Bugün 52 yıldönümünü andığımız 15-16 Haziran kalkışması işgallerle, direnişlerle ve hak arama eylemleri içinde biçimlenmiş öncü bir kuşağın, sendikasını, onun şahsında işçi sınıfının o ana kadarki kazanımlarını savunmak için gerçekleştirdiği militan bir eylemdi.
Eylem elbette ki DİSK’in yasal değişikliğine direnme kararı ve buna dayalı hazırlıkları üzerinden şekillendi. Fakat bu başı-sonu çok belli olmayan direniş kararını, Türkiye işçi sınıfının en büyük kalkışmasına dönüştüren, tabandaki öncü işçiler, temsilciler ve bazı alt kademe sendika yöneticileri oldu. Gerek ön süreçte gerekse iki günlük eylemler anında büyük bir kararlıkla eylemi örgütleyen, karşı karşıya kaldığı sorunları hızla çözen ama hepsinden önemlisi kendine ve saldırıyı püskürteceğine büyük bir inanç duyan öncü işçilerin eylemidir 15-16 Haziran...
Aşağıdaki anlatımlar Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından hazırlanan “Derinden gelen kökler” kitabının tanıklıklar bölümünden seçilerek alınmıştır. Birçok başka kaynakta benzeri anlatım ve tanıklıklara rastlamak mümkündür. Tüm bu anlatılanlar dönemin işçi sınıfının kararlılığına, militanlığına, yaratıcılık ve dayanışma gücüne tanıklık etmekte ve böylece 15-16 Haziran kalkışmasını yaratan esas gücün ne olduğunu bütün açıklığı ile göstermektedir.
* * *
Silahtar’da iki fabrika, iki tanıklık…
***
Demirdöküm’den Yaşar Soykal:
“DİSK ve Maden-İş o zaman örgütlü bir çalışma yapıyordu. Hatta bu çalışmanın içinde olanlar bile bu hareketin bu denli büyüyüp, yayılabileceğini düşünmemiş olabilirlerdi. 274 ve 275 sayılı yasalardaki değişiklik doğrudan DİSK'i hedef alıyordu.
DİSK, en başında da Maden-İş buna karşı çıktı, direnme kararı aldı, bunun için örgütlendi. Bütün temsilcilerin, bizlerin bundan haberi vardı. Baştemsilcimiz Ali Koçak ile temsilci arkadaşımız Tur- gut Alaağaç Merter toplantısına katıldı. 16 Haziran günü, biz fabrikanın kapısını açıp ‘yürüyeceğiz ar kadaşlar’ dedik. Herkes yürümeye başladı. Hiç bir kimse ‘ben yürümeyeceğim’ demedi, diyemezdi zaten. Ayrıca yürürken yolumuzun üzerinde bulunan bütün fabrikaları da boşalttık, onlar da bizim yanımızda yürüdüler.
Eyüp'e geldiğimizde tanklar yolumuzu kesti. İşçiler tankların üstünden aşarak yola devam ettiler. Bize toplanma merkezi olarak Taksim verilmişti. Ama önce Vilayet’in orada toplanacaktık. Saraçhaneye doğru yürüyorduk ki o an köprü açıldı. İşçilerin bir kısmı köprünün bir başında, diğer kısmı da diğer başında kaldı. 15-16 Haziran’ın önünde engel çoktu ama hiçbir engel akan işçi selini durduramazdı.”
Sungurlar’dan Vahit Tulis:
“14 Haziran Merter Toplantısı’na katıldım ama o toplantıda ben hiç ko-nuşmadım. Ben TİP’li olduğum için konuşmalarımızı biz çok dikkatli yapmalıyız diye düşünürdüm. Bizim fabrikadan arkadaşlar, siyasi bilinci olmayanlar ya da bizim kadar dikkatli olmayanlar konuşmalar yaptılar. Onlar işte ’Sonuna kadar direnelim. Hükümeti deviririz, ederiz’ dediler.
Ayın 15’inde hepimiz yine şalteri indirdik. Tabii, karar aldık direneceğiz. İşçiler de niçin direndiklerini görüyorlar. Fabrika içerisinde yürüyüşler yaptık. Dışarıdan destekleyenler de vardı tabii.
16 Haziran’da dışarı çıktık. Taşlıtarla’ya doğru, Küçükköy’e doğru giderken diğer fabrikaları da yürüyüşe kattık. Yürüyüş sırasında konuşmalar yaptık.
‘Bugün işçi sınıfının ayağa kalktığı bir gündür’ diyorduk.
