Toplumsal çürümenin panzehri sınıf mücadelesidir

Her yanından irin ve lağım akan din istismarcısı faşist iktidarın toplumsal ölçekte yarattığı çürüme ve kokuşmayla birlikte hak ettiği foseptiğe kapatılmasının yolu, dün olduğu gibi bugün de ısrarla sınıfa gitmekten, işçi bölüklerinin eylemler içinde arınmasını sağlamaktan, devrimci bir sınıf hareketi geliştirme çabasını yoğunlaştırmaktan geçmektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 11 Temmuz 2021
  • 12:15

Kendi kitle tabanı dışındaki geniş kesimler nezdinde hiçbir inandırıcılığı kalmayan, yaygın nefret öğesine dönüşen Erdoğan-AKP iktidarı, yürüttüğü siyasette iki temel araç ve yöntemi bol keseden kullanıyor. İlki, korku atmosferini beslemek, ikincisi de en kaba biçimde yalanlar savurmaktır. Halihazırda bunlar dışında işine yarayan bir şey de yok elinde. Korku atmosferi milis haline getirilen kolluk güçlerinin, yargının, hapishanelerin, mafyatik çetelerin kullanımına dayanıyor. Sahadaki bu kuvvetler faşist baskı ve zorbalık düzenini gündelik olarak besliyorlar. Diğer yandan buna tek adamın elinde toplanan yandaş medya kuvvetleri, sosyal medyada yuvalanmış troller ordusu, tarikat-cemaat vb. olarak kümelenmiş gericilik yuvaları, artı dinsel gericilik ve şovenizmle zehirlenmiş sıradan insanların aktif katılımıyla “mahalle baskısı” olarak tabir edilen bir dayatmalar bütünü eşlik ediyor. Korku atmosferi bu sayede yayılıp sürekli kılınabiliyor.

İkinci temel araç ya da yöntem olarak en dipsiz yalanların kullanımı da tümüyle kanıksanır hale gelmiş bulunuyor. Türkiye çoktandır en kaba yalanları arsızca savuran bir iktidar tarafından yönetiliyor. Elbette normalde de burjuva siyaseti, bin bir çeşit tülle örtülmüş ve inceltilmiş yalanları kullanarak toplumsal rıza üretme sanatıdır. Fakat herhalde yakın tarihin hiçbir kesitinde akıl almaz kaba yalanların siyaset adı altında bu denli kolayca söylendiği bir dönem yaşanmamıştır. AKP-MHP iktidarının temsilcileri adeta yalan savurma rekorları kırıyorlar. Tabii ki bu konuda hiç kimse AKP şefinin eline su dökemiyor. Tayyip Erdoğan toplumun gözünün içine baka baka ayaküstü kırk yalanın belini büküyor. Örneğin son haftalarda diline doladığı aşı bahsi açıldığında, “en gelişmiş ülkelerde bile” korona aşısının parayla yapıldığını söyleyebiliyor. Üstelik bu kuyruklu yalanı farklı konuşmalarında ve fiyat vererek tekrarlayabiliyor.

AKP şefinin hayretler içinde bırakan son büyük yalanının mekânı Diyarbakır oldu. Uzun zaman sonra gittiği Diyarbakır’da yaptığı mitingde, “çözüm süreci”ni kendilerinin değil HDP’nin bitirdiğini gayet rahat bir şekilde dile getirebildi. Sanki Kürt halkını ve hareketini oyalamak için gündeme getirilen “çözüm süreci”nin, 7 Haziran 2015 seçimlerindeki kısmi hezimet üzerine, kendisinin yeniden seçim hesabıyla bir anda sona erdirildiği, Kürt halkına karşı acımasız bir kirli savaşı tırmandırdığı; Sur’u, Cizre’yi, Nusaybin’i yerle bir ettiği, insanları bodrumlarda diri diri yaktığı unutulup gitmiş gibi... 

