15 Temmuz darbe girişiminin ardından Gülencilerin yerine sermaye devletinin tüm kurum ve kuruluşlarına yerleşen tarikat ve cemaatlerin varlığı dikkat çekiyor.
‘90’lardan itibaren holdingleşen ve ticaret ilişkilerini büyüten tarikat ve cemaatler, halihazırda medyadan yemek sektörüne, giyimden sanayiye ve hizmet sektörüne kadar çok sayıda ticari işletmeye sahipler. Kendi gazeteleri, televizyonları ve hatta giyim markaları olan yapılar, artık “dini yapı”dan çok “ticari yapı” olarak görülüyor.
Tarikat ve cemaatlerin siyasi ve ticari ilişkileri üzerine incelemeleri olan gazeteci-yazar Faik Bulut, tarikatların ticarileşmesinin sadece günümüzün meselesi olmadığını, tarihi ve sosyoekonomik arka planı bulunduğuna işaret ediyor.
Ticaretin dini temeli
Sefa Uyar’ın Cumhuriyet’te yer alan haberine göre, bu yapıların ticarileşmesinin, Suudi Arabistan yarımadasının sosyokültürel ve jeopolitik tarihinden bağımsız olmadığını ifade eden Bulut, şunları ifade etti: “Bilhassa Hicaz bölgesinin başlıca geçim kaynağı ve meşguliyeti ticaretti. Peygamberlikten önce henüz 25 yaşındayken Mekke ile Şam arasında ticari kervancılık yapan Hz. Muhammed, sonradan eşi olan Hatice’nin ticari mallarını Hubaşe Pazarı’na götürüp satardı. Bir rivayete göre, kendisine peygamberlik verildikten sonra, yılın belli dönemlerinde kurulan Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz isimli ticari panayırlara giden Hz. Muhammed, bu pazar yerlerini ‘İslam dinini tebliğ etmek için bir vesile’ olarak görmüştür.” Bulut, “Kazancın onda dokuzu ticarettedir” gibi hadislere de işaret ederek, “Tarikatların ticarileşmesi, günümüzün meselesi değil. Tarihi ve sosyoekonomik arka planı var” ifadelerini kullandı.
Tarikatçılığı, “yalınlık, eşitlik, kanaatkârlık ve serbestlikten uzaklaşan yönetim ile egemen tabakaların zulmüne karşı itirazdan hareketle takva, inziva ve çilekeşlik alternatifine sarılmanın başlangıcı” olarak nitelendiren Bulut, bu yapıların özellikle ortaya çıktıkları ilk devirde, “devleti temsil eden sultanların, hükümdarların ve padişahların akçeli İslam anlayışına karşı olduklarını” aktardı. Bulut, “Olayın gözden kaçan bir yanı da tarikatlar, inançsal mekânlarına, tekke, zaviye ve dergâhlarına genelde en alttaki kesimleri, itilmiş kakılmışları, kimsesizleri, yoksulları ve açları çekip sahiplik yapabiliyorlardı. Durum bugün de böyle” diye konuştu.
“İllegal faaliyete girdiler”
Bulut, “Tarikatların özellikle Sünni kesimine ait olanlarının, her dönemin iktidarına yanaşarak kendini var etme ve toplum nezdinde kabul görüp, yaygınlaşma yöntemini benimsediğini” aktaran Bulut, bu yapıların “bütçeden yardım, vakıf arazilerinin tahsisi, tarikat şeyhine zekât toplama yetkisinin verilmesi gibi egemen gücün sağladığı olanaklar sayesinde ayakta kaldığını ve günümüze kadar ulaştığını” söyledi.
Bulut, 677 sayılı tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin yasaya işaret ederek, şunları ifade etti:
“Onlar da devlete küserek yer altına çekildi. Deyim yerindeyse laikliği kural haline getiren Cumhuriyet yönetimine karşı illegal bir faaliyete girdiler. 1950’li yıllara kadar süren bu illegal dönemde tarikatlar, dayanışma fonlarıyla ayakta durmaya, müritlerin verdikleri zekât ve benzeri yardımlarla varlıklarını idame ettirmeye çalıştı. Demokrat Parti ve onu izleyen sağ muhafazakâr, milliyetçi-mukaddesatçı siyaset erbabının yardımıyla yeniden devlete yaklaşıp, onun açık-gizli yardımlarıyla nemalanan tarikat ve cemaatlerin değişik iktidarlarla ilişkisinin 1950’lerden günümüze kadar olan genel çerçevesi budur.”
“TÜSİAD’la boy ölçüşme seviyesindeler”
70 yılı bulan bu siyaset-tarikat ilişkisi sayesinde bu yapıların “ahbap çavuş kapitalizminin nimetlerinden yararlandığını” vurgulayan gazeteci ve yazar Faik Bulut, şunları ifade etti:
“Bu, daha çok devletin verdiği krediler ve o dönemin devasa yerli sermaye şirketlerinin yerel acenteliğini yapma şeklinde tezahür etti. Ardından dünya sermaye merkezlerine yanaşan tarikatlar, henüz komprador sermaye konumunda değillerdi. Bir anlamda yabancı sermayenin Müslüman mahallesindeki işportacıları gibiydiler. O zamana kadar orta tabaka, ekonomik deyimle KOBİ, bilhassa ANAP ile AKP dönemlerinde sağlanan ekonomik olanaklarla hamle üzerine hamle tazeleyerek Türkiye’nin en büyük sermaye örgütü olan TÜSİAD ile boy ölçüşecek seviyeye geldiler.”
“Müteahhit zihniyeti”
“Bir dönemin mücahidi sayılan dava sahibi müminlerin, müteahhit zihniyetiyle hareket edebildiğini” söyleyen, AKP kurucularından eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın “Bizim dindar insanlarımızın bile tamamen tersine döneceğini bir gün göreceksiniz. Çünkü onlar dini böyle hamaset kokulu konuşmaların yanında cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar. Eğer onda bir eksilme görüyorsa din, iman, vatan, millet, bunlar bir kenarda durur, onlara saygısını eksik etmez ama değer yargıları tamamen değişebilir” sözlerini anımsatan Bulut, şunları kaydetti:
“İslami holdinglerin ticaretle işe koyulmak suretiyle dönemin iktidarlarıyla siyasi ilişki kurduğunu söylemek, tek boyutlu bir bakış açısıdır. Aslında Türkiye’deki gelişim seyrine baktığımızda ideolojik-siyasi ilişkinin açıkça veya kapalı tarzda öncelik kazandığı görülecektir. İktidar-cemaat ilişkileri belli bir kurala ve eksene oturtulmadığı için AKP iktidarının kendi taraftarlarına ve dindar kesimler lehine gerçekleştirdiği siyasi, ekonomik ve sosyal düzenlemeler, eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in birkaç gün önce işaret ettiği üzere ‘kayıt dışı cemaatler, kayıt dışı sermaye, kayıt dışı siyasi ilişkilerin’ zeminini hazırlamış oldu.”