İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'in kızını 6 yaşında evlendirdiğinin ortaya çıkması, çocuk istismarı sorununun farklı çevreler tarafından tartışılmasına vesile oldu. Suçluların olayı yalanlaması üzerine, istismarı gündeme getiren BirGün Gazetesi yazarı Timur Soykan, belgeleri yayınladı. Yani bu suçun, Saray’ın aparatlarından biri olan İsmailağa Cemaati şefleri tarafından işlediği kesinlik kazandı.
Bu ya da buna benzer suçların cemaatlerde, tarikatlarda ve onların uzantıları olan yurt gibi kurumlarda işlenmesi iktidar eliyle “olağan” hale getirildi. 2002 yılından beri iktidarda olan AKP ile müttefikleri tarikat, cemaat, vakıf adı altında örgütlenen bu karanlık yuvaları hem ekonomik hem siyasi alanda iktidar ortağı haline getirdiler. AKP öncesinde devlet bu kurumları birer aparat olarak kullanırken, iktidar güçlerinden biri haline getirildiler. “Tarikat, ticaret, siyaset” üçgeni yıllardan beri tartışılıyor. Buna karşın bu gerici odakların devlet kurumlarında ele geçirdikleri alanlar halen genişliyor. Yani kapitalist sistemin yarattığı bu ucubeler, aparat olmaktan çıkıp rejimin organik bir parçası haline getirildiler.
Tarikat ve cemaatlerin düzen siyaseti üzerindeki etkisi
Bu gericilik odaklarının düzen siyaseti üzerindeki etkisinin hiç olmadığı kadar yaygınlaştığını, ortaya koyan pek çok veri var. Örneğin sadece iktidar değil, diğer düzen partileri de işlenen suçları tekil olarak ele alıyor, ona göre tepki gösteriyorlar. Diğer bir ifadeyle tümü tarikat/cemaat denen bu ucube yapıları doğrudan hedef almıyor. Oysa ortada tekil suçlar değil, çocuklar şahsında insanlığa karşı işlenen suçları “olağan” sayan geniş imkanlarla donatılmış dinci örgütlenmeler gerçeği var. Bu örgütlerin deşifre olan bazı suçları “sert” bir şekilde “kınanıyor”, ancak orta çağ artığı zihniyetin kendisine dokunan yok. Orası düzen siyaseti için adeta “yasak bölge” gibidir.
Düzenin bir parçası olan bu karanlık yuvaları, sistem için taşıdıkları önemin farkında oldukları için hem pervasız hem pişkinler. İfşa edilen suçları Saray yargısı eliyle örtbas ediliyor. Ya beraat ettiriliyor ya göstermelik cezalarla kısa sürede salıverilip işlerine kaldıkları yerden devam ediyorlar.
Gericiler suçu ve suçluları korumak için seferber oldu
Saray rejiminde özel şekilde güçlendirilen, devlet kurumlarında ele geçirdikleri alanlar genişledikçe özgüvenleri artan bu örgütler, işledikleri suçlara rağmen küstahça çıkışlar yapmaktan geri durmuyorlar. Resmi açıklamalarda güya işlenen suçun takip edileceği söyleniyor. Oysa Saray rejiminin medyadaki beslemeleri, aktroller ve diğer aparatları, bir kez daha suçu ve suçluları korumak için seferber edildiler. Göstermelik birtakım açıklamalar yapılması toplumda oluşan tepkiden kaynaklanıyor. Ancak gerçek tutumları suçu ve suçluyu savunmaktır. 45 çocuğa tecavüz olayının patlak verdiği dönemde Ensar Vakfı bizzat AKP şefi ile müritleri tarafından korunmuştu. “Hepimiz Ensarcıyız!” sloganını yükselten Saray rejimi ile aparatları hem Ensar Vakfı’nı hem çocuklara tecavüzü savundular. AKP’li bir ‘kadın’ bakan, “bir kereden bir şey olmaz” diyebilecek kadar Ensar zihniyetine angaje olduğu göstermişti.
