Covid-19 salgını bir yılı aşkın süredir tüm dünyayı etkisi altına alırken, salgının en ağır faturasını işçi ve emekçilerle birlikte yoksul haklar ödemeye devam etmektedir. “Öncelik kâr, gerisi teferruat” mantığının hüküm sürdüğü emperyalist-kapitalist dünyada, toplum sağlığı hiçe sayılmış ve milyonlarca insanın ölümüne göz yumulmuştur. Türkiye ise salgını en ağır şekilde geçiren ülkelerin başında yer almaktadır. Çünkü başından beri salgını yönetmekten çok “algıyı yönetmeyi” genel politika haline getiren gerici-faşist rejim, şeffaflıktan uzak, gerçekleri gizleyen, sermayenin çıkarlarını esas alan bir anlayışla hareket etmektedir.
Sömürü çarkları dönsün diye, göstermelik önlemlerle pandemi sürecini zamana yayan rejim, her gün yaklaşık iki yüz kişinin ölümüne umursamadan, halkı oyalamaya devam etmektedir. Bu kez de “yerli aşı” safsatalarıyla ve Çin’de gelecek 50 milyon doz aşının yakında “her derde deva olacağı” palavralarıyla sahnedeler.
Pandeminin kalıcı şekilde kontrol altına alınması için aşının ne kadar önemli olduğunu bilim insanları ilk günden beri söylüyor. Toplum sağlığından çok kâr hırsıyla yanıp tutuşan kapitalist şirketler ise aşı çalışmalarına hız vermiş durumda. Gelinen yerde aşı çalışmalarını sonlandıran bazı şirketler, pazardan büyük paylar almak için sıraya bulunuyor.
Aşı üzerinden Türkiye’de yaşanan gelişmeler ise, tablonun içler acısı olduğunu göstermektedir. Gerici-faşist rejimin pandeminin henüz başında maske dağıtımını bile eline yüzüne bulaştırdığı düşünüldüğünde, aşı konusunda daha büyük sıkıntılar yaşanacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira, aşı henüz Türkiye’ye gelmeden aksamalar yaşanmaya başlamış, “ha bugün ha yarın gelecek” denen Çin aşısı saptanan günden daha sonra ve daha az sayıda getirilebilmiştir.
Sağlık Bakanı, Sinovac şirketi tarafında üretilen aşıyı “aracısız getireceğiz” demesine rağmen daha ilk adımda bunun yalan olduğu açığa çıktı. CHP Milletvekili Murat Emir, söz konusu aşının bir ilaç firması aracılığıyla Türkiye’ye getirildiğini belirtti. Sağlık Bakanı ise ısrarını sürdürerek aşının Devlet Malzeme Ofisi aracılığı ile getirildiğini iddia ederek yalanın söylemeye devam etti. TRT muhabirinin Çin’de çekilen fotoğrafı paylaşmasıyla birlikte gerçekler su yüzüne çıkmış oldu. Çünkü aşı paketlerinin üzerinde “Keymen İlaç” ibaresi yer almaktaydı. Her şeyi paraya ve ranta çeviren rejim, aşıda da vurgun yapma peşinde olduğunu ve hırsları yüzünden toplumu ateşe attığını bir kez daha kanıtlamıştır.
Görüldüğü üzere halkı pandemiyle baş başa bırakan gerici-faşist rejim, pervasız tutumlarını aşıda da devam ettirmektedir. Pandeminin kontrol altına alınabilmesi için Türk Tabipler Birliği ve bilim insanları sürecin başından beri döne döne 21 gün tam kapanma çağrısı yapmaktadır. Bu çağrılara kulak tıkayan rejimin aşı konusunda da nasıl bir politika izleyeceği bugünden bellidir. Pandemiyi kontrol altına almak için kapanma ve aşılanma olmazsa olmaz iki koşul olarak önümüzde dururken, hemen hemen tüm dünyada aşı rezervleri dolmuşken, göçmenlerle birlikte 90 milyona ulaşan Türkiye nüfusunun en az 180 milyon doz aşıya ihtiyacı varken, Çin’de alınan 50 milyon doz aşı kime ve neye yetecektir.
Bütün planlarını yerli aşı üretimine bağlayan rejim, topluma hayal dağıtmak dışında bir şey sunmamaktadır. Nisan ayında üretimine başlanacağı iddia edilen yerli aşı için, yeterli donanımda teknolojinin olup olmadığına dair soru işaretleri hala gündemdeki yerini korumaktadır. Ayrıca, üretilecek olan aşının hemen kullanılabilmesinin söz konusu olmayacağı bilim insanları tarafından ifade edilmektedir.
Aşılanmak, toplumun tüm kesimlerinin ulaşabildiği ücretsiz bir haktır
AKP-MHP rejimi, elinde bulunan yetersiz sayıdaki aşının ücretsiz olacağı ve ilk elden sağlık emekçilerine ve risk grubundaki kişilere yapılacağını söylese de kimse bu sözlere inanmamaktadır. Pandeminin ilk gününden itibaren gerçeklerin üstünü örten, halkın hiçbir ihtiyacına yanıt üretmeyen rejimin aşıda da emekçileri kaderine terk edeceği kuvvetle muhtemeldir. Hali hazırda temin edilen aşının, (tabi şimdiye kadar yaptırmamışlarsa) saray ve burjuva çevresine ancak yeteceği aşikârdır.
Bilim insanları salgının kontrol altına alınabilmesi için ilk elden nüfusun en az yüzde 60’nın aşılanması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu nedenle daha fazla aşıya ihtiyaç olduğu bilinmektedir. Pandemide işçi ve emekçileri ölümle terk eden ve açlıkla sınayan gerici-faşist rejim, bu kez de aşıdan işçi ve emekçileri mahrum bırakacak ve ücretli hale getirerek fahiş fiyatta satışını gerçekleştirecektir.
Etkinliği ve güvenilirliği konusunda gerekli aşamaları tamamlamış ve bilimsel kurumlar tarafından onaylanmış aşıların sayısı toplumun ihtiyaç duyduğu oranda temin edilmeli, aşılama çalışmalarına bir an önce başlanmalıdır. Aşılar ülkenin en ücra köşesine kadar ücretsiz şekilde ulaştırılmalı, toplumun tüm kesimi yaygın bir şekilde aşılanmalıdır. Fakat bu talepleri en ufak hak kırıntısına dahi tahammül edemeyen ve her fırsatta gasp eden gerici-faşist rejimden beklemek nafile bir çaba olacaktır. Bu yüzden, işçi ve emekçiler bir an önce yaşam hakkı için harekete geçmeli, ulaşılabilir ücretsiz aşı talebini yükseltmeli ve mücadeleyi büyütmelidir.