Son günlerde İran’da umut verici toplumsal eylemler yaşanıyor. Mahsa Emini'nin "kıyafet kurallarına uymadığı" gerekçesiyle 'ahlak polisi' tarafından katledilmesi üzerine başta kadınlar olmak üzere İran’ın muhalif kesimleri haklı öfkeleriyle sokağa taştı. Eylemlerin 80’den fazla kent ve kasabaya yayıldığı belirtiliyor. İslami rejimi hedef alan ve giderek geniş yankı bulan bu eylemlere rejim de bildik despotik yöntemleriyle saldırıyor. İran İnsan Hakları, katledilenlerin sayının 40’ın üzerinde olduğunu açıkladı. Ancak bu, kitleleri sokak eylemlerinden vazgeçiremiyor. Halkın öfke ve tepkisi gerici rejimin kendisini hedef alarak devam ediyor, başörtüler yırtılıp yakılıyor. Dinci gericiliğe tepkilerin her zamankinden daha güçlü dillendirildiği gözleniyor.
O sırada Türkiye…
İran gibi şeriat rejiminin örneği olan bir ülkede bu gelişmeler yaşanırken “laik” Türkiye’de ise farklı bir rota zorlanıyor. Gelinen yerde AKP iktidarı ile bir hayli yol alan dinsel gericilik adımlarını hızlandırıyor. İktidarda olmanın tüm avantajlarıyla palazlanan bu gerici odak, eğitimden toplumsal yaşama çeşitli dayatmalarda bulunuyor. Gerici vakıfların istemiyle konserler yasaklanıyor, toplumun tanıdığı sanatçılar hedefe konuyor, sembolik tutuklamalarla, Gülşen örneğinde olduğu gibi, gözdağı veriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor. Bu yetmiyor 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hedef konuyor. Son olarak LBGT+ bireyleri hedef alan bir miting düzenleyerek sokaklara indiler. Yürüyüşün tanıtım videosu RTÜK tarafından "kamu yararına yönelik spot film” olarak önerilmesiyle de devlet desteği açıkça gösterilmiş oldu. Bu mitinde LGBT+ bireyleri için cezai yaptırımlar dile getirilerek, şeriat rejimlerinde olduğu gibi, gerici politikalar hukuksal kılıflarla yerleşik hale getirilmek isteniyor. Hak ve özgürlük adına her istemin baskı ve zorbalıkla karşılandığı AKP Türkiye’sinde katledilen Mahsa Emini için yapılmak istenen Taksim’deki eylem bile polis zoruyla engelleniyor.
Bu gericilik gücünü rant, yolsuzluk ve sömürü üzerine kurulu bu sistemden alıyor, korunuyor, kollanıyor. Toplumları yönetmek adına işlevsel yöntemleriyle dinsel gericilik her daim egemenlerin kullandığı bir araç olmuştur. Korku ve biat toplumu hedeflenirken işçi ve emekçiler tarafında üretilen artı değere ve diğer toplumsal zenginliklere el koymak daha kolay olmaktadır.
Gericiliğin etkisi kadın hak ve özgürlükler alanıyla sınırlı kalmıyor. AKP iktidarıyla yaşam tarzından toplumsal yaşamın her alanında dair Diyanet'in bir açıklaması duyulur oldu. Artık Diyanet, ticaret ve ekonomi alanından da fetvalar vermektedir. Hatırlanırsa geçtiğimiz günlerde Din İşleri Yüksek Kurulu fetvasında, "fiyatları tayin eden Allah'tır" diyerek gericilikle bilinçlerini bulandırdığı kitlelerin algılarına ayar vermeye kalkmıştı. Bu şekilde fakirliğin, yoksulluğun sınanma olduğu vaaz ediliyor. Diyanet yine bir hutbede şöyle buyurdu: “Nitekim Cenâb-ı Hak bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: ‘Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!’” Ekonomik krizin, işsizliği, yoksulluğu “ilahi takdir” olarak görülmesini ve “tevekkülle karşılanmasını” istiyor.
İran’da ya da Afganistan’dan alışık olduğumuz bu gerici fetvalar, politikalar ve yöntemler artık AKP Türkiye'sinin olağan halidir.
Örgütlü mücadele gericiliği yenecektir!
AKP iktidarına ve tahayyül ettikleri Türkiye hayaline itiraz edenlerin daha örgütlü bir şekilde bir araya geldiği, sesini daha fazla yükselttiği ve sokakta ilerici değerleri savunduğu zaman işler değişecektir. Toplumun bu gerici kuşatmayı yarmasının tek yolu örgütlü mücadeledir. İşçi ve emekçilerin iktidarın gerici politikalarından kurtulması için düzen siyasetinin manipüle edici muhalefetinden de beklentisini kesmesi gerekmektedir. Zira dinsel gericiliğin politikalarına yanıt vermeyi seçimden sonraya erteleyen bu düzen solu ve sadece AKP karşıtı muhalif temsilcilerinin gericilikle hesaplaşmak gibi bir derdi olmadığı ortadadır. Bu nedenle başta, özel hedef haline getirilen kadınlar ve ötekileştirilen tüm kimlikler, sömürülen ve ezilen işçi ve emekçilerin devrimci sınıf mücadelesinin bir parçası olması gerekmektedir.