Dış politikadaki iflaslar, omurgasızlıklar, çöküşler yine akıllara durgunluk veren yalanlarla örtülüyor. Emperyalistlerle ilişkiler, Suriye, Libya, Afganistan, Ukrayna, Kafkaslar vd. savaş bölgelerinde icra edilen kirli işler söz konusu olduğunda, hep dinsel gericilik ve şovenizmle soslanmış yalanlar devreye giriyor.

Hemen her alanda olduğu gibi ekonomide de çarklar yalanlar üzerinden dönüyor. Temel ekonomik göstergeler, üstelik tüm güvenirliliğini yitirmiş TÜİK verilerine göre bile felaket tablosu sunuyor. Pandemiyle geçen 2020’de yüzde 1,8’lik büyümenin ardından, 2021’in ilk çeyreğinde yüzde 7’lik büyümeden söz ediliyor fakat ne üretimde ne de istihdamda artış var. Tümüyle borca dayalı bu “büyüme” sayesinde, başta yandaşlar olmak üzere en zenginler servetlerini katlarken, işçi ve emekçiler açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranıyorlar. İşsizlik ve enflasyon almış başını gidiyor. TÜİK’in Haziran 2021 verilerine göre yıllık enflasyon yüzde 17,53’le rekor kırıyor, ki bağımsız araştırmacılar ve sendikalar gerçek enflasyonun bunun iki katı olduğunu kanıtlıyorlar. Geniş tanımlı işsizlik kategorisi hesabıyla sayısı 10 milyonu bulan işsizler ordusu durmaksızın büyüyor ve bunun önemli bir bölümünü genç işsizler oluşturuyor. Son paylaşılan bilgilere göre, her on gençten dördü işsizlik girdabında yaşam mücadelesi veriyor. Fakat Erdoğan ve aveneleri hala da “uyguladığımız güçlü ekonomi politikası sayesinde” deyip, ekonomi çarklarının neredeyse hasarsız olduğundan dem vurabiliyorlar. Yeri geliyor “Kuru ekmek buluyorsa aç insan yok” diyorlar, yeri geliyor “askıda ekmek”, patates, soğan, makarna dağıtımı biçimindeki sadakalarla yoksulluğu bitirdiklerini söylüyorlar.

AKP-Erdoğan iktidarının en kaba yalanları bu denli gönlü rahat biçimde savurması, büyük ölçüde zehirleyerek alıklaştırdığı, kültürel ve moral değerlerini yıkıma uğratarak çürüttüğü bir kitle tabanı yaratmış olmaya duyulan güvenden geliyor. Şayet böylesine yozlaştırıp düşürdüğü bir kesim olmasa, kendisini “dünya lideri” sayan bir burjuva siyasetçinin bu kadar kuyruklu yalan söyleyebilmesi mümkün olmazdı. Yazık ki ülkemizde, azımsanmayacak bir kesimini işçi ve emekçilerin oluşturduğu böyle bir kitle yaratıldı. Komşu ülkelere yönelik saldırganlıklar, “çözüm süreci” aldatmacası, Haziran Direnişi’nin vahşice bastırılması, 17-15 Aralık, 7 Haziran-1 Kasım 2015 süreci, 15 Temmuz darbe girişimi ve AKP’nin OHAL darbesi gibi dönemeçlerde çürütülme dozu arttırılan bir taban bu. AKP şefi gerisine bakmıyor. Toplumun, kültürel düzeyi görece ileri, çürümeye ve kokuşmaya direnen öteki kesiminin kendisinden nefret ediyor olmasını umursamıyor. Biliyor ki hangi yalanı söylerse söylesin, kendisine inanan bir kitle var bu ülkede.

Yalan ve takiye en başından itibaren Erdoğan ve AKP’nin en işlevsel yönetme aracı olageldi elbette. Hükümet olarak işbaşına geldikten sonraki yıllarda gerçek iktidarlaşmanın merdivenlerini bu silahı kullanma mahareti sayesinde tırmanabildi. Pişkin yalanlarla yönetme ustalığına yönelik ilk gerçek darbeyi 2013 Haziran direnişi üzerinden yedi. Fakat bu onu yolundan alıkoymadı. Yalanlar giderek daha açık ve kaba bir hale büründü. Arsızlıkta her türlü sınır aşıldı. Zira toplumu dikey bölünmeyle kutuplaştırmış, kendi destekçilerini din istismarı ve şovenizm zehiriyle avucunun içine almıştı artık.

