Sermaye iktidarı eğitim hakkını gasp etmeye devam ediyor

Pandemi boyunca birçok hakları gasp edilen işçi ve emekçilerin, şimdi de çocuklarının geleceği gasp edilmek isteniyor. Toplumsal bir sorun haline gelen eğitim hakkının gaspına karşı mücadele, gelinen yerde hayli önemli dinamikler barındırıyor…

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 24 Ağustos 2021
  • 08:00

Koronavirüs pandemisi, delta varyantı başta olmak üzere yeni türler ile dünyanın birçok yerinde toplumsal yaşamı tehdit etmeyi sürdürüyor. Geçen bir buçuk yılda kapitalist düzenin ve sermaye devletlerinin uygulamaları salgını zaman zaman hafiflese de gelinen yerde tablo yine ağırlaşıyor.

İlaç tekelleri aşıda patenti kaldırmadıkları, dolayısıyla milyonlarca insan aşıya ulaşamadığı için aşı konusunda adeta bir kriz yaşanıyor. Gelişmiş kapitalist devletler nüfuslarının çoğunluğunu aşılamakla övünedursunlar, Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki birçok yoksul ülkede aşılama henüz başlamış bile değil. Oysa bilim insanları, pandeminin “toplumsal bir sorun” olduğunu, yaygın ve hızlı aşılama ile “toplumsal bağışıklığın” sağlanması gerektiğini, pandeminin ancak böyle sona ereceğini vurguluyorlar. Tek derdi kâr olan kapitalist sistem ve sermaye devletleri elbette ki bu konuda adımlar atmıyorlar. Üstelik aşılamanın böylesine yavaş ve eşitsiz bir şekilde seyretmesi, koronavirüsün yeni varyantlarının ortaya çıkması ve aşıların bu varyantlara karşı etkisiz kalması tehlikesini de barındırıyor.

Türkiye’de de pandemi ve toplumsal yaşama etkileri üzerinden ortaya çıkan kaos derinleşerek devam ediyor. Din istismarcısı faşist AKP iktidarı her konuda olduğu gibi pandemiyi yönetmekte de aciz kaldı, kalmaya da devam ediyor. Pandeminin ilk gününden bu yana yalnızca saray çevresini, sermayedarları düşünen dinci-faşist iktidar, işçi ve emekçileri adeta kendi kaderine terk etti. Sağlık sistemi büyük bir çöküş yaşadı. İşçi ve emekçiler, yaşam hakları hiçe sayılarak, hiçbir önlem alınmaksızın zorla çalıştırıldılar. “Aşı” bulunduğunda dahi önce sermaye iktidarının temsilcileri ve yandaşları aşılandı. Bu süreç boyunca salgının seyri neredeyse hiç değişmedi. Sermaye iktidarı “ekonomi için” sözde önlemler ile ne zaman “normalleşmeyi” başlatsa salgın yeniden en üst seviyeye ulaştı.

Salgın döneminde yaşananlar bunlarla da sınırlı kalmadı. İşçi ve emekçilerin sağlık ve yaşam hakkı yok sayıldı. Keza milyonlarca işçi ve emekçi çocuğu “eğitim hakkı”ndan yoksun bırakıldı. Salgının başında eğitimin her kademesinde örgün eğitime ara verildiği duyuruldu. Bir süre sözde “online” eğitime geçiş yapıldı. Halihazırda niteliksiz, anti bilimsel ve paralı eğitim uygulamaları pandemi sürecinde daha da derinleşti. Pandemide sermayedarlara “kurtarma paketleri” açıklanırken, eğitim hakkını güvence altına almak adına hiçbir bütçe ayrılmadı. Eğitim hakkına nasıl erişileceğine dair bir plan, program, strateji hazırlanmadı. En güdük haldeki online eğitime ulaşmak dahi bir ayrıcalık halini aldı. Milyonlarca öğrenci bu güdük eğitime dahi bilgisayar ve internet gibi teknik altyapı eksiklikleri nedeniyle ulaşamadı. Eğitim hakkı milyonlarca işçi ve emekçi çocuğu için adeta bir hayale dönüştürüldü.

Dinci faşist AKP iktidarı, öte yandan eğitim hakkı konusundaki sorumluluğunu hep üstünden atma yolunu seçti. Ekonomi ve turizm gibi gerekçelerle AVM’leri dahi kapatmazken, okulların örgün eğitime başlaması konusunda kayda değer hiçbir adım atmadı. Oysa pandemi nedeniyle kapatılan okullarda, pandeminin seyrine göre gerekli bütün önlemler alınarak, eğitime devam edilmesi, en öncelikli konu olmalıydı. Sermaye iktidarı sorumluluklarını yerine getirmediği gibi, tüm sorumluluğu öğrencilere ve velilere yıkmaya çalıştı. Pandeminin seyrine göre kimi zaman birkaç hafta açık kalan okullarda, öğrenci velilerine “Çocuğumuz hastalanır ise sorumluluk bizdedir” diyen sözleşmeler imzalattı. Pişkinlik bununla da kalmadı. Yine aynı dönem içinde, iktidar, çocukların okula gönderilip gönderilmemesinin ailelerin inisiyatifine bırakıldığını açıkladı. Yani işçi ve emekçilere “Biz okullarda gereken önlemleri almıyoruz, okullar da açılıyor. İster gönderin, isterseniz göndermeyin. Ama hastalanırsa da sorumluluk sizde” dedi. Eğitim gibi en temel haklardan birinin gaspına, pandemi sürecinde sermaye devletince devam edildi.

