Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi beş sene önce, 28 Kasım 2015'te, Sur'da Dört Ayaklı Minare önünde gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında katledildi. Her ne kadar “tesadüf” olarak gösterilmeye çalışılsa da, bu cinayet sistematik bir çabayla adeta hazırlandı.
‘90’lı yıllarda Kürdistan’da yaşanan zorla kaybetmeler, işkenceler, faili meçhuller, köy yakmaları vb. davaların avukatlığını yaptığı için Tahir Elçi hedef haline getirmişti. MİT ve JİTEM tarafından defalarca tehdit edilmişti. Hakkında yüzlerce soruşturma, onlarca dava açılmıştı. 2015’te dinci-gerici iktidarın Kürt halkına dönük kirli savaş ve katliam politikaları hız kazanmıştı. Bu süreçte Tahir Elçi, CNN Türk’te katıldığı Ahmet Hakan'ın programında (15 Ekim 2015’de), provokatif sorular ile yeniden hedef haline getirildi. Medya aracılığıyla yürütülen linçle birlikte Elçi hakkında soruşturma başlatıldı. Yakalama kararı çıkarılarak ifadesi alındı ve hakkında beş yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Bundan bir ay kadar sonra, Sur'da bulunan tarihi Dört Ayaklı Minare'nin çatışmalarda hasar alması üzerine gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında katledildi.
Katledilişinin ardından yaşananlar, bugünlerde başlayan yargı sürecinin nasıl seyredeceğine de ışık tuttu. Katliamdan hemen sonra deliller karartıldı. Olay yeri incelemesi bile katliamdan dört ay sonra, 17 Mart 2016'da yapıldı. Elbette aradan geçen sürede deliller yok edilmişti. Tahir Elçi'nin ölümüne sebep olan mermi çekirdeği bu incelemede bulunamadı. Elçi katledildiğinde olay yerinde olan 30 polisin silahlarına dair kriminal inceleme yapılmadı. Polis kamerasında tam da Elçi'nin vurulduğu anı gösteren 13 saniyelik görüntünün “kaybolduğu” anlaşıldı.
Bütün bunlar Tahir Elçi'nin katledilmesine ilişkin yargılama sürecinin adeta fragmanı oldu. Soruşturma beş yıl boyunca tamamlanamadı. Bunun karşısında Elçi'nin meslektaşı onlarca avukatın büyük çabaları ile elde edilen sınırlı deliller, Londra Üniversitesi Adli Mimarlık Bölümü’ne gönderildi. Kurum hazırladığı raporunda, Elçi'nin öldürüldüğü esnada ateş açan polislerin atış yönü ve sayısı ile yere düştüğü ana dair yapılan incelemeler sonucunda fail olarak tespit ettiği üç polisten birine “kesin fail” olarak işaret etti. Bu rapor ve oluşan kamuoyu sonucu Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı beş yılın sonunda 41 sayfalık bir iddianame hazırladı ve yargı süreci geçtiğimiz hafta başladı. Yargı daha en başta sanık polisleri koruyan bir tutum içinde. Hazırlanan iddianamede, sanık polisler hakkında kasten öldürmeden değil, bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermekten dava açıldı. Yani Elçi'nin katledilişi bir kaza ya da tesadüf gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşması, söz konusu sürecin devamı olarak yaşandı. Yüzlerce avukat Diyarbakır Adliyesi önüne geldi. 300 kişilik salonda yalnızca 84 avukatın duruşmayı takip etmesine izin verildi. Anadolu Ajansı, İhlas Haber Ajansı, Demirören Haber Ajansı salona alınırken, muhalif medya ve haber kuruluşları, yabancı basın salona alınmadı.
Sanıklar ise mahkemeye getirilmedi. SEGBİS ile ifade verecekleri açıklanınca, Elçi'nin avukatları ve ailesi duruma itiraz etti. Ayrıca SEGBİS yoluyla sorgu işlemlerinde hâkim bulunması gerekiyor. Ancak sanık polislerin davaya bağlandığı yerde hâkim bulunmadığı da avukatlar tarafından tespit edildi. Bu usulsüzlüklere rağmen mahkeme heyeti SEGBİS itirazını reddetti. Mahkeme heyeti, karara itiraz eden Elçi'nin avukatlarını sık sık duruşmadan atmakla tehdit ederken, Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi'nin konuşmasını sürekli olarak böldü ve söz hakkı vermedi. Elçi'nin avukatlarının sanıklara “doğrudan soru sorma hakkı” engellenmeye çalışıldı. Yargılama daha ilk duruşmada bir tiyatroya dönüştü. Mahkeme heyeti sanıkları adeta korurken, Elçi'nin avukatları bu tiyatro karşısında reddi hâkim talebinde bulundu. Bu talep üzerine duruşma 3 Mart 2021'e ertelendi.
Tüm bu yaşananlar, söz konusu davanın “siyasi talimatlar” ile ilerlediğini gözler önüne seriyor. Bu davanın beş yıl sonra başlaması bile, kamuoyunda oluşan tepki ve Tahir Elçi'nin ailesi ve meslektaşlarının gösterdiği çabalar ile mümkün olabildi.
Dinci-faşist iktidar uzun bir dönemdir hukuksal alana tam bir kuralsızlık ve keyfiyeti hâkim kılmış bulunuyor. Son dönemde gündeme gelen Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmaması vb. birçok gelişme, tek adam rejimi altında yargı düzeninin ne denli büyük bir çürüme yaşadığını gösteriyor.