‘Patronların, işçi sınıfının haklarını arayan, yani gerçek sendikaları kapatmak için çıkarttıkları 274 ve 275 sayılı yasaya karşı direniş hakkımızdır. Bu anayasal hakkımızı kullanıyoruz’ diyorduk.
‘İşi bırakın, hep beraber yürüyelim. Bu emek düşmanı, Amerikan işbirlikçisi hükümete karşı işçi sınıfının ne olduğunu gösterelim’ diye konuşuyorduk.
Konuşmaları çoğunlukla ben yapıyordum. Büyük bir konvoy haline geldik. Bir insan seli olduk. Öğrenciler vardı içimizde. Fakat çok ilginç, o öğrencilerden hiçbiri, hiçbir yanlışlık yapmadı. İşçi sınıfının disiplininin dışına çıkmadılar. Yalnız Güven Partisi’nin bir binasında bir cam kırıldı. Onlara yapmayın dedim, engelledik onları. Onun dışında hiç taşkınlık olmadı. Tamamen sınıfımıza yakışan sloganlarla yürüdük. Oradan düşünün, kaç kilometre yol ve tekrar fabrikaya geldik ve fabrikada kalıyoruz. Tabii bir kısmı eve gidip geliyor.
İnanır mısın hiçbir işçi gelip de biz de işbaşı yapalım demedi bizim orada. Şunu gayet net söylüyorum. En son teslim olan bizim fabrikaydı, Sungurlar’dı. O derece bütünleşmişiz. Hiç görüş ayrılığı yoktu aramızda...”
* * *
"Savaşa hazır ol"
Mehmet Karaca-Otosan:
“15 Haziran günü sabah fabrikaya geldiğimizde, ünite temsilcilerini ve lokal yöneticilerini temsilcilik odasında toplantıya çağırdık. Toplam 65-70 kişiydik. Birkaç gün önce devlet yöneticilerine ve siyasi liderlere telgraflar çekerek, ‘Anayasal Direniş Komiteleri’ diye imza koyan sendika temsilcileri eylemi yönetiyordu. Ünite temsilcilerimize ve lokal yöneticilerimize bir gün önce DİSK’in Merter toplantısını ve akşam saatlerindeki Pendik toplantısını anlattık ve eylem için görüşlerini aldık.
O günkü gazeteler DİSK’in eylem kararı aldığını yazdığı için işçiler olayı biliyorlardı. Bir saate yakın tartışma sonunda oybirliği ile Ankara asfaltında yürüyüşe geçmek için fabrikayı boşaltmayı kararlaştırdık. Daha sonra ünite temsilcisi arkadaşlarımız kısımlarına döndüler, kararımızı ve nedenlerini işçilere anlattılar. 20 dakika sonra biz temsilciler topluca kısımları dolaştık ve bizi gören işçiler topluca işi bıraktı. 1500 dolayında işçi üç ana binadan iş önlükleri ve tulumları ile her adım atışta biraz daha büyüyerek dışarı çıktı, Ankara Asfaltı’nda toplandı. Bu arada işçilere sendikanın ‘Savaşa hazır ol’ başlıklı Maden-İş gazetesini de dağıttık.”
Minibüsün üstündeki konuşma
“Bu arada fabrikadan bayraklar, flamalar çıktı. Kartonlar üzerine yazılarla dövizler hazırlandı, sopalara çivilendi. Dövizlerde en çok göze çarpan sloganlar, ‘Hükümet istifa!’, ‘Demirel istifa!’, ‘İşçiyiz, güçlüyüz!’, ‘Sendika seçme hakkımız, söke söke alırız!’ ve ‘Bağımsız Türkiye!’ ve benzerleri idi. İşçiler, sıcak havada ve asfalt üzerinde bekliyorlardı. Birisinin işçilere hedef gösterecek konuşma yapması gerektiğini o zaman fark ettik. Bu konuda bir plan ve hazırlık yapmamıştık.
İkinci temsilci olarak görevi ben üstlendim. Fabrikada üretilen Ford Transit marka minibüslerden birinin üzerine çıktım. İşçiler fabrikanın idare amirliğinden getirilen bir de megafon tutuşturdular elime. Bir hazırlığım yoktu ama bir gün önceki Merter toplantısında Türkler’in konuşmasından oldukça etkilenmiştim. O konuşmadan çıkardıklarımı, kendi görüşlerimi de katarak işçilere anlattım ve hedefimizi şöyle açıkladım: ‘Ankara asfaltından Kartal istikametine doğru yol boyunca diğer fabrikaları da yanımıza alarak yürüyüşe geçeceğiz, 17 Haziran Çarşamba günü de Taksim’deki mitinge katılacağız.’
