Suriye savaşında büyük rol oynayan ve dünyanın her yerinde gelen cihatçı çetelerin merkezi ve son kalesi haline gelmiş bulunan İdlib, Suriye devlet başkanı Beşar Esad’a göre, “belirleyici nihai savaş” niteliği taşıyan bir konuma sahiptir. Rusya, İran ve Türkiye tarafında Astana’da varılan anlaşmayla “Gerginliği Azaltma Bölgesi” ilan edilen ve taraflarca 22 gözlem noktası kurulan İdlib’de, gerginlik anlaşmadan bu yana azalmak bir yana sürekli biçimde tırmandı. Eylül 2018’de Astana’nın güncellenmesiyle sağlanan Soçi Mutabakatı da istenen sonucu vermedi. Öteki faktörler bir yana bırakılırsa, bunun temel nedeni, Tayyip Erdoğan iktidarının İdlib ve Soçi mutabakatlarında üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmemesiydi.
Esad rejimi, Rusya ve İran desteğiyle Suriye’nin hemen tüm bölgelerini cihatçı çetelerden temizlemiş, İdlib ise Astana süreciyle birlikte geçici de olsa hedefin dışında kalmıştı. Fakat Rusya ve Beşar Esad rejiminin İdlib’i cihatçılara bırakmayacağı, “temizlik” harekatının sadece bir zaman sorunu olduğu kesindi. Zira Suriye rejimi için İdlib, Esad’ın ifadesiyle, “Suriye’nin tümündeki kaos ve terörü sonlandırmanın anahtarı” niteliğindedir, «İdlibðdeki cihatçıların yenilgiye uğratılmasıyla birlikte savaş da sona erecektir.» Dolaysıyla cihatçı grupların merkezi ve son kalesi olan İdlib’in düşmesi durumunda, cihatçıların kontrol ettiği hemen hiçbir bölge kalmayacak, ABD’nin işgal ettiği bölge dışında Suriye savaşı büyük ölçüde bitmiş olacaktı.
Dolaysıyla Suriye ordusu, daha önceleri de zaman zaman sürdürdüğü İdlib’e yönelik operasyonlarına yeniden başladı. Aralık ayında ise bu operasyonları Rusya’nın hava saldırısı desteğiyle şiddetlendirdi. Böylece Astana ve Soçi’de Rusya, İran ve Türkiye’nin arasında sağlanan mutabakat ve ateşkes, İdlib operasyonuyla birlikte adeta çökmüş oldu.
Türkiye’nin çaresizliği
Rusya ve Suriye’nin havadan ve karadan düzenledikleri saldırılar karşısında Tayyip Erdoğan iktidarı, çok umurundaymış ve sorumluluğunu taşımıyormuş gibi, “büyük insani facia” gibi ikiyüzlülükler sergileyerek “uluslararası toplum”u harekete geçirmeye çalışmaktadır. Yanı sıra saldırıları durdurmak için Rusya’yı harekete geçmeye ve Esad rejimi üzerindeki nüfuzunu kullanmaya çağırmaktadır. Bunun için de bir yandan Moskova kapılarını aşındırmakta, öte yandan Suriye sınırına giden Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar üzerinden kabadayılık sergilemektedir. Gözlem noktalarını boşaltmayacaklarını, alanı terk etmeyeceklerini, tacizlere karşılık vereceklerini söylemektedir.
Tayyip Erdoğan iktidarı, Astana ve Soçi’de Rusya ve İran’a, İdlib’de Heyet Tahrir Şam çatısı altında birleşen cihatçı çetelerin tasfiye edileceği, bölgenin Astana taraflarınca terörist olarak görülmeyen “muhalifler”in denetimi altına alınacağı sözü vermişti. Ama bunun gereklerini yerine getirmedi, bu doğrultuda kılını bile kıpırdatmadı. Bu arada güya tasfiye edilmesi planlanan HTŞ (Heyet Tahrir Şam) İdlib’i neredeyse tümüyle kendi denetimi altına almayı başardı. Türk devletinin çeteler üzerindeki denetimi ise iyiden iyiye zayıfladı.
Rusya, İdlib’deki durum karşısında duyduğu ciddi rahatsızlığı her fırsatta dile getirse de, Tayyip Erdoğan iktidarıyla kurduğu hesaplı ve karlı ilişkilerin hatırına olup bitenlere “anlayışla” yaklaşmayı tercih etti. Bu tutumun gerisinde Astana ve Soçi sürecini ABD’nin bölgedeki provokatif girişimlerini önlemenin imkanına çevirmek de vardı. Ancak İdlib’deki gelişmeler ve Türkiye’nin tutumu Rusya’nın sabrını zorladı. İdlib’in çetelerden temizlenme zamanının geldiğini bizzat operasyona katılmakla göstermiş oldu.
