Babası tarafından bir tarikat yurdunda kalmaya zorlanan tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın yaşamına son vermesi, birer gericilik yuvası olan tarikatlar sorununu birkez daha gündeme getirdi. Çoğunun üstü örtülese de tarikat yurtlarında işlenen suçların haddi hesabı yok: Toplu tacizler-tecavüzler, cinayetler, katliama yol açan yangınlar vs…
Devlet, din istismarı üzerinden hem ticaret hem siyaset yapan, resmi kurumlarda kadrolaşan, merkezi iktidar ya da yerel yönetimler tarafından finanse edilen bu kurumları emekçileri gericilikle zehirlemenin araçlarından biri olarak kullanmaktadır. Bu gericilik kuyularının kullanımı yeni değil elbette. Ancak AKP’nin ülkeyi yönettiği son 20 yılda büyük bir sıçrama yapmaya muvaffak oldukları da bir gerçek. Hem yaygınlık hem etki alanlarının genişlemesi bakımında AKP onlara bir “altın çağ” bahşetti. AKP tarikatlar tarafından desteklendi, tarikatlar ise rejimin sunduğu imkanlara yaslanarak bir tür “karanlık canavarlar” niteliğine büründüler.
Faşist cuntanın bataklığında boy attılar
Emekçilerin dinsel inançlarının istismarı, AKP’den önce de sermaye devletinin kullandığı araçlardan biriydi. Nitekim AKP’nin iktidara taşınması, gelinen aşamada devletin bürokratik ve militarist aygıtlarını büyük ölçüde ele geçirmesi de bu aynı politikanın düzlediği zeminde mümkün olmuştur. Bu süreç, CIA projesi olan Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin açıldığı 1960’lı yıllara kadar uzanıyor. Ancak 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gerçekleştirilene kadar, emekçileri orta çağ artığı ideoloji ile zehirleme planı pek etkili olmamıştır. Zira toplumsal hareketin kitleselleştiği, işçi sınıfının büyük kitlesel eylemler gerçekleştirdiği, devrimci hareketin büyük bir güç topladığı o atmosferde din istismarının etkisi sınırlı kaldı.
Tarikatlar nasıl ki AKP döneminde sıçrama yapmışlarsa faşist cuntanın bataklığında da boy atmışlardı. Zira cunta, devrimci hareketi, toplumsal direnişi ve sendikal mücadeleyi büyük bir vahşetle ezerken, din istismarına dayılı sistematik bir politika da izledi. Ekonomik, sosyal, siyasal kazanımlar askeri zorla gasp edilirken, yoksulluk içine itilen emekçilerin önüne ‘öbür dünyada’ cennet vadeden tarikatlar/cemaatler sürüldü. Seçmeli olan din dersleri zorunlu hale getirildi, yüzlerce imam hatip okulu, binlerce cami, mescit, kuran kursu açıldı. Faşist cuntanın başı Kenan Evren meydanlarda kuran ayetleri okuyarak nutuklar attı. Din istismarı cuntadan yönetimi devralan Turgut Özal’lı ANAP hükümetleri tarafından da sürdürüldü. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine karşı “laik ordu” sadece kirli savaşı değil, şeriatçı Hizbil-kontra militanlarını tetikçi olarak da kullandı. Bu politikayı ilerici-devrimci hareketi hedef alan sistematik faşist saldırılar tamamladı.
Bu politika 1990’lı yıllarda yerel yönetimlerin dinci gericilik tarafından ele geçirilmesiyle yeni bir ivme kazandı. Necmettin Erbakan’ın başında bulunduğu Refah Partisi’ne kitlesel oy desteği oluşturulmuş, koalisyon hükümeti kurabilecek güce ulaşmıştı. Sistemin krizleri, açmazları, yozlaşmış politikacıları ve insan soyunun yarattığı tüm ilerici değerlere düşman oluşu tek partili AKP dönemini hazırladı. Emperyalist ve siyonist güçlerle sermaye sınıfının düzlediği zeminde iktidara taşınan dinci gericilik tarikatların yayılması için büyük imkanlar sundu.
Karanlığın koyulaştırıldığı bu dönemde yayılan tarikatların ilk el attıkları alanlardan biri ‘yurtlar’ oldu. Yurtlar insanca barınma alanları olarak değil ‘dindar-kindar’ gençlik devşirme alanları olarak tasarlandı. Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtların sayısı azaltılırken iktidarın da teşvikleriyle tarikatların binlerce ‘öğrenci yurdu’ açmaları rejimin planlı bir şekilde gençliği hedef aldığını gözler önüne seriyor.