* * *
“Çoğalarak yürüyorduk”
Tanıklık - Otoyol işçisi Abidin Açan:
“…Fabrikada bana Menderes propagandası yapan bir isçiyi bir ara elinde Türk bayrağı ile en önde gördüm. Ona ‘Senin burada ne işin var?’ dediğimde ‘O iş ayrı, bu iş ayrı’ dedi.
Yol boyunca İzmit tarafından yürüyen isçilerin de Ankara asfaltından bize yaklaştıkları haberini alıyorduk. Hedef Kadıköy Kaymakamlığı’ydı. Kaymakamlık önüne gelinceye kadar ben işyeri arkadaşlarımı kaybetmiştim, fakat eyleme katılan herkes arkadaşım olmuştu.
Şimdiki Fenerbahçe Stadyumu’nun olduğu yerdeki köprüye vardık. Orada polis önümüzü kesti. Genç işçilerden oluşan öndeki 100 kişilik grup polis engelini aşmayı başardı. Ancak barikatın öbür tarafında da askerler vardı. Bir süre ara sokaklara çekilmek zorunda kaldık. Yarım saat kadar sonra arkadaki grup da barikatı aştı. Kaymakamlığın etrafını asker ve polis sarmıştı. Havaya ateş açtılar. Panik oldu, ara sokaklara kaçıştık. Sonra tekrar geri dönerek Haydarpaşa Köprüsü’ne yürüdük. Köprüde askerler vardı. Askerin karşısında oturduk.” …
…15-16 Haziran eylemlerinin en önemli yanı birlik olduğumuzda her şeyin çözülebileceğini görmekti. 12 Eylül darbesine kadar DİSK yaşadı. Demokratik yönden hak alabileceğimizi gördük.
O günlerde hak grevi, dayanışma grevi vardı. Grevde olan bir fabrikamız varsa fabrika çıkışında onların yanına giderdik. İşçiler korkusuz ve her şeyi hallederiz havasındaydı. ‘İşçiyiz, güçlüyüz’ hissi egemendi. Dünyada yaşanan bu tür eylemler bizi etkilemişti.
15-16 Haziran beni çok etkileyen, hayatım boyunca çocuklarıma ve torunlarıma anlatacağım bir eylem oldu.”
* * *
“Geriye dönecektik ama birbirimizden ayrılamıyorduk”
Tanıklık - Belkıs Kaya:
“Vilayetin yakınlarında, Babıâli’de, ara bir sokakta bulunan Gripin fabrikasında çalışıyordum, Kimya-İş Sendikası’nın işyeri temsilcisiydim ve TİP üyesiydim.
İlk gün izole kalmıştık, ikinci gün olayları tartıştık, herkeste bir heyecan vardı, yürümeye karar verdik. Vilayetin önünden beyaz önlüklerimizle Çemberlitaş ve Beyazıt’tan Fındıkzade’ye geldik.
Askerle ilk Fındıkzade’de karşılaştık, onlara ellerimizdeki çiçekleri verince yumuşadılar, barikatları geçtik. Topkapı’daki işçilerle birleşip, aynı istikametten geri döndük. Eylem boyunca en çok bu karşılaşma, diğer işçilerle birleşme anında heyecanlandım.
Hepimiz bir ağız olmuş ‘DİSK kapatılamaz’, ‘Sendika hakkımız, söke söke alırız’, ‘Hükümet istifa’, ‘Bağımsız Türkiye” sloganlarını atıyorduk.
Cağaloğlu’nda tanklar yolumuzu kesince, önce biz davrandık, tankların üzerinden atladık, ardımızdan erkek işçiler...Eminönü’ne vardık, ancak köprüleri açtıkları için öteye geçemedik. Geriye dönme kararı alınmıştı. Ama birbirimizden ayrılamıyorduk, fabrikamız Cağaloğlu’nda olduğu halde Edirnekapı’ya kadar yürüdük.
Gezmeye gidiyor gibi gittik, endişeyle değil, çünkü güçlü bizdik ve bizim ekmeğimizle oynuyorlardı. Büyük bir coşku ve kardeşlik vardı.
Ertesi gün fabrikada herkes birbirine ne yaptığını anlatıyordu.
Keşke o gün adı konulmayan birliktelik, yeniden gösterse kendini...