Tayyip Erdoğan iktidarı, karşı karşıya bulunduğu açmazın ve Suriye’de yaşayacağı yeni bir hezimetin sonuçlarının yanı sıra, Türkiye sınırına yönelecek yeni bir göç dalgasının yaratacağı sorunların ağırlığı altındadır.
AKP’nin denetimindeki Türk sermaye devleti, Suriye’de akan kanın ve yaşanan muazzam yıkımın baş sorumlularından biridir. Olayların başından itibaren Amerikan emperyalizmiyle uyumlu biçimde hareket etti, yıllar boyunca ona taşeronluk yaptı. Elbette kendi özel hesapları vardı. Ama bunlara tam da bu taşeron konumuyla ulaşacağını umuyordu. Bu amaç doğrultusunda cihatçı çeteleri her yolla besleyip destekledi. Şimdilerde yüzsüzce sözünü ettiği “büyük insani trajedi”yi bizzat hazırlayanlardan biri oldu.
Yıllardan beridir Suriye’de her türlü kire, kana ve utanca bulaşan Tayyip Erdoğan iktidarı, gelinen yerde hesaplarında büyük ölçüde hüsrana uğramış durumdadır.
Emperyalist ikiyüzlülük
Suriye savaşının son cephesi olarak görülen İdlib’in çetelerden temizlenmesi, Suriye’de yeni düzenin kurulması aşamasına geçiş olarak görülmekte, Rusya ve Esad rejimi liderliğinde Suriye’nin yeniden inşası olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte ABD’nin ülkedeki varlığı ve bölgenin emperyalist hegemonya mücadelesine sahne olması, savaşın seyri üzerinde önemli etkilerde bulunmaktadır. Zira ABD ve koalisyon güçlerinin, Suriye’de ve bölge genelinde Rusya ve İran karşısında konumlarını ve çıkarlarını korumaları, dünya egemenlik mücadelesi açısında özel önem taşımaktadır. Bu Suriye savaşını tırmandırmak anlamına da gelmektedir. Bunun için envaı çeşit bahaneler uydurmanın bir güçlüğü yoktur.
Nitekim her kritik durumda olduğu gibi, son İdlib operasyonu vesilesiyle de, emperyalist koalisyon bir kez daha kimyasal silah yalanından yarar ummaktadır. Zira İdlib’in düşmesi ve ülkenin tümüyle Suriye ve müttefiklerinin kontrolüne geçmesi durumunda, ABD ve batılı emperyalistlerin Suriye’deki, dolayısıyla bölgedeki çıkarlarına darbe vurulacaktır. Bu nedenle yeni bir kimyasal silah komplosuyla Suriye’ye tehditlerde bulunmaları şaşırtıcı değildir. Nitekim ABD, İngiltere ve Fransa, eğer Suriye ordusu kimyasal silah kullanırsa şiddetli karşılık vereceklerini ilan ettiler.
Suriye ordusu ne zaman İdlib’e yuvalanmış cihatçı çetelere yönelik bir operasyon başlatsa, ABD ve müttefiklerinin arsızca sığındığı bahanelerden bir diğeri de “insani kriz” ve “sivil katliam”dır. Üç milyon sivilin yaşadığı ve yüzbin dolayında silahlı cihatçının yuvalandığı İdlib’de şiddetli bir savaşın yaşanacağı, büyük bir göçe ve insani yıkıma yol açacağı açıktır. Bunlar olmadan kenti silahlı gruplardan temizlemek olası görünmemektedir. Ama bunlar emperyalistlerin umurunda değildir. Suriye iç savaşını tezgahlarken, dünyanın dört tarafında cihatçı sürüleri ülkeye taşırken, kentler ve kasabalar yerle bir edilirken, beşyüz bini aşkın insanın ölümüne, on milyonu aşkın insanın göç etmesine sebep olanlar, “insani kriz” ve “sivil katliam” lafını ağızlarına almıyorlardı. Çünkü onlar için sadece bölgesel egemenlik mücadelesi ve çıkarları önemlidir. Bu aynı şey elbette ki Rusya ve müttefikleri için de geçerlidir.
Sadece Suriye değil bir bütün olarak Ortadoğu’da halklar büyük yıkımlar, trajik acılar, katliamlar yaşıyorlar. Bunun sorumlusu emperyalistler ve bölgedeki işbirlikçileridir. Bölge halkları kaderlerini ellerine alarak emperyalistlere ve bölge gericiliğine karşı ayağa kalkamadıkları sürece, yazık ki bunun bedelini ağır biçimde ödemeye devam edeceklerdir.