Sürü bağışıklığı ve aşı üzerine* – Evrim Ağacı

Ortada henüz aşı yokken sürü bağışıklığına ulaşmaya çalışırsak, milyonlarca insan ölebilir! Sosyal mesafelendirme yerine sürü bağışıklığını savunanlar, bunun maliyetini halka açıklamakla yükümlüdür!

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 24 Mayıs 2020
  • 17:59

COVID-19 salgınının Dünya genelinde çok hızlı bir şekilde yayılabilmesinin nedenlerinden birisi, bu koronavirüse karşı hiç kimsenin daha önceden bağışıklığı olmamasıydı. Virüsün yayılımı kontrol altında tutulmazsa, katastrofik düzeyde can alması da kaçınılmaz olacaktır. Buna rağmen bazı politikacılar, epidemiyologlar ve yorumcular, en pratik olan yöntemin, sürü bağışıklığı denen olgu ortaya çıkana dek enfeksiyonlara kontrollü bir şekilde izin vermek olduğunu ileri sürmektedir.

Sürü bağışıklığı olgusu, genellikle bir aşının varlığı bağlamında tanımlanır. Yeterince insan aşılandığında, patojen, popülasyon içinde yeterince kolay yayılamaz. Eğer size kızamık bulaştıysa ama etkileşime geçtiğiniz herkes aşılanmışsa, kızamık daha fazla kişiye bulaşamadan durdurulmuş olacaktır.

Bunun mümkün olabilmesi için, aşılama oranlarının belli bir limitin üzerinde olması gerekir. Bu limit, patojenin bulaşabilirliği tarafından belirlenir. Koronavirüsün ne düzeyde bulaşabilir olduğunu henüz kesin olarak bilmiyoruz; ancak diyelim ki her insan, 3 diğer insana virüsü bulaştırsın. Bu durumda, sürü bağışıklığından söz edebilmek için, popülasyonun 3'te 2'sinin koronavirüs direnci geliştirmiş olması gerekmektedir.

Aşının olmadığı bir durumda, COVID-19 gibi bir hastalığa karşı direnç kazanmak için yapabileceğiniz tek şey, koronavirüsün size bulaşmasına izin vermektir. Ancak bunun da çalışabilmesi için, koronavirüsü atlattığınızda, sonraki enfeksiyonlara karşı bağışıklık kazandığınızın kesin olması gerekmektedir. Her ne kadar bu yönde bir umudumuz olsa da, bilim insanları koronavirüs direnci konusunda veya bu direncin ne kadar sürdüğü konusunda emin değiller. Nihayetinde bu virüs, sadece birkaç ay önce keşfedildi.

Ancak bağışıklığın uzun dönem sürebildiğini varsaysak bile, söz konusu sürü bağışıklığına erişebilmemiz için çok büyük miktarda insanın enfekte olması gerekmektedir. Şu anki tahminlere göre, enfeksiyon bulaşan kişilerin %0.5 ila %1 arasının öldüğü göz önüne alınacak olursa, bu tarz bir sürü bağışıklığına ulaşma yolunda çok fazla sayıda insan ölecektir. Sayılarla konuşacak olursak:

-Dünya nüfusunun 7.5 milyar olduğunu varsayarsak, sürü bağışıklığına ulaşmak için 4.95 milyar insanın hastalığa yakalanması gerekmektedir. 4.95 milyar kişi enfekte olursa, %0.5'lik bir ölüm oranı varsayarsak 24 milyondan fazla insan ölecektir.

-Daha önceden izah ettiğimiz gibi, sürü bağışıklığından söz edebilmek için yetişkin popülasyonun %40-70 arasının enfekte olması gerektiğini varsayarsak, Dünya'daki 5.5 milyar yetişkinin 2.2 milyar ila 3.9 milyar arasının enfekte olması gerekmektedir. %0.5'lik bir ölüm oranı varsayılırsa, 11 milyon ila 19 milyon kişi ölecektir.

-Grip gibi düşünelim. Öldürücülük oranı %0.1 olsun. Aşırı iyimser yaklaşalım ve sürü bağışıklığı için bugüne kadar hesaplanan en düşük değeri alalım: %40 enfeksiyon oranı. Bu durumda, sürü bağışıklığından söz edebilmemiz için 7.5 milyar insanın 3 milyarı hastalığa yakalanmalıdır. Bu aşırı gevşek senaryoda bile 3 milyon insan ölecektir.