Esas suçlu göz ardı edilmemeli
Tarikat yurtlarında işlenen suçlar açığa çıktığında doğal olarak tepkiler iktidara, özel planda ise AKP’ye yöneliyor. AKP-MHP ortaklığıyla kurulan dinci-faşist rejiminin bu suçlardan sorumlu tutulması, hesap vermeye zorlanması elbette büyük bir önem taşıyor. Saray rejiminin sorumlu tutulması, işlediği bu suçlardan dolayı da emekçiler nezdinde teşhir edilmesi özel bir önem taşımakla birlikte ortada sistemin yarattığı ciddi bir sorun olduğu gerçeği de göz ardı edilmemeli. Saray rejimi kabusunu emekçilerin başına saran da tarikatları palazlandıran da kokuşmuş sermaye düzeninin ta kendisidir. Saray rejimi yıkıldığında da bu karanlık kuyuları kapatılmayacak. Çünkü düzenin, oradan yayılan zehirle emekçilerin sersemletilmesine ihtiyacı var.
Bu bağlamda düzen partilerinin Enes Kara olayından sonra gösterdikleri tepkiler dikkat çekicidir. Hiçbiri sorunun esas kaynağına değinmedi bile. ‘Gençlerimiz’ söylemiyle başlayan nutuklarda tarikat yurtlarının kapatılması, öğrencilerin barınma sorununa gerçek çözümlerin üretilmesi, tarikatların işledikleri suçlardan dolayı hesap vermesi gerektiği konularına değinilmedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sessiz kalırken, sağcı-dinci partilerin şefleri tarikatlara toz kondurmadı. AKP-MHP rejimi ise bekleneceği üzere yine tarikatlara kalkan oldu.
Düzen partilerinin bu tutumu ne tesadüf ne de Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi ‘etik’le ilgilidir. Açık ki tüm düzen partileri bu karanlık kuyuların zehir yaymaya devam etmesinden yanadır. Oysa bu sorunun kapsamı hiç olmadığı kadar genişlemiştir. Bir dönem devletin kullandığı aparatlar olan tarikatlar, artık devletin bizzat merkezinde yuvalanmışlardır. Bu da gericiliğe karşı mücadelenin önemine işaret ettiği gibi, kapsamının nasıl genişlediğini de gösteriyor.
Sisteme ve yarattığı karanlığa karşı mücadele
Tarikat yurtlarının tartışmaya açılması bağlamında ilerici güçler yurtların kapatılması/kamulaştırılması taleplerini dile getirmeye başladılar. Elbette tarikat yurtlarının kapatılması, devletin zindanlar ve saraylar inşa etmeye değil, ihtiyacı karşılayacak sayıda öğrenci yurdu inşa etmeye zorlanması demokratik bir talep olarak yükseltilmelidir. Tarikatlara devlet kaynaklarından, yerel yönetimlerden, ihalelerden aktarılan kaynakların kesilmesi de temel taleplerden biri olarak yükseltilmelidir. Bu uğurda örülecek mücadeleye Diyanetin kapatılması, din derslerinin seçmeli hale getirilmesi, tarikatların rejimin açtığı zeminde okullarda yürüttükleri gerici faaliyetlerin yasaklanması, küçük çocukların ‘kuran kursu’ adı altında bu karanlık odakların pençesine terk edilmesinin önlenmesi gibi talepler de eklenmelidir.
Bu talepler uğruna mücadelenin geliştirilmesi, tarikatların sömürü ve kölelik düzeni kapitalizme sundukları hizmetleri teşhir ederek, emekçileri bu mücadeleye katmak da büyük bir önem taşıyor. Bununla birlikte meselenin sadece yurtlar olmadığı, emekçilerin çocuklarını avlamak için pusuda bekleyen bu karanlık odakların bizzat sistem tarafından beslendiği, AKP döneminde ise devletin merkezine yerleştirildiği göz ardı edilmemeli. Kaldı ki sistemin krizi derinleştikçe devlet ırkçı, faşist, dinci, mezhepçi, cinsiyetçi güruhları daha da palazlandırıyor. Bu sorunun kapsamı Türkiye’de hiç olmadığı kadar büyümüş olmakla birlikte, emperyalist-kapitalist sistemin genelinde böyle bir eğilimin olduğu da bir gerçek.
Günümüzde kapitalist sistem, tarikatlar dahil gericiliğin bütün versiyonlarının kaynağı ve yeniden üreticisidir. Dolayısıyla gericiliğin koyu karanlığına karşı mücadelenin bu kabusu yaratan sistemi de hedef alacak kapsamda örülmesi hiçbir koşulda göz ardı edilmemelidir.