Sermaye düzenin temel yönetme araçlarından biri ideolojik manipülasyondur. Söz konusu manipülasyonlar ile emekçilerin bilinçlerini bulandırarak düzenin destekçisi konumuna düşürmek, yapay ayrımlarla oyalamak ve bir kesim üzerinden “güruhlar” yaratarak kendisine devşirmek vb. amaçlanmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüz olduğu koşullarda düzenin ideolojik saldırıları ve manipülasyonları kendisine çok daha kolay etki alanı bulmaktadır.
Üretim araçlarının sahibi olan kapitalist sınıf, düşünsel araçların büyük bir kısmını da kontrol ediyor. Bu alanda en yaygın kullanılan, çağın en etkili aracı medyadır. Ancak aynı amaç için tüm eğitim kurumları, Diyanet başta olmak üzere her türden dini örgütlenme, devlet yöneticileri tarafından yapılan açıklamalar, düzenin yargısı ve doğrudan topluma hitap eden sermaye siyasetçileri de ideolojik manipülasyonun oluşturulmasında etkin rol oynarlar. Dört koldan bu gerici ideolojik taarruza maruz kalan emekçilerin azımsanmayacak bir kesimi, yazık ki sömürücü sınıflar tarafından yönlendirilmeye açık hale geliyor.
***
Üretim araçlarının sömürücü sınıfların özel mülkü olduğu, bu asalak azınlığın zenginleşmesi için geniş emekçi yığınların yoksulluğa/sefalet mahkum edildiği kapitalist sistemde, temel ayrım sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişki üzerinden şekillenmektedir. “Bütün kötülüklerin anası” olan bu ayrımdan türeyen pek çok sorun, kapitalist sistemde döne döne yeniden üretiliyor. Bu çağda cinsel, etnik, dinsel, mezhepsel, bölgesel vb. ayrımların kaynağı da uzlaşmaz sınıf çelişkilerini yaratan kapitalist sistemdir. Zira kapitalizm yapısal olarak bu sorunları çözme olanaklarından yoksundur.
Temel ayrımı tali ya da yapay ayrımlarla örtmek, egemen sınıflar ve onların hizmetindeki kapitalist devletin yönetme biçimlerinden biridir. Bunun en yaygın en iğrenç araçlarından biri ise ırkçılık ve şovenizmdir. Özellikle ezilen ulus sorununun bulunduğu ülkelerde iktidarlar ırkçı-şoven zehrini özel bir şekilde yaygınlaştırırlar. Bununla hem ezilen ulusun eşitlik-özgürlük uğruna yükselttiği mücadeleyi karalamak hem işçi sınıfı ve emekçileri yapay bir şekilde parçalamak ve onları sınıf mücadelesinden uzaklaştırmak için kullanırlar. Irkçı-şoven ideoloji toplumda belli bir etki yarattığında ise, bunu siyasi ranta çevirmeyi amaç edinmiş düzen partileri sahnedeki yerlerini alırlar.
***
Türkiye’de ırkçı-faşist çizgide 1969’da kurulan MHP’nin oy oranı %3 civarındaydı. 1970’li yıllarda kontrgerillanın tetikçisi olarak görevlendirilen MHP, 1977'de yapılan genel seçimlerde yüzde 6,4 oranında oy alarak 16 milletvekili çıkardı. Bu oran, o dönem faşist partinin alabileceği maksimum desteği gösteriyor.
1990’lı yılların sonuna kadar bu oranda belirgin bir değişiklik olmadı. 1999’da yaşanan ekonomik krizin ardından yapılan seçimlerde DYP, ANAP gibi sağ partiler çökünce MHP oy oranını %18’lerin üstüne çıkarsa da, 2002 seçimlerinde %8’lere gerileyerek baraj altında kaldı. Son dönemde Türkiye’de düzen siyasetinde baskın bir ton haline gelen ırkçılığın yaygınlaşması ve bu çizgideki partilerin türemesi AKP döneminde gerçekleşmiştir.
Bu süreçte Kürt sorununu seçimleri kazanmanın bir aracı olarak kullanan AKP, “Kürt açılımı”, “Oslo süreci”, “İmralı görüşmeleri” serisinin ardından 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğrayınca, kirli savaşı yeniden başlattı. Kurulduğu günden beri faşist partinin desteğine yaslanan Tayyip Erdoğan’la müritleri, 7 yıldır devam eden AKP-MHP koalisyonunu o zaman kurdular. Bu yıllarda yağma, talan, haraç, rüşvet mafyacılık rejimi tepeden tırnağa kaplarken, ırkçı-şoven histeri kesintisiz bir şekilde kışkırtıldı.
