Son günlerde ortalığa saçılan yolsuzluk, rüşvet, talan, adam kayırma gibi gayrı meşru icraatlar, sermayenin vurucu gücü olan AKP-saray rejiminin iliklerine kadar çürüdüğünü gözler önüne seriyor. Çirkef sarmalında AKP’nin yanı sıra devlet kurumları, yandaş kapitalistler, Kızılay gibi kurumlar, tarikatlar, vakıflar, bakanlıklar, valiler, belediye başkanları var. Yani sistem tepeden tırnağa tüm yapısıyla-kurumlarıyla bataklığa dönüşmüş durumda.
Her taraftan pis kokular
Elazığ’da deprem olduğunu haber alınca halktan para isteyen Kızılay’ın şefi, yeni bir para kaynağı bulmuş olmanın heyecanına kapılmıştı. Kızılay’ı talan düzeninin aparatı haline getiren bu zat, “hayır işleri” adı altında halkı soymanın ustalarından biridir. Milyon dolarları kapitalistlerden alıp tarikat yuvalarına aktaran Kızılay, esas misyonu olan doğal afet ya da sağlık sorunlarıyla alakasını ise kesmiş gibidir.
8 milyon doları alan tarikat yuvası vakıf, körpe zihinleri ortaçağ artığı zihniyetiyle zehirlemek için çalışıyor. Tarikatlara “bağış” yapan Başkentgaz şirketinin yandaş patronu, doğalgaz faturalarıyla halkı soyarak, verdiğini misliyle geri alıyor. Suçüstü yakalanınca pişkince açıklamalar yapmakla yetinip, işine devam ediyor. Zira sarayın yargısı, hırsızlarla-soyguncularla uğraşmıyor. Hele de halkı soyarak tarikatlara milyon dolarlar aktaranlarla…
Talan çarkının diğer tarafında işler “resmi” yapılıyor. Örneğin uyduruk toplantılar, yağmur duaları, yemek davetleri gibi “ıvır zıvır” işler için milyonlar harcanıyor. Krize rağmen hovardaca savurganlığa devam ediyorlar. Bu arada düzenin çaresizliğe ittiği insanlar bireysel isyanlarını hayatlarına son vererek gösteriyorlar. Ancak bunlar talan düzeninin efendilerini pek ilgilendirmiyor. Ne de olsa onların saraylarında sefahat ve şatafat devam ediyor.
Talan düzeni her tarafı kaplamışken AKP’li valilerin, belediye başkanlarının eli armut toplayacak değildi elbet. Onlar da yağmadan paylarını gani gani alıyorlar. Üstelik bu kurumların yağmadan pay alma icraatlarını, kendisi de sarayın aparatı olan Sayıştay kayıt altına alıyor.
Sayıştay raporları AKP’li valilerin de belediye başkanlarının da yolsuzluk, rant, talan düzeni kurduklarını saptıyor. Raporlarda yer alanlar elbette buzdağının görünen kısmından ibaret. Fakat bu kadarı bile etrafındakilerle birlikte onlarca vali ve belediye başkanının bu çarktan nemalandığını kanıtlıyor.
Bu çarkın tepesinde doğal olarak saray var. “Balık baştan kokar” misali, en büyük vurgunu da saray rejiminin kendisi yapıyor. Örneğin sadece deprem için toplanan vergilerin 34 milyar doları bulduğu söyleniyor. Elbette olay sadece bu 34 milyar doların iç edilmesinden ibaret değil. Sarayın ödenekleri, gizli ödenekleri, günlük masrafları da milyarlarla ifade ediliyor. Her şeyin başı olunca, doğal ki talandan en büyük pay da saraya düşüyor.
Talan düzeni emekçilere sefaleti reva görüyor
İşçi sınıfı ve emekçilerin ürettiği artı-değere kapitalistlerle birlikte el koyan rejimin efendileri, değeri üretenleri ise insan kategorisinde görmüyorlar. Örneğin krizin faturasını emekçilere ödetirken milyonları çalışma hakkından yoksun bırakmakta, on milyonları sefalete mahkum etmekte, sefil çıkarları için askerleri ölüm girdabına atmakta bir sakınca görmüyorlar.