Suçüstü yakalananlar bu defa da “Timur Soykan yargılansın!” diye kampanya başlatacak kadar “cüretkar” bir tutum aldılar. Bu iğrenç suçu ve failleri savunma “cüreti” sadece Saray rejiminin bu karanlık yuvalarına verdiği destek, açtığı alan, sağladığı korumayla ilgili değil. Çocuklara tecavüzün onların zihniyetine göre “olağan”, hatta bir “hak” olarak görülmesinin de bunda büyük payı var. Çünkü bu tür yapılara egemen olan zihniyete göre sapkınlık “olağan” olandır. Suçluların değil suçu deşifre eden gazetecinin yargılanmasını isteyebilecek kadar pişkin olabilmelerinin temel nedenlerinden biri budur.
Düzen muhalefeti sorunun kaynağına dokunmaktan özenle kaçınıyor
Giderek yayılan bu salgına karşı mücadelenin hiç olmadığı kadar önemli hale gelmiştir. Bu bağlamda faillerin işledikleri suçların hesabının sorulması, Saray yargısı tarafından korunmalarının engellenmesi de önemlidir. Ancak bu sınırlarda kalmak, diğer ifadeyle sorunu “tekil” bir olaylar üzerinden tartışmak, “ağacı öne çıkartırken ormanı gözden kaçırma” tehlikesini yaratıyor. Yaygın benzetme ile buradaki tekil olay bir sivrisinekse eğer, tarikatlar/cemaatler ve onların uzantıları hem genişleyen hem derinleşen bir bataklıktır. Bu bataklık durmadan sürüler halinde sivrisinekler üretiyor. Bu karanlık yuvalarının kapalı ve denetimden uzak tutulması, işlenen suçlarının çoğunun üstünün örtülmesine imkan sağlıyor. Ancak ifşa olan suçlar, bu yapılarda sapkınlığın “olağan” karşılandığını, Saray rejiminin de onlarla aynı görüşte olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Düzen muhalefetinin de sorunun kaynağına dokunmaktan kaçındığını not etmek gerek. Zira bu partiler de oy hesapları ve din istismarının kapitalist sistem için vazgeçilmez olmasından hareketle meselenin kaynağına dokunmaktan uzak duruyorlar.
Türkiye’de iktidarın tepesindekilerden alta doğru tüm resmi kurumlar, sermaye kodamanları, Saray/Sermaye medyası, düzenin muhalefet partileri… tüm bunlar tarikatları/cemaatleri ve onların kullandığı aparatları hem “gerekli” hem “işlevsel” görüyorlar. Bundan dolayı olsa gerek tekil olaylara “çok sert” tepki gösterirken, sorunun kaynağına dokunmaktan özenle kaçınıyorlar. Tek tek olaylar o kadar büyütülüyor ki, sorunun esas kaynağı olan o derin bataklık unutturulmak isteniyor.
Bu karanlık yuvalar dağıtılmalı ve işledikleri suçların hesabı sorulmalı
Hem orta çağ artığı ideoloji ile emekçileri zehirleyen hem sapkın olan bu karanlık yapıların şefleri kapitalist artı-değer sömürüsünden azımsanmayacak bir pay da alıyorlar. Saray rejiminde devlet kurumlarındaki mevkilerin paylaşılmasından, eskisiyle kıyaslanmayacak oranda pay alma imkanı da buldular. Artık içişleri, adalet, sağlık gibi bakanlıklarda bu karanlık yuvalarına da kayda değer oranda kadrolaşma imkanı sağlandığı farklı gazeteciler tarafından yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur.
Bu karanlık yuvalarının dağıtılması ve işledikleri suçların hesabının sorulması için mücadele etmek büyük bir önem taşıyor. Zira çocuklara/kadınlara karşı işledikleri suçların yanı sıra, yaydıkları ideolojik zehir emekçilere de bulaşıyor, işçilerin sınıf kimliğini geliştirmesini baltalıyor, sömürü ve kölelik dayatmalarına karşı mücadeleyi zayıflatan bir rol de oynuyor. Buna karşın bu bataklığı sulayanın kapitalist sistem ve sermaye devleti olduğu gerçeğinin karartılmasına karşı mücadelenin de taşıdığı büyük önem her zaman gözetilmelidir. Çocukları, kadınları, emekçileri bu karanlık zihniyetin pençesinden gerçek anlamda kurtarabilmek için, bu bataklığı yaratıp derinleştiren kapitalizm belasından da kurtulmak gerekiyor.