"Gare operasyonu" ve yeni saldırı dalgası

Kürt halkıyla omuz omuza eylemli dayanışma içinde olmak, günün temel görevlerinden biridir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 17 Şubat 2021
  • 11:19

Dinci-faşist AKP-MHP blokunun şefi Erdoğan, 8 Şubat’ta, “Çarşamba günü Millete Sesleniş konuşmamı özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum. Sizlere birçok güzellikleri takdim edeceğim” demiş, Hulusi Akar ise 9 Şubat’ta “Kandil miti bitecek” açıklamasında bulunmuştu. Bir gün sonra Gare bölgesindeki PKK kamplarına karşı “Pençe Kartal-2 harekatı” başladı. Erdoğan 10 Şubat Çarşamba günü “millete” seslenemedi ve “Sizlere birçok güzellikleri takdim edeceğim” vaadini yerine getiremedi.

Milli Savunma Bakanı operasyonun, “PKK’nın saldırılarını bertaraf etmek ve hudut güvenliğini sağlamak maksadıyla” gerçekleştirildiğini duyurmuştu. Oysa Erdoğan’ın sözünü ettiği “güzellikler”, PKK’nin elindeki asker, polis ve istihbaratçıların kurtarılması ve Gare’de olduğu düşünülen PKK liderlerinden Duran Kalkan ve Murat Karayılan’ın yakalanmasıydı. İktidarın, “Tutulan vatandaşların Gare’de olduğuna dair çok iyi kanıtlara ulaşıldı, operasyon bu minvalde yürütüldü” açıklaması, Erdoğan’ın partisinin Rize kongresinde yaptığı, “Bu kardeşlerimizi bu teröristlerin ellerinden kurtaracağız, bunun hesabını yaptık. Çok uğraştık ... bu operasyonları yapmak suretiyle kardeşlerimizi kurtaralım istedik” açıklaması ve Süleyman Soylu’nun “Murat Karayılan’ı yakalayıp bin parçaya bölmezsek bu millet ve şehitlerimiz yüzümüze tükürsün” ifadeleri bunu gösteriyor.

Erdoğan ve iktidarının müjdesini vereceği “güzelliklere” gerçekten de ihtiyacı vardı. PKK liderlerinden bir ya da birkaçının tutuklanması ve esirlerin kurtarılması başarılsaydı, faşist şef için bu yeni bir “zafer destanı” olacaktı. Esirlerle birlikte PKK liderinin de elleri bağlı getirileceği kendisine taahhüt edilmiş olmalı ki, operasyon öncesi “milletine” vereceği müjdeyi duyurmuştu. Ne var ki operasyon hezimete dönüştü. Şimdi 13 esirin ve üç askerin ölümü kirli bir iç siyaset malzemesi yapılıyor. Herkesi şovenizm bayrağı altında toplamanın ve HDP şahsında Kürt halkına yönelik kudurganlığı tırmandırmanın fırsatına çevriliyor.

Partisinin Rize kongresinde içeriye ve dışarıya seslenen Erdoğan, herkese adeta “Ya bizdensiniz ya da teröristlerden yanasınız” ikilemini dayattı. Bunu, “Gara’da yaşanan bu katliamdan sonra artık hiçbir ülke, kuruluş, yapı ve kişi, Türkiye’nin Irak ve Suriye harekatlarını sorgulayamaz. … Bundan sonra herkesin önünde iki yol var. Ya Türkiye ile birlikte hareket edip teröre karşı ... tavır alacaklar ya da bu eli kanlı terör örgütünün her cinayetinin ortağı olarak ... uluslararası platformlarda hesap verecekler” ifadeleriyle özetledi. Aynı tehdidi ortağı faşist Bahçeli de “Herkes tarafını ve tercihini yapmalıdır: Ya hıyanet ya hidayet, ya melanet ya da millet” sözleriyle dile getirdi.

Başarı değil hezimet!

“Dost ve müttefiklerimizle koordine edilerek yapılan” şeklinde lanse edilen operasyon, ocak ayında Akar-Güler ikilisinin Bağdat ve Erbil ziyaretlerinin ardından ABD’nin de desteği alınarak gerçekleşti. Dinci-faşist blok, Kürt halkı ve hareketine karşı içerde ve dışarda artan bir kudurganlıkla saldırarak, Kürt hareketini tasfiye etmeyi amaçlıyor. 1986’dan bugüne sayısız sınır ötesi operasyon bu amaç çerçevesinde “dost ve müttefiklerle koordine edilerek” yürütülüyor. Gare’ye yönelik operasyon da bunlardan biri oldu.