Bu arada iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı artıyor. Ekonomik krizin kurbanı olan milyonlar, iş aramaktan vazgeçiyor. Zira iş bulma umutlarını yitirmiş durumdalar. Eğitimli gençlerde işsizlik oranı rekorlar kırıyor. Yanı sıra eğitim, sağlık, barınma, ulaşım gibi temel hizmet alanlarında da sorunlar derinleşiyor. Bu vahim tablo, talan düzeninin kaçınılmaz sonuçlarını gösteriyor.
Talanı sınır ötesine taşımak için savaş kışkırtıcılığı
AKP-saray rejimi bu sorunlara çözüm üretmekle alakalı değil. Çöküş korkusu saray dehlizlerini sararken, onlar talanı sınır ötesine taşımak için savaş kışkırtıcılığı yapıyorlar. Belli ki ülke kaynakları talan düzenini doyurmaya yetmiyor. Bu durumda komşu ülkelere saldırıp bir parça koparma hevesleri depreşiyor. Öte yandan saray rejimi, savaş atmosferini içteki sıkışmayı dışa aktarmanın imkanı sayıyor.
Nitekim iflas eden dış politikada ısrar eden T. Erdoğan’la müritleri, cihatçı terör örgütlerini savunmak için orduyu savaşa sürüyorlar. Bir tür akıl tutulması yaşayan rejimin efendileri hem ülkenin mahvı hem milyonların sefaletini arttırma pahasına yayılmacı politikada ısrar ediyorlar. Ne pahasına olursa olsun saltanatı sürdürme telaşına kapılan AKP şefi ve payandaları, toplumun geniş kesimleri için ciddi bir tehdit haline gelmiştir.
Yozlaşmanın kaynağı kapitalist sömürü düzeni
Sistemin ürettiği çürümenin, kokuşmanın, zorbalığın toplum yaşamına yıkıcı etkileri oluyor. İşçi ve emekçilerin çekilmez hale getirilen yaşamlarında, çocukların-kadınların maruz kaldığı şiddetin-ayrımcılığın artışında, işsizliğin-sefaletin yayılmasında dışa vuran rejimdeki yozlaşmayı durdurabilecek bir güç yok. Kokuşmuş sermaye düzeni AKP-saray rejimine angaje oldu. Dolayısıyla her tür ahlaki, insani, siyasi yozlaşmanın kaynağı bizzat kapitalist sömürü düzenidir.
Çürüyen rejim aşılamadığı sürece toplumu da kendisiyle birlikte çürütmek için tüm imkanlarını kullanacaktır. Zira yozlaşan bir toplumun mücadele dinamiklerinin zayıflaması kaçınılmazdır. Bu ise, ancak talancı zorbalara yarar.
Çürümüş rejimden hesap sormak ya da yozlaşma
İşçi sınıfı, emekçiler, kadınlar, gençler, kısacası toplumun tüm ezilen-sömürülen kesimlerinin bu kokuşmuş rejimden kurtulmak için mücadele etmeleri gerekiyor. Ya çürümeye katlanacak ya da çürüyen rejimi tarihin çöplüğüne gönderecekler. Rejimi layık olduğu yere, tarihin çöplüğüne gönderme mücadelesi aynı zamanda emekçileri hem yozlaşmaya karşı koruyacak hem de politik ve moral açıdan güçlendirecektir.
Yolsuzluğa, rüşvete, talana karşı çıkmak, yayılmacı savaşları reddetmek, savaş kışkırtıcısı yağmacılardan hesap sormak, işçi sınıfı ve emekçilerin önünde duran önemli sorumluluklardan biridir. Bu eşiğin aşılması, sınıfsız, sömürüsüz sosyalist bir dünya kurma mücadelesini de güçlendirecektir.