15-16 Haziran Büyük İşçi Başkaldırısı’nın 52. yıldönümündeyiz. Yarım asır önce mücadele tarihimizde bir kilometre taşı olarak yerini alan bu büyük deneyim, bugünlere bıraktığı zengin ve eşsiz derslerle hala daha işçi sınıfı ve emekçilere yürünmesi gereken yolu göstermektedir.
“15-16 Haziran Direnişi, işçi hareketimizin tarihinde halen aşılamayan bir eşiğe işaret etmektedir. Kitleselliği ve militanlığı, toplumsal ve siyasal yaşama, sola ve sendikal harekete etkileri açısından bugüne kadar birçok kez ve birçok açıdan inceleme ve değerlendirmelere konu edilmiştir. Bu inceleme ve değerlendirmeler birçok konuda ayrı düşünseler de, bu büyük direnişin sınıf hareketimizin tarihindeki çok özel yeri, tarihsel-siyasal etki ve sonuçları bakımından benzersiz olduğu gerçeği konusunda hemen hemen görüş birliği içindedirler.” (15-16 Haziran Direnişi’nin 50. Yılı... - A. Murat, tkip.org)
Fiili-meşru mücadele, militan direniş!
15-16 Haziran Başkaldırısı’nın öne çıkan ve sınıf hareketi adına bugünlere miras olarak kalan en belirgin yanı, ortaya koyduğu fiili-meşru mücadele pratiği ve militan direniş çizgisidir. Zira sermayenin ve devletin, işçi sınıfının 60’lı yıllarda elde ettiği kazanımlara, biriktirdiği mücadele deneyimlerine ve elde ettiği mevzilere yönelik saldırı hazırlığına karşı, birleşik ve kitlesel olduğu kadar, militan bir karşı koyuştur söz konusu olan.
“15-16 Haziran yalnızca iki işçi kentinde toplu bir üretimi durdurma eylemi değil, toplu ve militan bir sokağa akıştır da. 100 bini aşkın işçinin her türlü yasa ve yasağı çiğneyerek, türlü uyarı ve tehditlere meydan okuyarak, polis, asker ve tank barikatlarını aşarak, zamanın hükümetine ve parlamentosuna karşı kararlı bir haykırışıdır. 15-16 Haziran Direnişi, sokağa dökülen işçi kitlelerinin bilincinde olup olmamasından bağımsız olarak, sermaye diktatörlüğünün tüm kurumları ile militan bir karşı karşıya geliştir.” (15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi – H. Fırat, tkip.org)
Dönemin sermaye hükümeti, işçi sınıfının sendikal örgütlenme alanında elde ettiği ve DİSK’te cisimleşen kazanımlarını budamayı hedefliyordu. Lakin saldırı militan işçi hareketi ile geri püskürtüldü. Direnişin öne çıkan yanı DİSK’i sahiplenme çizgisi olsa da, bu görkemli direnişin gerisinde işçi sınıfının baskıya ve sömürüye karşı biriktirdiği öfkesi yer alıyordu. Direnişin sadece DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlü işçilerle sınırlı kalmayıp, Türk-İş’te örgütlü binlerce işçinin de katılımıyla birleşik ve kitlesel bir hal alması bunu anlatmaktadır.
Tüm bu açılardan bakıldığında 15-16 Haziran Direnişi, günümüz koşullarında bin bir yolla baskı altına alınmış, çalışma ve yaşam koşulları görülmemiş boyutlarda ağırlaşmış, sendikal örgütlenme dahil her türden örgütlenme arayışı daha ilk anda saldırı ile karşılanan işçi sınıfına izlemesi gereken yolu göstermektedir: Topyekûn saldırılara karşı, birleşik-kitlesel, fiili-meşru ve militan karşı koyuş!
Günümüz Türkiye’sinde ağır sömürü ve cehennemi aratmayan yaşam koşulları dayatılan işçi sınıfının öfkesi ve tepkisi her geçen gün artmaktadır. Alttan alta biriken bu öfke akacak kanal aramakta, mevzilerde patlak veren direnişlerle parçalı da olsa kendini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, yeni 15-16 Haziranları mayalayan koşulların giderek olgunlaşmakta olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sorun, nesnel olarak olgunlaşan koşullar üzerinden örgütlü bir hazırlığın yapılıp yapılmadığında düğümlenmektedir, ki bu konuda da 15-16 Haziran Direnişi yine önemli dersler sunmaktadır.
Sınıfın örgütlenmesi ve devrimci önderlik sorunu
15-16 Haziran başkaldırısı, 60’lı yıllara damgasını vuran Kavel, Paşabahçe, Sungurlar, Saraçhane vb. eylem ve direnişlerin birikimi üzerinden yükselmiş, gelişen sınıf hareketinin doruk noktası olmuştur.
