Telafi etmek, “kötü, olumsuz bir etkiyi ya da sonucu, herhangi bir zararı iyi, olumlu bir etkiyle, sonuçla vb. karşılayıp giderme” demektir. Milli Eğitim Bakanlığı, okulların resmi tatile girmesinin ardından isteyen öğrencilerin katılabileceği şekilde telafi programını, yani yaz okulunu başlatacaklarını duyurdu. 5 Temmuz-31 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek programın şiarı “Telafide ben de varım” olarak açıklandı.
Neredeyse 2 sene boyunca, göstermelik yüz yüze eğitim süreçleri dışında, ilköğretim, ortaokul ve özellikle de yükseköğretim öğrencileri okul yüzü görmediler. Normalde 15 Haziran tarihinde kapanacak olan okullar 2 Temmuz gününe kadar uzatıldı, ancak çocukların okula gidip gitmemesi yine velilerin inisiyatifine bırakıldı. Süreç içerisinde açık bir şekilde görüldü ki uzaktan eğitim, zaten niteliksiz olan eğitim sistemini daha da niteliksiz ve eşitsiz bir hale getirdi. Milyonlarca öğrenci pandemi süreci boyunca eğitimden neredeyse tamamen uzak bırakıldı. Fakat geçim sorunu çeken çocuklar, bu aynı süreç içerisinde hiç kapanmayan atölyelerde, fabrikalarda, işyerlerinde çalışabilme imkanına eriştiler(!)
Eğitim alanında yaşanan niteliksizlik öyle boyutlara ulaşmış durumda ki, yapılan güncel araştırmalar pandemi sürecinde neredeyse hiç okul yüzü görmeyen, 1. ve 2. sınıfa giden çocukların azımsanmayacak kadar çoğunun okuma yazmayı neredeyse hiç öğrenemediğini ortaya çıkardı. Özellikle Suriyeli çocuklar başta olmak üzere göçmen çocukların büyük bir kısmının uzaktan eğitime hiç katılmadığı bilinen bir başka gerçek. MEB uzaktan eğitime erişemeyen öğrenci sayısını 4 milyon -ki bu rakam bile korkunç bir tablonun göstergesidir- olarak açıklasa da en az 8 milyon çocuğun uzaktan eğitime erişemediği biliniyor. Kısacası bu süreçte atılan her adım milyonlarca çocuğun hayatını telafisi olmayacak şekilde etkilemiş oldu.
“Telafide ben de varım” programının STK’ların işbirliği ile ilerleyeceğinin açıklanması ise aslında bu programın asıl amacına ışık tutuyor. Öğrencilere yönelik etkinlik düzenlemesine olanak sağlayan anlaşmaları yargı kararları ile kısmen durdurulan TÜGVA’nın, MEB’e bağlı okullarda yaz okulu etkinlikleri düzenleyeceği anlaşıldı. Programa dahil olan ilk yerlerin de İstanbul-Kartal’da 4 farklı okul olduğu biliniyor. Ortaokul öğrencilerine yönelik yaz okuluna “Kuran-ı Kerim, Ahlak Eğitimi ve Siyer” dersleri de eklendi.
Eğitim, “Telafide ben de varım” programı adı altında bir kez daha dinci-gerici kurumlara, cemaatlere devrediliyor adeta. Mahkeme kararlarına rağmen MEB’in TÜGVA ile ısrarla süren ilişkisi tesadüf değil. Bu anlaşmalar, sermaye devletinin sürekli vurguladığı “dindar ve kindar nesil” söylemlerinden de bağımsız bir yerde durmuyor. Pıtrak gibi çoğalan imam hatip ortaokul ve liselerinin, anti-bilimsel eğitim müfredatları ve seçmeli ders adı altında zorunlu tutulan dini derslerin yanı sıra, gerici kurum ve cemaatler ile sağlanan anlaşmalar ile saldırılar daha kapsamlı bir hale getiriliyor. Bu arada, MEB'in telafi eğitimine STK'ları dahil etme açıklamasının hemen ardından tarikatçı vakıf ve dernekler 2 Temmuz’dan sonra eğitim kurumlarında, okullarda sürdürecekleri etkinlikleri, programları açıklamaya, yaygınlaştırmaya başladılar.
Eğitimin her kademesinde dinci-gerici temelde dönüşüm devam ediyor. “Dindar ve kindar bir nesil” hedefini açıkça söylemekten geri durmayan AKP iktidarı ise bu uğurda çok yönlü saldırılara imza atmayı sürdürüyor. Toplumun en hassas damarı üzerinden oynayanlar, din tüccarlığına bürünüp adeta milyonları uyuşturuyorlar. Çünkü sermaye devletinin bekası için en önemli araçlardan birisi hiç kuşkusuz ki dinsel gericiliktir.
TÜGVA ve türevi gerici vakıflar çocukların ve gençlerin hangi eksiğini telafi edebilir? Bunlar ancak çocukların itaatkar, gerici ve sorgulamayan modern köleler haline dönüşmesi yönünde “fayda” sağlayabilirler. Başta kendi sorunlarını göğüsleyebilecek güçte olan gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin, eğitimde yaşanan bu köklü, gerici dönüşüme dur demesi için mücadeleyi büyütmesi gerekiyor.
M. Nevra