* * *
“İşçi mahallelerinde halk da destek verdi”
Tanıklık - Philips Temsilcisi Ekrem Kandemir:
“…15 Haziran’a kadar işyerlerinde komiteler oluşturuldu. Evimizde ailemizle, sokağımızda komşularımızla, mahallemizde halkımızla konuşularak eylemlerimize geniş destek sağladık. 16 Haziran’da işyerlerine gelen işçiler bölgelerinde birleşerek üç ana koldan yürüyüşü başlattık. Kâğıthane, Maslak, İstinye, Beşik- taş, Şişli, Mecidiyeköy, Levent işçileri Oto Sanayi’de toplanarak Taksim istikametinde yürüyüş başlatıldı. Önde kadın işçiler yürüyordu. Asker barikat kurmuştu. Yaklaştığımızda asker üç el ateş etti. Askerler iki yana ayrılarak arkalarında gizlenen polisler kalkanlarını kendilerine siper ederek küfürlerle en önde olan kadın işçi arkadaşlarımıza saldırdı. Sonra eylem komitemiz ve görevlilerimiz duruma hâkim oldu.
Bu kez işçiler moloz, taş kullanarak karşı saldırıya geçti. Polis kaçmaya başladı, asker ise sadece izliyordu. Gültepe, Çeliktepe ve Sanayi mahallelerinin halkı eyleme destek için akın akın katılıyordu. O bilinç, o inanç, o cesaretle, kurşunlara göğüs gererek savaşıyorduk. Anadolu ve Avrupa yakasında Levent’teki çatışmalar duyulmuştu. Bu bölgelerdeki yürüyüşçülerin toplanma yeri Taksim yerine Levent’e yönelmişti. Fakat bu buluşma gerçekleşmedi. Çünkü bütün deniz ulaşım araçları denizin ortasına çekilmişti. Unkapanı ve Galata köprüleri işçilerin geçmemesi için kapatılmıştı. Çatışmalarda üç ölü ve çok sayıda yaralı vardı. Benim bölgem olan Levent’te yedi kişi kurşunla yaralandı. Atılan molozlar Zincirlikuyu’dan Levent’e kadar caddeyi doldurmuştu.
Levent’te tekrar asker barikatı ile karşılaştık. Burada barikatı zorladık. Ancak asker yürüyüşümüzü engelledi ve müzakere önerdi. Görevli subayın cipi üstüne atlayarak ‘Polis işçileri gözaltına almış olabilir’ diyerek komutanı zorladım. Komutan ‘Beraber giderek bakalım’ diye söz verdi. Komite görevlisi olarak ben ve görevli arkadaşlarım subayla Zincirlikuyu’da oluşturulan polis barikatına giderek gözaltı olup olmadığını tespit ettik. Tüm işçi arkadaşlarımızın işyerlerine dönmesine, bütün barikatların kaldırılmasına karar verdik. İşyerlerinde kurulu bulunan komiteler aracılığıyla sayım yaparak sonuçları DİSK merkezine ilettik. Aynı dakikalarda radyoda DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in açıklaması yayınlanıyordu.
Biz işyerlerine dönecek ama üretimi başlatmayacaktık. Aynı durum mutlak sonuç alana değin bir hafta daha sürdü. Fabrikada işten atılmaları ve ücret kesintilerini önledik. Eylemimiz başarı ile sonuçlanmış, haklarımızı korumuştuk.”
* * *
IV. Bölge Temsilcisi İsmet Demir Uluç, Merter toplantısının sonrasında yaşananları 2010 yılında şöyle anlatmıştı:
“Toplantıda ben konuşmadım ama bölgemizdeki sendika temsilcilerinin bir bölümü söz aldı. Toplantı dan sonra Pendik’e döndük. Akşam saatlerinde temsilcilerle bölge temsilciliğinde toplantı yaptık.
O yıllarda işçiler fabrikalar civarındaki semtlerde otururlardı. Dolayoba, Başıbüyük, Soğanlık, Yakacık, Çayırova ve Tuzla gibi semtlerde oturanlar sorunlar dan haberdardı. Bu semtlerde yalnız DİSK’e bağlı işçiler değil, Türk-İş’teki sendikalara üye olanlar da olayları takip ediyor, konuşuyorlardı. Gazetelerde DİSK ile ilgili haberler vardı.
DİSK’in ve Maden-İş’in haber bültenlerini, gazetelerini de işyerlerinde dağıtıyorduk. Anayasal Direniş Komiteleri kurulmuştu. Direnişin nedeni, ünite temsilcileri ile tezgâh başındaki üyeye anlatılmıştı. O akşam temsilcilerle beraber yürüyüşün E-5 diye bilinen Ankara Asfaltı’nda yapılmasını kararlaştırdık. Bölge geniş bir alana yayıldığı için yürüyüş kolları arasında haberleşme sorunu olacağını düşündüm. Bunun için kuryeler belirledim.”