40’tan fazla uçağın katıldığı operasyonda, İHA ve SİHA’ların yanı sıra tanker uçakları, havadan erken ihbar ve kontrol uçakları, “yerli ve milli mühimmat kullanılarak”, “terör örgütüne ağır bir darbe indirilmiş ve bölge kontrol altına alınmıştır.” Böylece operasyon, 14 Şubat Pazar günü “başarılı şekilde” sonlandırılmış, “kara ve hava unsurları güvenle dönmüş” ve yeni bir “başarı destanı” daha yazılmıştır. Başarının ölçütü ise, öldürüldüğü iddia edilen 50 gerilla ve bölgenin günlerce bombalanmasıdır. Kanlı operasyonlar düzenleyip gerilla öldürmek, halka karşı katliamlar yapmak, dağı taşı bombalamak başarı olsaydı, bu 40 yıl boyunca tekrarlanmaz, sorun da çözülmüş olurdu. Oysa tarihsel ve toplumsal kökleri olan ve uluslararasılaşan Kürt sorununun ağırlığı altında ezilmeye devam ediyorlar. Dolayısıyla tüm barbarca çabalara rağmen ortada başarı değil tam bir hezimet var.

Aynı hezimet Gare operasyonu için de geçerlidir. Amaçlarına ulaşamadıkları gibi PKK’nin elinde bulunan 13 kişinin öldürülmesinin sorumluluğunu taşıyorlar. 6 yıldır kimi siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin tüm çabalarına ve verilen önergelere rağmen kılları kıpırdamayanlar, esirlerin PKK tarafından öldürüldükleri iddiasıyla Kürt hareketine yönelik kara propagandaya giriştiler. Kürt cephesinden yapılan açıklamalarda bu iddia yalanlandı. Bu saldırılarla Türk devletinin vahşi yüzünün bir kez daha ortaya çıktığını belirten Salih Müslim, “Gerillaların elindeki esirler, uzun bir süre gerillaların elinde kaldı ve onlara hiçbir şey olmadı. Türk devleti saldırılarında onlara hiç acımadı ve 13 esiri vahşice öldürdü. Onlar Türk devletinin eliyle öldürüldü.” açıklamasını yaptı.

İYİP Genel Başkan Başdanışmanı ve Meclis Milli Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu üyesi Aytun Çıray da devletin açıklamalarını inandırıcı bulmamış olmalı ki, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi: “Sn. Erdoğan Türk milletine bir müjde vereceğini vaat etmiş, ancak bir müjde açıklaması yapılmamıştır. Söz konusu müjdenin Pençe Kartal-2 Harekâtı ile bir ilgisi var mıdır?” diyen Çıray, sorusunu, “Mağarada bulduğunuz asker ve memur şehitlerimiz için neden ‘Sivil Vatandaşlar’ ifadesini kullandınız? Böyle bir açıklama yapmanız, ... operasyonu yöneten olarak başarısızlığınızı gizlemek için miydi?” biçiminde sürdürerek, operasyonun başarısızlığına işaret ediyor. ABD Dışişleri Bakanlığının “Türk vatandaşlarının terör örgütü PKK’nın elinde öldüğü haberleri doğrulanırsa, bu eylemi en güçlü şekilde kınarız” açıklaması da, düzen sözcülerini çileden çıkararak krize yol açtı.

Burjuva muhalefetin Kürt düşmanlığı

Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesi söz konusu olduğunda, sermaye cephesindeki sorunlar hemen geri plana itiliyor. Tüm düzen temsilcileri, tüm sermaye uşakları ve düzen muhalefeti “vatanın birliği” ve “bölücü teröre karşı mücadele” şiarları etrafında birleşiyorlar. Gare operasyonu şahsında da yaşanan budur. 13 esirin ve üç askerin ölümünün ardından başta Erdoğan-Bahçeli ikilisi ve faşist blokun öteki temsilcileri Kürtlere karşı nefret, kin ve düşmanlıkta yarışırlarken, tüm düzen partileri de bundan geri kalmamak için çırpındılar.

Tüm temel kritik konularda “devletin bekası” için Erdoğan iktidarının yanında saf tutan ve “muhalefetten sorumlu devlet bakanı” unvanını fazlasıyla hak eden Kılıçdaroğlu ve partisi de teröre lanet okuma eşliğinde “teröre karşı yanındayız” dedi. Tıpkı Erdoğan’a, “Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Ege’de, Suriye’de, hatta Libya’da taviz verirsen namertsin. Taviz vermeyeceksin, biz arkanda olacağız” dediği gibi... Şimdi de Erdoğan’ın yanındadır ve ulusal yas önermektedir. Öteki tüm düzen partileri de AKP-MHP faşist blokunun ardına sıralandılar. Operasyon, Kürt halkına ve HDP’ye yönelik yeni bir nefret söylemi kampanyasına dönüştürüldü. Yaşadıkları hezimetin intikamını içerdeki Kürtlerden ve tüm ilerici-demokrat muhalefetten alma yoluna gittiler, herkesi Kürtlere karşı seferberliğe çağırdılar.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “6 yıl önce PKK tarafından kaçırılan, Kuzey Irak’ta alıkonulan 13 evladımız, alçakça, kalleşçe şehit edildi... Bunun üzerine hâlâ PKK’yı aklamaya çalışan pislikler var. PKK ile aynı açıklamaları yapmaktan utanmayan, aynı yalanlara sahip çıkan haysiyetsizler var. Evlatlarımıza ve ailelerine çektirdiklerinin hesabı soruldu, sorulacak” kudurganlığıyla saldırının startını vermiş oldu. “Bugün milat olmalı, HDP kapatılmalı” kirli kampanyası eşliğinde 40 kentte yapılan operasyonlarla HDP üye ve yöneticilerinin de aralarında olduğu 700’ü aşkın kişi gözaltına alındı.

