Saray rejiminden ‘riyakarlık salvoları’

Hakim oldukları ülkede faşist zorbalığın alasını yapanların, başka ülkelere demokratlık dersi vermeleri, gülünç olduğu kadar iğrençtir de. AKP şefinin salvoları, halen meydanlarda kafa kesen Suudi Arabistan veliahtı Muhammed bin Selman’ın Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne üye olmayı talep etmesine benziyor. Bin Selman insan hakları konusunda ne kadar “duyarlı” ise, T. Erdoğan o kadar “demokrat” sayılabilir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Ekim 2020
  • 18:18

Türkiye ile Fransa ilişkilerinde son dönemde dışa vuran bazı gerilimler yaşanıyor. Bunun esas nedeni yayılmacı-fetihçi politikaya sarılan AKP-MHP rejiminin eski sömürgeci Fransa’nın etki alanlarında at koşturma hevesine kapılmasıdır. Bu fetihçi heves, doğal ki, Emmanuel Macron yönetiminde rahatsızlık yaratıyor. İki tarafın da derdi yayılmacılık, yağmadan daha çok pay alma telaşıdır. 

Bu tür gerilimler farklı güçler arasında da cereyan edebiliyor. Zira kapitalist-emperyalizm bir savaş-yıkım-yağma düzenidir. AKP şefinin son günlerde Macron şahsında Fransa’ya kafayı takması ise, iç politikadaki kirli hesaplarla da bağlantılı. 

Pek rastlanmayan bir üslupla, Fransa mallarına boykot çağrısı yapan T. Erdoğan, yine “batı karşıtı mücahit” kostümünü giyip kılıcını kuşanmış görünüyor. Bir gün ABD’ye, bir gün AB’ye, bir gün Macron’a, bir gün Merkel’e laf yetiştirerek ülkede derinleşen krizlerin üstünü örtebileceğini zannediyor. Batılı emperyalistler durumdan rahatsız olsalar da, zırva boyutuna varan salvoların dinci-faşist rejimin tabanına gaz vermek için piyasaya sürüldüğünü biliyorlar. Ankara’daki rejimin, “Her şey tabandaki erimeyi durdurmak içindir. Bunun için her şey mubahtır” noktasına geldiği artık kimse için bir sır sayılmaz. 

***

Ekonomik kriz derinleşiyor. Dolar-avro rekorlar kırıyor. Yani Türk lirası her gün değer kaybediyor. Bunun bedelini saraylarda sefih yaşayanlar değil, emekçiler ödüyor. İşsizlik rekor kırıyor. Emekçiler “askıda ekmek” arar duruma düşürüldü. Covid-19 pandemisi kontrolden çıkmış şekilde yayılıyor. Faşist baskılar sınır tanımıyor. Sosyal medyada T. Erdoğan’ı eleştiren işçinin kapısına anında polis dayanıyor. Güçleri yetse, saraya biat etmeyenlere soluk aldırmayacaklar.

Bütün bu musibetlerin bir numaralı sorumlusu olan AKP şefi bunların hiçbiriyle ilgili değil. O “baskıya maruz kalan Müslümanların hamisi” havalarına bürünüyor. Başında bulunduğu dinci-faşist rejimi görmüyor da, Fransa’da, Almanya’da işlenen hak ihlallerine güya “isyan ediyor.” Herkesi Nazi olmakla suçluyor. Avrupa’daki Müslümanların durumunu ikinci dünya savaşı öncesindeki Yahudilerin durumuyla kıyaslıyor. Bol keseden atılan “batı karşıtı” vaazlar, ayağa düşmüş bir rejimin çırpınışlarının tezahüründen öte bir anlam taşımıyor. 

***

Geçen hafta Çeçen kökenli bir lise öğrencisinin öğretmeninin kafasını keserek işlediği vahşi cinayetin ardından gelişen tartışmalar, riyakarlık salvoları için fırsat sayıldı. Belli ki, AKP şefi bu gelişmeleri de ‘tanrının lütfu’ saymış. Muhatabı olmadığı bir tartışmaya balıklama dalarak, Macron’a saldırmış, beslediği dinci Suriyelilere Fransa karşıtı gösteriler yaptırtmış, son hamlede ise, Fransız mallarına boykot çağrısı yapmıştır. Yani işini-gücünü bırakmış, yakaladığı ‘fırsatı’ sonuna kadar istismar etmeye çalışıyor. 

Son günlerde diline sardığı bir diğer konu ise, Alman polisinin Berlin’de bir camiye baskın yapmasıdır. Baskını “İslam’a saldırı” diye niteleyerek iki de bir gündeme taşıyorlar. Oysa o camiye baskın yapılmasının sebebi, korona önlemleri için devletten alınan paranın iç edilmesidir. Ortada 50-60 bin avroluk bir yolsuzluk var. Belli ki, ibadet dışı faaliyetler epey yoğunlaşmış. 

Bu iki olayı kullanarak riyakarlık salvolarına devam edenler ne Paris’te işlenen vahşi cinayete ne Berlin’deki yolsuzluk/hırsızlık olayına değiniyorlar. Zaten orada yaşananlarla ilgili değiller. Onların tek derdi, kokuşmuş rejimlerinin ömrünü uzatmaktır. Bunun dışındaki her şey artık onlar için bir teferruattan ibarettir. 

Bu arada Fransa, Almanya ya da diğer batılı emperyalistlerin ayrımcı politikalara göz yumduğu, hatta bazen bunları körüklediği biliniyor. Ancak despotların bu icraatlara gösterdikleri tepkinin kaba riyakarlıktan öte bir anlam taşımadığı aşikat. Hakim oldukları ülkede faşist zorbalığın alasını yapanların, başka ülkelere demokratlık dersi vermeleri, gülünç olduğu kadar iğrençtir de. AKP şefinin salvoları, halen meydanlarda kafa kesen Suudi Arabistan veliahtı Muhammed bin Selman’ın Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne üye olmayı talep etmesine benziyor. Bin Selman insan hakları konusunda ne kadar “duyarlı” ise, T. Erdoğan o kadar “demokrat” sayılabilir.