* * *
“DİSK, Türk-İş ayırımı yapılmadan yürüyüşe davet edilecekti”
Toplantıda konuşulanları Otosan’da sendika temsilcisi olan Mehmet Karaca şöyle anlatmıştı:
“Bizim bölgemiz çok genişti: Boğaziçi’nin Anadolu yakasın dan Gebze’ye Dilovası’na kadar uzanıyordu. 60’lı yılların modern sanayi tesislerinin önemli bir bölümü bizim bölgedeydi. İşkolumuzun özel sektördeki en büyük iki fabrikası Koç Holding’e ait olan Arçelik ve Otosan’dı.
Toplantıda eylem türleri tartışıldı ve şu kararlara varıldı: Sendika’nın bölgede örgütlü olduğu bütün işyerlerinde üretim durdurulacak, E-5 olarak bilinen Ankara asfaltı iki noktadan trafiğe kapatılacaktı. Acıbadem’deki Otosan işçileri Pendik’e doğru, İstanbul’dan sonra 40. kilometredeki Çayırova’da bulunan Arçelik işçileri ise Kartal’a doğru yürüyecekti. Güzergâhta bulunan değişik işkollarındaki fabrikaların işçileri DİSK, Türk-İş ayırımı yapılmadan yürüyüşe davet edilecekti.”
“Artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk”
Tanıklık:
Nurten Arıcan:
“…İbrahim Ethem İlaç Fabrikası’nda çalışıyordum, Kimya-İş Sendikası’nda işyeri temsilcisiydim. Fabrikadaki çoğu kadın 600-700 işçiye, haklarının ellerin-den gideceğini anlattığımızda protestoya katılmayı tereddütsüz kabul ettiler. Fabrikada sendikasız işçi yoktu, kadınlar erkeklerden daha bilinçliydi, sınıfsal olarak da meseleyi biliyorlardı.
Fire vermeden katıldık eyleme...
O dönemde 31 yaşımdaydım, beş çocuğum vardı, ancak sınıfsal olarak böyle bir şeyi yapmamam ayıp olurdu, kendimiz için yürüdük.
15 Haziran’ı pek hatırlamıyorum, sanırım iş bırakmıştık. Ancak 16 Haziran dün gibi...
Beyaz önlük ve ayakkabılarımızla, haydi lafını duyar duymaz çıktık. Davutpaşa tarafından sloganlarla işçiler geliyordu. Biz önde, onlar arkada yürüyorduk. İşçileri temsilciler olarak biz yönlendiriyorduk.
Topkapı’daki ampul fabrikasının önüne gelince, oturun dedim, bembeyaz önlükleriyle insanlar dal-galanıp oturdular. Sloganlarımıza işçiler fabrikadan çıkıp, bize katılarak yanıt verdiler.
Topkapı’da polis kordonuna alındık. Geri dönmek üzereyken, biz buradan geçeceğiz diye karar verdik ve erkek-kadın el ele, kol kola kenetlenip polisi yardık. Askerleri de geçtik.
Bunları nasıl yaptık, hâlâ anlamış değilim! Kordonları yardıktan sonra ağzımda limonata tadı duydum, meğerse birisi kafamdan limonata dökmüş, ama hatırlamıyorum.
Sonra Topkapı’ya, Şehremini’ye yöneldik, ancak artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk.
Derken surların orada askerle göğüs göğüse geldik, yaşlı bir adama sanırım vurdular, benim de göğsüme genç bir subayın süngüsü geldi. Bir arbede yaşandı, onu da atlattık.
Cağaloğlu’na kadar yol serbestti. Farklı fabrikalardan işçilerle Cağaloğlu’nda buluştuk.
Dörtyol ağzında yeniden çatışma yaşadık. Bir tankın üzerine çıktım, bir askerle göğüs göğse geldik, ben onu tuttum, o beni, ama ben orada kalmayı başardım. Tankların üzerinden atlayıp karşı tarafa geçtik, köprünün açıldığını ancak Eminönü’ye geldiğimizde gördük.
Taksim’e çıkamayacağımızı anlayınca Edirnekapı yolundan sloganlarla fabrikaya döndük.
Ayakkabılarımın olmadığını da o zaman fark ettim, sadece benim değil arkadaşlarımın da ayakları çıp- laktı.
Anın heyecanından nasıl kaybettiğimizin farkında bile değildik, bu heyecanı hâlâ o günkü gibi yaşıyorum. Yürüyüş sırasında arkaya dönüp baktığımda gördüklerim, onları oturtup kaldırmak... Demek ki güçlüymüşüz. Keşke 17’sinde de yürüseydik...
15-16 Haziran Türkiye’nin görüp geçirdiği en büyük kitle hareketiydi, gayet keyifli, neşeli bir yürüyüştü.”