Pandemi bir buçuk yılını geride bırakırken tablo hiç değişmedi. Salgının 4. pikinin yaşandığı konuşuluyor. Resmi vaka sayıları yirmi binlere ulaşırken, ölüm oranları yeniden yükselişe geçti. Aşılama başlasa da henüz yeterince aşı yapılmış değil. Toplumun ancak %30’una iki doz aşı yapılmış durumda. Oysa toplumsal bağışıklığın oluşması ve salgının seyrinin hafiflemesi için bu oranın en az %75-80 arasında olması gerekiyor.

Salgının seyri yeniden ağırlaşırken okulların açılıp açılmayacağına dair tartışmalar da gündemdeki yerini koruyor. Eğitim hakkının güvence altına alınması ve sağlanması konusunda sermaye devletinin tutumunda hiçbir değişiklik yok! Eğitim ve öğretimin devam etmesi için gereken adımları henüz atmış değiller. Okulların açılacağı ilan edilse de nasıl bir plan-program yaptıkları kamuoyuna açıklanmadı. Bu da bütün işçi ve emekçilerde, toplumun birçok kesiminde aynı soru işaretini doğuruyor: “Eğitim hakkının kullanılabilmesi için yine mi hazırlık yok?” Geçtiğimiz günlerde sorunun cevabı sermaye devletinin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan geldi. Yaptığı açıklamada “Velilere ya aşı ya da PCR testi zorunluluğu getirilebilir” dedi. Yani sermaye devleti eğitim ve öğretimin devam etmesi konusunda yine işçin içinden sıyrılmaya, tüm sorumluluğu öğrencilere, velilere, öğretmenlere yıkmaya hazırlanıyor. Aradan geçen bir buçuk yılda eğitim hakkının kullanımı ve okulların açılmasına dönük hiçbir hazırlık yapmadıklarını adeta itiraf ediyorlar.

Oysa yapılması gerekenler çok açık. Okullar gerekli hiçbir hak gaspına mahal vermeden eğitim ve öğretime uygun bir şekilde açılmalı. Bu da gerekli tüm önlemler alınarak yapılmalı. Turizm sezonu için “Turistin göreceği her insanı aşılayacağız” gibi arsız açıklamalarda bulunan sermaye iktidarı, okulların açılması için tüm imkanlarını seferber etmek zorunda. Bunun başında ise toplumun genelinin aşılanması için tüm altyapının hazırlanması geliyor. Ne var ki bir yandan aşı zorunluluğu gibi uygulamalardan bahseden sermaye iktidarı, toplumu aşı konusunda bilgilendirecek hiçbir adım atmıyor. Aşı olup olmamayı insanların sorumluluğu gibi gösteriyor. Oysa bizzat aşıya karşı güvensizliğin hatırı sayılır bir bölümünü, kapitalist şirketlerin aşılar konusunda toplumda oluşturduğu algı ve spekülasyonlar oluşturuyor. Buna rağmen sermaye devleti aşı konusunda sistemli bir bilinçlendirme çalışması dahi yapmıyor.

Yeni eğitim-öğretim yılının yaklaşması nedeniyle okulların açılması tartışmasının toplumun temel tartışma konusu haline gelmesi bekleniyordu zaten. Zira eğitim hakkı toplumsal bir sorundur ve milyonlarca işçi ve emekçiyi, çocuğu ve genci doğrudan ilgilendirmektedir. Sermaye devletinin bu konuda atacağı adımlara dair açıklamaları, yaklaşımlarında kayda değer bir değişim olmadığını şimdiden gözler önüne seriyor.

Eğitim hakkının gasp edilmesi politikalarına karşı toplumdaki tepki ve öfke günden güne mayalanıyor. Bunun örneklerinden biri Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan direnişti. Eğitim hakkının gaspına karşı toplumda da öfke birikiyor. Pandemi boyunca birçok hakları gasp edilen işçi ve emekçilerin, şimdi de çocuklarının geleceği gasp edilmek isteniyor. Toplumsal bir sorun haline gelen eğitim hakkının gaspına karşı mücadele, gelinen yerde hayli önemli dinamikler barındırıyor…

İ. Y. Gün