Kürt sorunu ve emperyalist hesaplar

Ortadoğu, emperyalistler arası hegemonya kavgasının esas cephesi olmayı sürdürüyor. Bölgede karşı karşıya bulunan küresel güç odakları, etki alanlarını genişletme ve emperyalist çıkarlar peşinde koşmaktadırlar. Onların Ortadoğu’da Kürt hareketleriyle ilişkilerini de bu çıkarlar belirlemektedir. İşbirlikçi kimliğiyle ABD’ye on yıllardır hizmet eden Barzani ve Talabaniler ise öteden beri ulusal kurtuluşa, kendi güçlerini kullanarak değil, bir emperyalist güce, somutta ABD’ye dayanarak ve onların çıkarlarıyla bütünleşerek ulaşmak istediler, istiyorlar. Yıllardır ABD emperyalizminin bölgede egemenlik sağlamasının araçları olarak hareket ediyorlar. ABD tarafından, istediği sınırlar içinde davranmayan PKK’yi tasfiye etmenin de imkânı olarak görülüyorlar.

Suriye Kürtlerini Ortadoğu’daki egemenlik mücadelesinin bir dayanağı olarak kullanmak isteyen ABD, PYD’yi PKK’den ayırıyor. Erdoğan iktidarını da SDG/PYD’yi bir tehdit olarak görmemesi gerektiği konusunda ikna etmek istiyor. Barzani çizgisindeki ENKS ile PYD arasında birlik görüşmelerini zorlayarak, PYD’yi KDP çizgisine getirmek için çalışıyor. Bunun için Rojava Kürtleri arasındaki birlik görüşmelerine öncülük ediyor. Suriye ve Irak Kürtlerini kendi çizgisinde aynı safta birleştirmek, Türk devletini de buna razı etmek istiyor. PKK’ye de ya Barzanici çizgi ya da tasfiye dayatılıyor. ABD, Türkiye, Irak merkezi ve Kürdistan yönetimlerinin işbirliği bunun üzerine oturuyor. Varlığını aynı zamanda ABD emperyalizmine borçlu olan ve Türkiye ile netameli ilişkiler içinde bulunan IKBY, kendisine dayatılan PKK’nin tasfiyesi çizgisini, kendi çıkarlarının bir gereği olarak da destekliyor.

Her türlü özgürlüğe karşı olan ABD ve öteki emperyalistler, her zaman ve her yerde egemenlik peşinde koşmaktadırlar. Onların derdi Kürtlere özgürlük sağlamak değil, bölgedeki çıkarlarıdır. Onlar için ulusların özgürlüğü değil, sadece emperyalist çıkar ve egemenlikleri önemlidir. Kürtlerle ilişkileri de bunu hizmet ettiği ölçüde anlamlıdır.

Kürt halkıyla omuz omuza!

Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesi uzun süredir zorlu bir safhaya girmiş bulunuyor. Emperyalistler ve sömürgeciler Kürt hareketinin içinde bulunduğu zorlukları ve zaafları derinleştirerek, bu yolla kendi arzuladıkları “çözüm”e mahkum etmeye çalışıyorlar. Bu hedef çerçevesinde Kürt hareketini tasfiye etmek, Kürt halkının özgürlük istemini boğmak için saldırıları tırmandırıyorlar.

Son operasyon ve sonuçlarından hareketle Türk devleti, Kürt halkına karşı topyekûn bir saldırı için itiraz kabul etmez bir zemin hazırlamak istiyor. Bu çerçevede herkese savrulan tehditler ile kirli ve karanlık planlar iç içe yürütülüyor.

Kürt halkına ve hareketine karşı sürdürülen bu yeni “siyasi soykırım” saldırısı karşısında, ilerici-devrimci hareket başta olmak üzere Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerine büyük bir sorumluluk düşüyor.

Kürt halkıyla omuz omuza eylemli dayanışma içinde olmak, günün temel görevlerinden biridir. Her yol ve yöntemle Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin haklılığı ve meşruluğu işçi ve emekçilere anlatılmalı, onların pratik desteğini örgütleme hedefiyle hareket edilmelidir.