Sermaye iktidarının, faturasını emekçilerin sırtına yıktığı ekonomik krizi de, içine yuvarlandığı yozlaşma çukuru da derinleşiyor. Yolsuzluk, rüşvet ve talan çarkı iğrenç kokular saçıyor. Kızılay gibi bir kurumu bile çirkef yuvası haline getiren saray rejiminin toplumsal meşruiyeti çökmüş durumda. Yitirdikleri meşruiyeti şiddet kurumlarını seferber ederek ikame etmeye çalışıyorlar. Resmi kolluk güçlerinin kentleri kontrol altında tutmak için yetersiz kaldığını iddia eden Erdoğan, saraya bağlı silahlı güçler oluşturma çalışmalarını pervasızca sürdürüyor.
***
İçeride durum bu iken, dış politikanın yarattığı bataklık da derinleşiyor. Bu alanda yaşanan hezimetlere rağmen yayılmacı-saldırgan zihniyet terk edilmiyor. İş Suriye ordusuyla çatışma noktasına vardırılmış bulunuyor. Emperyalistlerle ilişkilerde aynı anda iki ipte oynayarak “avantajlar” sağlanabileceği düşünülüyordu. Ancak son gelişmeler bunun sorun alanına dönüşebildiğini gösterdi. Rusya’nın desteğine muhtaçken, aynı anda bir gözü Washington’da olan AKP şefinin dengesi şirazeden çıkmış görünüyor.
İdlib’de el Kaide artığı HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) çetesini kurtarmak için çatışmayı göze alan saray rejiminin başı, Türk ordusunu İdlib’i işgal etmek için seferber ediyor. Cihatçı teröre kalkan olduğu için Washington’daki efendilerinin takdirini kazanan Erdoğan’ın, yine de ABD ordusunun desteği olmadan yayılmacı heveslerine ulaşması mümkün değil. Tersine, bataklığa saplanma ihtimali yüksek. Zira Rusya’nın İdlib’de tolerans gösterme süresi dolmuş görünüyor. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un son açıklamasındaki, “Türkiye Soçi mutabakatında üstlendiği sorumlulukları kararlılıkla yerine getirmelidir” ve “Türkiye El Nusra teröristlerini Libya’ya taşıyarak oradaki çatışmaları şiddetlendiriyor” vurguları bunu gösteriyor.
Tam bu noktada Trump yönetiminin cihatçı teröre destek ilan etmesi rastlantı değil. Zira ABD-İsrail ikilisi, Suriye’de savaşın bitmesini engellemek için her yola başvuruyor. İdlib konusunda Erdoğan’ın sırtını sıvazlamaları bundandır. Bazı konularda anlaşamasalar da, Suriye’yi yakıp yıkan savaşın sona ermesini engelleme konusunda aynı safta buluşuyorlar.
***
İçeride yolsuzluk-rüşvet çirkefine batan AKP-saray rejimi, İdlib yetmiyormuş gibi, Libya bataklığına da atlamış bulunuyor. Bu yayılmacı politikada Erdoğan’ın histerik heveslerinin payı olsa da, bir diğer dayanağı kapitalistlerin sınıfsal çıkarlarıdır. Nitekim Türk ordusunun Suriye topraklarını işgal etmesine sermayenin kodamanlarından kimse itiraz etmiyor. Akdeniz’deki doğalgaz paylaşımıyla bağlantılı olduğu için, Libya bataklığına dalma politikası da onların onayını alıyor.
***
Sermayenin sınıfsal çıkarları ile saray rejiminin yayılmacı histerisinin ürünü olan bu dış politikanın işçi sınıfı ile emekçilere yeni belalardan başka bir şey getirmesi mümkün değil. Suriye topraklarını işgal etmenin, cihatçı terörü finanse etmek için devasa paralar harcamanın, savaş için bütçeyi hortumlamanın emekçilere yansıması daha çok işsizlik, daha çok sefalet, daha çok zorbalık olabilir ancak.
Erdoğan ve müritleri, Doğu Perinçek gibi dalkavuklar, AKP’nin medyadaki borazanları, rejimin propaganda aygıtının sözde “uzman”ları koro halinde aynı masalı anlatıyorlar. Emekçileri hem hayati sorunlarından uzaklaştırmak hem de yayılmacı saldırganlığın destekçisi durumuna düşürmek için yoğun bir çaba sarf ediyorlar.
İşçilerin ve emekçilerin bu histeriye karşı uyanık olmaları büyük bir önemi taşıyor. Savaş sermayenin talebi ise, emekçilerin talebi de halkların kardeşliği olmalıdır. Yağma ve talan düzeni kuran AKP’nin cihatçı çeteleri finanse etmesine karşı çıkılmalı, savaşa değil, bütün değerleri üreten emekçilere daha çok pay ayrılması talebi yükseltilmelidir. İşçi sınıfına gerekli olan, sermayenin ve saray rejiminin savaşına yedeklenmek değil, sınıfsız, sömürüsüz ve kardeşçe yaşanacak sosyalist bir dünya kurmak için mücadele etmektir.