Devrimci bir önderlikten yoksun ve kendiliğinden patlak veren bu büyük direniş, sadece sermayeyi ve devletini ürkütmemiş, dönemin sendika bürokratlarının yüreğine de fazlasıyla korku salmıştır. Gelişen hareketi dizginlemek ve düzenin icazet sınırlarına hapsetmek için elinden geleni yapan dönemin DİSK bürokratlarının direniş sırasında ve sonrasında ortaya koydukları ihanetçi tutumlar, bu açık korkunun göstergesi olarak kayıtlara geçmiştir.
“Direniş kararı bir önderliğin değil, tabandan gelen baskının ve açık direnme isteğinin ürünüydü. DİSK yönetimi için koltukları korumanın DİSK’i savunmaktan geçtiği o koşullarda, tabanın isteğine boyun eğmekten ve direniş kararına katılmaktan başka seçenek yoktu. Fakat işçilerin umulmadık boyutta ve şiddetteki görkemli direnişi karşısında hemen korku ve paniğe kapıldılar. İşçiler sokakta polis ve asker barikatlarını yiğitçe göğüslerken, onlar bu barikatları örenlere korkakça günah çıkardılar ve onlarla direnişi kıracak önlemleri görüştüler.”
“İşçi hareketinin politik önderlikten, devrimci bir sınıf partisinden yoksunluğu koşullarında, doğal olarak, 15-16 Haziran Direniş’inin yarattığı elverişli ortamdan işçi hareketinin politik gelişimi ve sendikaların devrimcileştirilmesi doğrultusunda yararlanılamadı. Öncü bir partinin saflarına çekilebilecek binlerce militan işçi sahipsiz kalıp heba oldu.” (15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi – H. Fırat, tkip.org)
Bu tarihsel deneyim, sınıf hareketinin geliştirilmesi, devrimcileştirilmesi ve sermayenin çıplak zorbalığı ve sendikal bürokrasi engelini aşarak yol yürümesi bakımından devrimci önderliğin ne denli kritik bir önem taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu açık gerçeklik ve yakıcı ihtiyaç, günümüz sınıf hareketi açısından da olduğu gibi geçerlidir.
Günümüz işçi hareketi henüz gelişip sınıfın genelini kucaklayan birleşik-kitlesel bir düzeye ulaşmış olmasa da, sınıfın belli bölükleri 2022 yılının ilk haftalarında olduğu gibi, baskı ve sömürüye karşı harekete geçmekte ve mücadele yolunu tutmaktadır. Dahası, yakın tarihimize damga vuran Metal Fırtınası örneğinde olduğu gibi sektörel düzlemde onlarca fabrikadan binlerce işçi kendiliğinden patlak veren eylem ve direnişlere imza atabilmektedir. Her iki koşulda da, çıkış arayışı içerisine giren sınıf bölüklerinin önüne daha ilk adımda yine aynı engeller dikilmektedir: Sermaye devletinin çıplak zorbalığı ve kurulu sendikal düzen! Tıpkı 15-16 Haziran direnişinde olduğu gibi…
Dolayısıyla, bu temel sorun alanı işçi sınıfının sermayeden ve sendikal bürokrasiden bağımsız, fabrika komitelerinde örgütlenmesi sorununu döne döne önümüze çıkarmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de işçi sınıfı içerisinde ve fabrika zemininde taban örgütleri inşa edilmeksizin sermayenin ve sendikal bürokrasinin denetimini kırıp atmak, buna da bağlı olarak devrimci bir sınıf hareketinin önünü açmak ve hareketi politikleştirerek ileri bir noktaya sıçratmak da mümkün olmayacaktır.
15-16 Haziran direnişi ve başkaca bir dizi tarihsel deneyimden süzülen bu açık ders, devrimci sınıf partisinin önünde duran güncel sorumlulukları da ortaya koymaktadır. Sınıf hareketine önderlik etme iddiasını taşıyan sınıf devrimcileri, bu misyonu hakkıyla yerine getirebilmek için işçi sınıfıyla fabrika zeminlerinde kaynaşmayı başarabilmeli, bu temelde mevziler inşa etmeli ve çoğaltmalıdırlar. Zira, yarının güçlü fırtınalarına başarılı bir önderlik pratiği sergileyebilmek, bugünden bu doğrultuda atılacak adımlara sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu bakışla, yeni 15-16 Haziranlar yaratmak, dahası onu aşan yeni direniş ve mücadeleler örgütlemek için güne yüklenmeli, geleceğe hazırlanmalıyız. İçinde bulunduğumuz tarihsel koşullar bunun imkanlarını giderek olgunlaştırmakta, öfkesi günden güne büyüyen işçi sınıfının mücadele sahnesine çıkmasının önünü düzlemektedir.