Ortadoğu’da çatışmalar artarak sürüyor. Savaş, can ve mal kaybı demektir. Savaşta atılan her mermi, askerlerin tepeden tırnağa her türlü donanımı, modern silahlar vb. gereçler devasa harcamalar yapmayı gerektirir.
Kapitalizmin egemen olduğu dünyada devasa bir savaş endüstrisi var. Çünkü kapitalizm savaş demektir ve savaştan beslenir. Savaş ekonomisine kaynak ayırmakta sınır tanımayan kapitalizm, savaş harcamalarını karşılamak için işçi ve emekçilere ekonomik ve sosyal yıkımı dayatır. Zamlar ve işsizlik ayyuka çıkar. Düşük ücretle çalışma artar.
Silahlanma yarışı emperyalist kapitalist dünya sistemine bağımlı ülkelerin ekonomilerini yerle bir ediyor. 2020 yılında Türk sermaye devletinin bütçesinin büyük bir bölümü silaha ayrıldı. Kapitalizme bağımlı ekonomi ile günlerini gün eden kapitalistler ise günü kurtarmaya bakıyorlar. Onların kasaları dolup taşarken ülke ekonomisi çöküyor.
Kapitalizmin egemen olduğu dünyada bir günde silahlanmaya ayrılan para ile Afrika’nın açlık sorunu çözülürdü. Öte yandan savaşın faturasını kapitalistler değil, canıyla kanıyla yoksul işçi ve emekçiler ödüyor.
Tıpkı bir türküde söylendiği gibi “zenginimiz bedel verir askerimiz fakirdendir.” Cepheye hep yoksul halk çocukları gider. ABD oturum almak için başvuran göçmenleri 4000 dolar aylıkla cepheye gönderiyor. Göçmenler sırf ABD’de oturum almak ve rahat yaşamak umuduyla cepheye gidiyorlar. Emperyalistler dünya halklarının başına bela olan en büyük teröristlerdir. Çeşitli dinlerin-mezheplerin çatıştırıldığı Ortadoğu coğrafyasında en ala terörist emperyalist güçlerdir. Bugüne kadar emperyalistlerin eliyle çıkarılan savaşlarda Suriye ve Irak’ta birer milyon insan yaşamını yitirdi.
Biz işçiler kendi aramızda, Suriyelilerin savaştan kaçmasını veya Türkiye’de 800 bin kişinin bedelli askerliğe başvurmasını konuşurken hemen suçlayıcı ifadeler kullanıyoruz. Oysa insanlar emperyalizmin savaş arabasına bağlanmayı, zenginler için savaşmayı doğru bulmuyorlar. Tuzu kuru kapitalistlerin kasasının dolması için ölmek istemiyorlar. Suriyelilere yönelik pompalanan şovenist propaganda ise içerde kitleleri bölüp kamplaştırmaya yarıyor.
Ülkenin içine düştüğü siyasi ve ekonomik çözümsüzlük dış savaş ile perdelenmeye çalışılıyor. Ekonomik siyasi yıkımın faturası yoksul halka çıkarılıyor. Petrol savaşından bize zırnık vermezler. Özal’ın, 1. Körfez Savaşı’nda “Bir koyup üç alacağız” derken ne aldıkları belli. Şimdi de durum aynı. Libya’daki iç savaş için mezhep savaşı diyorlar, öyle değil. Libya’da savaşan tarafların ikisi de Sünni’dir. Osmanlının torunları macera arıyorlar ama kendi evlatları ortada yok.
Bir milyon 250 bin öğrencinin okulu bıraktığı, yemek parası bulamayan öğrencilerin intihar ettiği, dört kişiden birinin işsiz gezdiği, açlık sınırının altında asgari ücretle hayatını sürdüren yoksulların ülkesinde, Libya’yı, Suriye’yi işgale kalkmak, bu savaşlara bütçe ayırmak işçi ve emekçilere yapılacak en büyük kötülüktür. Biz işçi ve emekçilerin kazanımlarına sahip çıkmasının en temel yollarından biri haksız savaşlara karşı çıkmaktır. Savaş çıkarmak, işgal etmek, kan dökmek tuzu kuru burjuvaların işidir. Zira içerde ve dışarıda yağma ve talan burjuvazinin işine gelir.
Haksız savaşlara dur demek gerekiyor. Ve elbette ki biz işçi ve emekçiler her türlü emperyalist saldırganlığa ve emperyalist egemenliğin bir gereği olarak çıkarılan bölgesel savaşlara “dur!” diyeceğiz. Emperyalist güçlerin çıkarları için çıkan savaşlara karşı mücadele de, ezilen halkların tarih boyunca hiçbir şekilde burjuvaziyle uzlaşmayan çıkarları için mücadele de her işçi ve emekçinin en temel görevidir. Ne zaman ki işçi ve emekçiler kendi iktidarlarını kurarlar, haramilerin saltanatını yıkarlarsa o zaman dünyada ve ülkemizde savaşsız, sömürüsüz bir hayatın kapısı açılır.
Kayseri İşçi Birliği çalışanı bir işçi