Son günlerde AYM (Anayasa Mahkemesi) üzerinden yapılan tartışmalar, Türkiye’de burjuva hukuk sisteminin nasıl bir çürüme yaşadığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Keyfi tek adam rejiminin hüküm sürdüğü günümüz Türkiye’sinde yargının bağımsızlığı, anayasanın bağlayıcılığı vb. tümüyle bir kenara itilmiş bulunmaktadır. Erdoğan ve dalkavukları yıllardır kendi iktidarlarını korumak amacıyla düzenin kendi yasalarını, hukukunu kabaca çiğnemekte ve birçok skandala imza atmaktadırlar. Hak gaspları, hukuksuzluk örnekleri, baskı ve devlet terörü gündelik hayatın bir parçası durumuna gelmiştir.
Bu bağlamda AYM üzerine sürdürülen tartışmalar son günlerin öne çıkan gündem başlıklarından biri oldu. Ancak konu AYM kararlarının tanınmaması üzerinden değil AKP-MHP faşist koalisyonunun algı yönetimi ile “darbe tehdidi” üzerinden ele alındı. “Işıklar yanıyor” polemiğine düzen muhalefeti ile birlikte çeşitli kesimler dâhil oldu. Asıl mesele olan hukukun kabaca çiğnenmesi ise bu tartışmaların gölgesinde kaldı. Bu kez AYM’nin Enis Berberoğlu hakkında verdiği “yeniden yargılama” kararı tanınmadı.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin (ACM) başkanı olan Akın Gürlek sadece bu davada değil, 26. ACM’de iken Selahattin Demirtaş ile Sırrı Süreyya Önder’e de cezalar yağdırmıştı. 37. ACM’nin Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD’li avukatları tahliye etmesinin ardından bu kararı veren tüm yargıçlar dağıtılmış, onların yerine atanan Akın Gürlek avukatlara cezalar yağdırmıştı. Canan Kaftancıoğlu ile Sözcü yazarları da yine bu şahsın başında olduğu mahkeme tarafından yargılandılar ve cezalar aldılar. Muhalif kesimlerin davalarının hep aynı kişi tarafından görülmesi, rejiminin yargıyı nasıl kendi ihtiyaçlarına göre düzenlediğinin çarpıcı bir örneğidir.
Burjuva hukuk düzeninde AYM’nin varlık nedeni, bir yüksek mahkeme olarak yargılama süreçlerinde anayasaya göre hareket edilip edilmediğini denetlemektir. Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrası şöyledir: “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Oldukça açık olan bu hüküm yalnızca yerel mahkemeler tarafından değil en başta cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yok sayılmaktadır
2016 yılında Erdoğan, MİT tırları davası nedeniyle o dönem tutuklu yargılanan Can Dündar ve Erdem Gül hakkında AYM’nin verdiği tahliye kararı için şunları söylemişti: “Anayasa mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa mahkemesinin vermiş olduğu bu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim. Bunu da çok açık, net söyleyeyim. Ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum.”
Sonrasında yerel mahkemelerin AYM kararlarını “yok hükmünde” ilan etmeleri başladı. Yine 2016 yılında gazeteci Mehmet Altan ve Şahin Alpay davası sürecinde AYM’nin “yeterli delil olmamasına rağmen Altan ve Alpay’ın tutuklanmış olmalarında hak ihlali olduğu” kararını 26. ACM yok saymıştı. Konu AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) taşınmış, AİHM AYM’yi haklı bulmuş, ancak o dönem Adalet Bakanlığı 26. ACM’nin yanında durmuştu. Öne sürülen gerekçe ise, AYM’nin “yeterli delil var mı yok mu diye bakamayacağı” idi. Dikkate değer olan ise, o dönemde 26. ACM başkanının yine Akın Gürlek olmasıdır. Burada sorun aynı kişinin karşımıza çıkmasından çok AKP iktidarının hukuksal işleyişi kabaca hiçe saymasıdır.
AYM kararlarının yok sayılmasına dair başka örnekler de var. Hukukçu Yaman Akdeniz’in yaptığı paylaşıma göre, siyasihaber.org sitesi ile ilgili ihlal kararı Kasım 2019, sendika.org sitesi ile ilgili ihlal kararı Mart 2020 yılından beri Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği tarafından uygulanmıyor.
Geçtiğimiz günlerde AYM ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında da gerginlik yaşanmıştı. Bunun üzerine Devlet Bahçeli AYM’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile uyumsuz olduğunu ifade etmiş, kapatılabileceği çıkışını yapmıştı. Kapatılmasa dahi, yerel mahkemelerin AYM kararlarını tanımamasıyla fiilen işlevsiz hale getirilmektedir.
AKP-MHP gerici-faşist bloku kendi bekası uğruna son derece kaba bir biçimde her türlü hukuk dışı yol ve yöntemi kullanıyor. Mevcut siyasal düzenin kurumları, anayasası, yasaları tam bir pervasızlıkla ayaklar altına alınıyor.
Kapitalist düzende hukukun sınıflar üstü olmadığı, egemen sınıfın çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiği, çoğu durumda biçimsel kaldığı bilinir. Bugünün Türkiyesi’nde yaşanan ise, egemen sınıfın çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen hukukun, onun kurumlarının, anayasasının, yasalarının da hiçe sayılması, alenen çiğnenmesidir. Yargı düzenindeki işleyişi belirleyen “tek adam rejimi”nin keyfi kurallarıdır.
Tüm bu yaşananlar sadece hukuk sisteminin/adaletin değil, bir bütün olarak burjuva düzenin yaşadığı çürüme ve kokuşmayı ortaya sermektedir. Bu sürece dur diyebilecek biricik güç ise işçi sınıfı ve emekçilerdir, onların birleşik örgütlü mücadelesidir.
H. Armoni