Sınıf hareketi uzun bir süredir kendisini fabrika merkezli lokal direnişler ve parçalı zeminler üzerinden ortaya koyuyor. Kimi zaman yaygınlaşma eğilimi gösteren işçi direnişleri, ağır çalışma koşullarına, artan sömürüye ve baskıya karşı işçi sınıfının belli kesimleri şahsında cisimleşen çıkış arayışı ve biriken öfkenin dışa vurumu olarak yaşanıyor. Sınıf içerisinde yaygınlaşma eğilimi taşıyan bu arayışı ve ortaya çıkardığı deneyimleri bir dizi açıdan irdelemek ve sınıf hareketinin gelişimi açısından belli sonuçlara ulaşmak ise büyük bir önem taşıyor.
Farklı yönleri üzerinden işçi direnişleri
Kapitalizm koşullarında yüzlerce fabrikaya dağılmış, sınıf bilincinden yoksun ve örgütsüz işçi kitlelerinin, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, sömürünün bir parça dizginlenmesi ve güvenceli çalışmak gibi asgari sınıfsal talep ve özlemlerle sendikalara yönelmesi gayet olağan bir durumdur. Bir başka ifade ile, ağırlaşan çalışma ve yaşam koşulları karşısında kendi başına “sendikaya üye olmak” dahi (düzen sendikacılığının yarattığı tahribata, güvensizliğe ve sayısız ihanete rağmen), işçiler açısından belli bir güvence sayılabilmektedir. Günümüz Türkiye’sinde henüz bilinçli ve sınıfın genelini kesen düzeyde bir sendikalaşma eğiliminden söz edilemese de, son yıllarda çeşitli fabrikalardan yansıyan gelişme ve deneyimler bu gerçeği anlatmaktadır.
Bu aynı sürecin öteki tarafında ise, kapitalistlerin işçilerin örgütlenme arayışlarını daha en başta ezmeye dönük çok yönlü saldırıları yer almaktadır. Sermayedarlar işçilerin bu en geri noktada seyreden örgütlenme arayışına, sadece sendikaya üye olmalarına dahi tahammül göstermiyor. Sendikalı işçilere baskı kuruyor, izole ediyor, işten atıyor… Günümüzde işçi sınıfı ile burjuvazinin tek tek fabrikalarda tam da bu zemin üzerinden karşı karşıya geldiği, çoğu eylem ve direnişin sendikalaşma çalışmalarını hedef alan saldırıların arkasından yaşandığı birçok örnek var.
Son yıllarda gündeme gelen Sinbo, Pressan, SML Etiket, Pas Sout, Adkotürk, Rifis Makine, Ekmekçioğulları, Farplas, Asen, Acarsoy, Smart Solar ve daha birçok fabrika direnişi, sendikal örgütlenmeye dönük saldırıların dolaysız bir sonucu olarak yaşandı. Elbette harekete geçen, sendikal sınırlarda dahi olsa örgütlenme adımları atan ve sermayenin saldırılarıyla karşı karşıya kalan sınıf bölüklerinin direniş bayrağını yükseltmesi, günümüz sınıflar mücadelesi açısından oldukça anlamlı bir tutumdur. Zira, kendisine yönelen saldırıları fiilen reddetmek, örgütlenme hakkını savunmak ve bunun için direnmek işçi sınıfı adına meşrudur ve açık sınıfsal bir tutumdur. Dolayısıyla her adımında desteklenmeli, güçlendirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Fakat, yeterince örgütlü bir hazırlığa dayanmamayan bu türden direnişlerin çoğu bir “sonuç” olarak ortaya çıkmakta, büyük oranda somut kazanımlar elde edilemeden sönümlenmektedir. Zira, bir saldırı karşısında sınıfsal bir refleksle direnişe geçmek ile onu işçi sınıfı lehine sonuçlandırmak iki ayrı şeydir ve bunun kendisi birçok başka belirleyici etkenle birlikte ele alınmalıdır. Şöyle ki, fabrikalarda örgütlenme çalışmasına ve direnişe öncülük eden güçlerin niteliği, sürecin parçası olan işçilerin bilinç ve örgütlenme düzeyi, sendikal bürokrasinin tuttuğu yer ve etkisi, tümü bir arada fabrika merkezli örgütlenme ve direnişlerin gerçek ve kalıcı sonuçlarını doğrudan belirlemektedir.