***
Bu zehirli iklimde CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in -nereden icap ettiği belli olmayan- “HDP’den de bakan olabilir” lafını ortaya atmasından sonra başlayan tartışmalar, Türkiye’de düzen siyasetinin ırkçılık batağına nasıl da saplanmış olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Bu tiksinti verici ırkçılık ilk defa sergilenmiyor elbette. Sermaye devletinin her zaman kullandığı kirli araçlardan biri ırkçılıktır. Yine de mafyatik saray rejimine güya alternatif olan İYİP şefi Meral Akşener’le “kurmayları” tarafından yapılan açıklamalar, düzen siyasetinin ana gövdesiyle tam bir ırkçılık batağında yüzdüğünü gösterdi. Şoven milliyetçiliği temsil eden, “merkez sağ” parti olacağı söylenen, hatta kimi zaman “demokrat milliyetçiler” diye tanımlananların zihniyetinin ne kadar “demokrat” olduğu daha net bir şekilde görüldü.
Böyle bir şey gündemde yokken, HDP’nin bu yönde bir talebi söz konusu değilken, kendi partisinde bile tartışmalı bir figür olan Gürsel Tekin’in ettiği lafın ardından “fırtına” koparanlar, “saray rejiminden sonra” kurmak istedikleri rejimin, şimdikinden pek de farklı olmayacağının mesajını verdiler. Bu türden çıkışların gerisinde “oy avcılığı” kaygısı olsa da dile getirilenler, İYİP’in de gırtlağına kadar ırkçılık bataklığına saplandığını gözler önüne serdi.
Sosyal demokrat olma iddiasındaki bazı CHP’lilerin sergilediği şoven tutumlar bir yana, diğer düzen partilerinin tümü dinci-ırkçı zihniyeti topluma dayatıyor ve bunun üzerinden siyaset yapıyorlar. AKP, MHP, BBP, Perinçekçiler koalisyonu şoven ırkçılıkta birbiriyle yarışıyor. Bunun dışındakiler ise MHP’den kopan İYİP, AKP’den kopan Deva Partisi ile Gelecek Partisi ve son dönemde özellikle göçmenler üzerinden geliştirdiği iğrenç ırkçı-söylemle öne çıkan eski MHP’li Ümit Özdağ’ın kurduğu Zafer Partisi. Bunların yanına ırkçı söylemlerden uzak duran ancak şeriatçı zihniyetleriyle öne çıkan SP ile Necmettin Erbakan’ın oğlu tarafından kurulan YRP’yi eklemek gerekiyor…
Saray rejimi koalisyonu ülkeyi bataklığa itip on milyonlarca emekçiyi sefalete mahkum ederken, CHP dışta bırakılırsa, “AKP sonrası” dönemde etkin olmaya çalışan partiler saray rejiminin dinci-ırkçı koalisyonun içinden çıkmıştır. Sadece saray rejimi değil, 6’lı masada bulunan ya da Zafer Partisi gibileri, HDP bir yana CHP’nin de etkisiz bırakılacağı bir formül arayışındalar. CHP’nin tartışmalı laikliği ve sosyal demokratlığına bile tahammül etmeyen, Türkiye’yi tıpkı saray rejimi gibi neo liberal dinci-ırkçı karanlığa mahkum etmek isteyen bir düzen siyaseti var halkın karşısında.
Siyasi arenaya hakim olan bu tablo, emperyalistlerle sermaye kodamanlarının eseridir. Siyasi alanda öne çıkan figürlerin büyük bir çoğunluğunun dincilik ya da ırkçılıkla malul olması, Türkiye kapitalizminin emekçilere sefalet ve karanlıktan başka bir şey vaat edemeyeceğini somut bir şekilde kanıtlıyor.
Toplumun geniş kesimlerinin dinci-faşist saray rejiminden kurtulmak için büyük bir istek duyması hem doğal hem kaçınılmazdır. Ancak “AKP sonrası” kurulacak sistemden temel sorunlara çözüm beklemek de hayal kırıklığından başka bir şey yaratmayacaktır. Elbette mafyatik saray rejiminden bir an önce kurtulmak önemlidir. Ancak bundan da önemlisi, kapitalist sistem ve sermaye devletinin dayattığı koyu karanlığı dağıtmanın tek yolunun işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların, gençliğin ve tüm ezilenlerin örgütlü mücadelesinden geçtiğini biran bile unutmamaktır. Her şeye rağmen bu düzen ayakta kaldıkça sorunların hiçbirinin kalıcı çözümü olmayacak, kısmi çözümler olsa bile, sistem onları gerisin geriye yeniden üretecektir. Dolayısıyla, emekçilerin gerçek kuruluşu için verilecek mücadelenin kapitalist barbarlığı ortadan kaldırmayı esas alan bir perspektifle örgütlenmesi şarttır.