Üstelik bunların "sürü bağışıklığı" ile ilişkilendirilebilmesi için, toplam nüfusun değil, geriye kalan nüfusun %60 civarının hastalığa yakalanmış ve atlatmış olması gerekmektedir. Yani örneğin son senaryoda "3 milyar" dediğimiz kişi sayısı, hastalığı atlatanlar olmalıdır ("iyileşenler"). Bunun üzerine ölenleri de eklediğimizde, gerçekte hastalığa yakalanan kişi sayısı daha da fazla olacaktır. Bir diğer deyişle, doğal olarak, enfekte olup atlatan ve enfekte olup ölen kişi sayısı, burada verdiğimiz sayılardan bile büyük olacaktır.

Elbette bu sayılar, gerçekte olanı matematiksel modellerle ifade etme çabamızın bir ürünüdür. Ve modeller, neredeyse hiçbir zaman %100 gerçek olanı gösteremezler. Örneğin insan popülasyonları, homojen olarak dağılmadığı ve her bir birey, diğer tüm bireylerle eşit ihtimalle temas etmediği için, bu tarz "düz hesaplar" bazen yanıltıcı olabilirler. Ancak bu sayılar, insan popülasyonlarının tüm dinamizmine yönelik yapılan nicel çalışmalarla da doğrulanmaktadır. Dolayısıyla böylesine büyük bir risk faktörünü, "Bu sadece bir model!" deyip geçiştirmek bilimsel veya anlamlı değildir.

Zaten çok da fark etmez: Bu sayıların ve buradaki anlatımın amacı, 5 milyon kişi mi ölecek, yoksa 12.4 milyon kişi mi ölecek, bunu ortaya koymak değildir. Bu sayıların ve buradaki anlatımın amacı, elimizde olan katı verilerden yola çıkarak, eğer hastalığı doğal seyrine bırakarak sürü bağışıklığına erişmeye çalışacak olursak nasıl bir tablo çıkacağını göstermektir. Ve ortaya çıkan tablonun hiçbir versiyonu, kabul edilebilir ve kolayca görmezden gelinebilir sayılar vermemektedir. Bu model %50 oranında hata payına sahip olsaydı bile (ki böyle bir hata payına sahip değildir), yine de milyonlarca insanın hayatını kaybetmesinden söz ediyor olurduk.

Sürü bağışıklığına erişmek, salgının bitmesi demek değildir!

Ancak tüm bunlar bir yana, belki de anlaşılması gereken en önemli şey, sürü bağışıklığına erişildiğinde virüsün sihirli bir şekilde ortadan kayboluvermediği gerçeğidir. İşler, sürü bağışıklığına eriştiğinizde sona ermez. Sürü bağışıklığına eriştiğinizde olan tek şey, gidişatın yavaşlamasıdır.

Popülasyon içinde yeterince bağışıklığa erişince, her bir insan artık 1'den daha az sayıda insana hastalığı bulaştırabilecektir ve böylece yeni bir epidemi (veya pandemi) başlayamayacaktır. Ancak eğer bir epidemi (veya pandemi) halihazırda başlamışsa, bu salgın yoluna devam edecektir. Eğer tepe noktasında 100.000 kişi halen enfekte haldeyse ve her biri 0.9 kişiye hastalığı bulaştıracak olursa, bu halen 90.000 yeni enfeksiyon demek olacaktır ve bu kişiler de yine daha fazla kişiye bulaştırmayı sürdürecektir. Kontrolden çıkmış bir tren, rayları yokuş yukarı gitmeye başladığı anda durmaz; benzer şekilde, hızla yayılmakta olan bir virüs, sürü bağışıklığına erişildiği anda durmaz!

Eğer ABD (ve Dünya'nın geri kalanında) pandemi kontrol altında tutulmazsa, sürü bağışıklığına eriştikten sonra da aylar boyunca salgın devam edecektir ve bu süreçte milyonlarca insan hastalığa yakalanacaktır.

Epidemi sona erdiğinde, popülasyonun çok büyük bir kısmı hastalığa yakalanmış olacaktır; sadece sürü bağışıklığına erişmeyi umduğumuz, nüfusun 3'te 2'si değil. Bu ek enfeksiyonlar, epidemiyologlar arasında aşırılar (İng: "overshoot") olarak bilinir.