Elbette, günümüzde öne çıkan direnişler sadece örgütlenme çalışmasını ya da sendikal faaliyeti hedef alan saldırılar üzerinden gündeme gelmiyor. Yaygın olmasa da TİS sürecinde yaşanan tıkanıklıklar, sendikalı fabrikalarda çalışan işçileri hedef alan saldırılar ve dayatmalar da farklı eylem ve direnişlerin konusu oluyor. Neredeyse tamamı sendikal bürokrasinin denetimi altında olan bu türden fabrikalarda yaşanan direnişler ise büyük oranda tabandan gelen basıncın ya da öfke patlamasının ürünleri olarak şekilleniyor. Bürokratik kast aşılamadığı oranda ise bu tür çıkışlar da kısa sürede sönümleniyor. 2022 yılında Mersin Çimsetaş’ta, Aliağa TÜPRAŞ’ta ya da birçok belediyede yaşanan direnişler bunun güncel örnekleri olarak sıralanabilir.
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde, ortaya çıkış biçimi ve gelişim seyri bakımından diğerlerinden farklılıklar gösteren işçi direnişleri de yaşanmaktadır. Özellikle 2022 yılının ilk aylarında patlak veren, birçok kente ve sendikalı-sendikasız onlarca fabrikaya yayılan direnişler buna örnek verilebilir. Söz konusu direnişlerin çoğu, ekonomik-mali krizin derinleştiği ve faturasının kabardığı, hayat pahalılığının görülmemiş boyutlara ulaştığı bir süreçte kendiliğinden ve bir öfke patlaması biçiminde yaşandı. Birçoğunda somut kazanımlar elde edildi. Bu yönüyle, 2022 işçi direnişleri diğerlerinden farklı olarak yeni dönem sınıf hareketinin işaret fişekleri, yeni bir “başlangıcın” emareleri olarak değerlendirilebilir. Şimdilik ivmesi düşse de söz konusu direnişleri mayalayan koşullar yerli yerinde durmakta, dahası gün be gün ağırlaşmaktadır. Bunun kendisi yeni bir işçi direnişleri dalgasının zeminlerini de olgunlaştırmaktadır.
Fabrika komitelerine ve işçi inisiyatifine dayalı örgütlü direniş!
İster örgütlenme ve sendikal faaliyete dönük saldırılara karşı başlatılan direnişler olsun, ister sendikalı işçilere dayatılan kölelik koşullarına ve hak gasplarına karşı gelişsin, isterse krizin ağır faturasına karşı kabaran öfkenin ürünü olsun; işçi direnişlerinin en belirgin yapısal zaafiyeti sendika bürokrasisinden ve sermayeden bağımsız, fabrika merkezli taban örgütlerinden yoksun olmalarıdır. Yine, sınıfın öne çıkan direngen unsurlarının fabrika merkezli örgütlenme ve mücadele süreçlerinde devrimci önderlikle buluşamaması, buna da bağlı olarak kendi içerisinden öncü-devrimci işçiler çıkaramaması da direnişlerin akıbetinde belirleyici bir yer tutmaktadır. Bu iki temel sorun aşılmadan, direniş mevzilerinin gelişip güçlenmesi, işçi sınıfı adına somut kazanımlar elde edilmesi ve sınıf hareketinin yeni bir düzeyde inşa edilmesi mümkün olmayacaktır.
Bu noktada bütün bir deneyimiyle hafızalardaki yeri hala taze olan Greif İşgali, benzersiz bir örnek olarak yol gösterici bir yerde durmaktadır. Zira Greif İşgali hem kendi dönemi hem de bütünüyle Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından sınıf hareketinin devrimci geleceğini temsil etmekte, bu açıdan sınıfın direngen kesimlerine kılavuzluk etmektedir. Greif İşgali, daha ilk örgütlenme sürecinden 60 günlük işgal günlerine kadar örgütlü-devrimci bir hazırlığın ürünüdür. İşgal eylemi fabrika komitelerine, işçi inisiyatifi ve demokrasisine dayanmaktadır. Greif, öncü-devrimci işçilerin önderliğinde sermayeye, sendikal bürokrasiye ve taşeron köleliğine karşı verilen soluklu bir mücadelenin adıdır.
Bugün, artan baskı ve sömürüye karşı örgütlenme arayışına giren, direnmenin yolunu tutan ve mücadeleye atılan işçilerin yüzünü dönmesi gereken ilk yer tam da bu nedenle Greif İşgali olmalıdır. Zira, mücadelenin ve direnişlerin somut ve kalıcı kazanımlar elde etmesi, her bir fabrikanın sınıf hareketinin kaleleri haline getirilmesi tıpkı Greif’ta olduğu gibi örgütlü-devrimci hazırlığa, sermayeden, sendikal bürokrasiden ve sermaye devletinden bağımsız taban örgütlerinin var edilmesine dolaysız olarak bağlıdır. Bu nedenle, yeni dönem sınıf eksenli mücadelelerin ve işçi direnişlerinin parolası, fabrika komitelerine ve işçi inisiyatifine dayalı örgütlü direniş olmalıdır.