Söz konusu kitlenin maruz kaldığı zehirlenme veya kirlenmenin boyutunu idrak etmek için, bu cenahın bir mensubu olan Sedat Peker’in ifşaatlarına bakmak yeterlidir. Erdoğan ve avenelerinin tepeden tırnağa mafyalaştıkları, silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, “mala çökme”, yağma ve talan dahil her türlü kirli suçu işledikleri gerçeği belge ve delilleriyle ifşa ediliyor ama bu kitleden dişe dokunur bir itiraz yansımıyor. Güya din-iman-vatan, “yerli ve milli” değerler vb. uğruna her şey yapmaya hazır olanlar, bu “ulvi değerler”i dillerinden düşürmeyerek her türlü pisliği yapan, burjuvazinin “kutsal devletini ve düzenini” tam bir batağa çeviren yöneticilerinin arkasında durmaya devam ediyorlar. Kendi saflarından birinin sınırlı açıklamalarıyla ortalığa saçılan irin ve pislik karşısında kılları dahi kıpırdamıyor.

Şayet işçi sınıfı ve emekçiler içinde Erdoğanlar’ın alıklaştırdığı bu kitlenin küçümsenmeyecek bir damarı uzanmasaydı, yalana ve zorbalığa dayalı gericiliğin karanlığı neredeyse yirmi yıldır ayakta tutulamazdı. Buna ne pespaye Türk burjuvazisinin ne de emperyalistlerin gücü yeterdi. Tepeden tabana sendikal bürokrasi şebekesi ve temel fabrikalardaki AKP kadrolaşması, sınıf saflarındaki çürümenin sosyal tabanını oluşturuyor. Bunun üzerinden kurulan denetim sayesinde toprakta, madenlerde, fabrikalarda, ulaşımda, iletişimde, hizmette çarkların sorunsuz dönmesi sağlanabiliyor. Son yirmi yıldır sınıf cephesinde örgütlenme ve mücadele eğilimi, mevzi eylemler ve direnişler hiç eksik olmadığı halde, yine o çürütülmüş damarın marifetiyle işçi sınıfı toplumsal mücadele eksenini tutacak genel bir hareketlenmeden uzak tutuldu. İşçi sınıfı ve emekçiler cephesinde söz konusu çürümeyi ve kirlenmeyi giderecek bir hesaplaşmayı da içeren bir mücadele geliştirilmedikçe, isimler değişse bile AKP-Erdoğan düzeni ayakta kalmayı sürdürecektir. 

Emekten yana mücadele iddiasında olan ilerici, sol, devrimci özneler payına yirmi yıllık süreçten çıkarılacak en önemli ders budur. Bu aynı zamanda işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, Kürt halkını, gençleri ve kadınları sandık hayallerine gömmenin, seçimlere endekslemenin, dolayısıyla fiili-meşru ve militan mücadeleden, sokaktan, grevden, direnişten uzak tutmanın ne denli tehlikeli olduğunu her defasında doğrulayan bir derstir. Dinci-faşist zorbalığı püskürtmek ve yalanlarıyla başa çıkmak için bunun bir an olsun unutulmaması gerekmektedir. Ve her yanından irin ve lağım akan din istismarcısı faşist iktidarın toplumsal ölçekte yarattığı çürüme ve kokuşmayla birlikte hak ettiği foseptiğe kapatılmasının yolu, dün olduğu gibi bugün de ısrarla sınıfa gitmekten, işçi bölüklerinin eylemler içinde arınmasını sağlamaktan, devrimci bir sınıf hareketi geliştirme çabasını yoğunlaştırmaktan geçmektedir.