sistemi her yönüyle soluksuz bırakan pandemi koşulları bunun yolunu ayrıca döşeyecek. Emperyalist kapitalist sömürü düzenin insanlığa sunacak bir şeyi kalmadığı gibi sebep olduğu sorunları çözecek yeteneği de bulunmuyor. Tek çıkış yolu devrim ve sosyalizm alternatifidir. Sorun, devrimci bir sınıf hareketi geliştirerek, bunu maddi bir güç haline getirmektir.

A. Gül