Sürü bağışıklığından sonrası... Daha fazla enfeksiyon!

Bazı ülkeler, nüfus içindeki bağışıklığı aşı olmaksızın, "güvenli" bir şekilde inşa etmeyi hedefleyen stratejiler denemektedirler. Örneğin İsveç, daha yaşlı insanların ve altta yatan hastalıkları olanların kendi kendine karantina uygulamasını istemektedir; ancak birçok okulu, restoranı ve barı açık tutmaktadır. Birçok yorumcu, bunun Hindistan gibi daha fakir ülkeler için de iyi bir politika olacağını önermektedir. Ancak öldürücülük oranı düşünülecek olursa, böyle bir stratejiyi inanılmaz yüksek miktarda ölüm olmaksızın sürdürmek mümkün değildir. Ve gerçekten de İsveç, daha şimdiden komşularından çok daha fazla sayıda ölümle yüzleşmiştir.

Kontrollü olarak eskiye dönme neden tehlikeli?

Kontrollü olarak eski dönme planlarının dayandığı ana mekanizma, olabildiğince fazla kişiyi antikor testlerine tabi tutarak, hasta kişileri erkenden tespit edip izole edebilmek, geri kalanlarınsa ekonomik faaliyetlere geri dönebilmesini sağlamaktır. Hatta bazı firmalar, her bir çalışanı her gün mesai başında teste tabi tutarak sıkı bir denetim uygulamaktadır.

Ancak test uygulamak bir şeydir; o testin sonuçlarını yorumlamak ise bambaşka bir şeydir!

Bunun basit bir nedeni var: Her testin belli bir hata payı vardır. Öyle ki, antikor testleri gibi testlerin hata payları şaşırtıcı derecede yüksektir. Test kalite kontrolü zaten problemli bir mesele; ancak kalite kontrolü harika bir şekilde yapılıyor olsaydı da sırf olasılık matematiği dolayısıyla bile testlere güvenerek bir pandemi sırasında ülkeleri normal işleyişe döndürmek büyük bir hata olurdu. Bunu, aşağıdaki videomuzda anlatmıştık:

İdeal bir dünyada bir tanı testi, hem enfekte olmuş kişileri hem de hastalığa hiç yakalanmamış kişileri tespit edebilirdi. Yani eğer ki tüm enfeksiyonları ve hiç enfekte olmamış kişileri %100 isabetle tespit edebilen bir testimiz olsaydı, buna kusursuz test derdik. Ne var ki, böyle kusursuz bir test mevcut değil.

Gerçek dünyadaki test üreticileri, belirli parametreler arasında takas etmek zorundadır. Örneğin moleküler test üreticileri, koronavirüse ait genetik materyali boğaz veya burundan alınan örneklerden toplamaktadırlar; ancak bu test kitleri, boğaz ve burunda bulunan diğer virüslere ait genetik materyali ayırt edebilmek zorundadır. Öte yandan antikor testleri için, yeni koronavirüse yönelik üretilen antikorları tespit edebilirken, bir yandan da benzer diğer virüslere karşı olan antikorları eleyebilmeniz gerekmektedir. Bunların hepsini %100 başarıyla yapabilen hiçbir test yoktur. Bu nedenle, bu testler genel popülasyona uygulandıklarında, kaçınılmaz olarak hatalı pozitif ve hatalı negatif sonuçlar üretirler.

Genel bir kural olarak, bir testin "iyi" kabul edilebilmesi için, bilinen pozitif ve bilinen negatif vakaları en az %95 isabetlilikle tespit edebilmesi gerekir. Ancak pandemi sırasında yaşanan panik dolayısıyla, normal güvenlik önlemlerinden geçmeyen tanı kitleri onaylanıp piyasaya sürülmektedir. Buna bağlı olarak, hata payları dikkate değer miktarda artmaktadır. Örneğin Abbott tarafından üretilen ve 5 dakikada sonuç verebildiği söylenen test kiti, uygulanan testlerin %15'inde virüsü tespit edememektedir!

Bu, büyük bir sorundur ve bunun olasılık matematiği çerçevesinde ne kadar kritik hatalara sebep olabileceğini yukarıdaki videomuzdan izleyebilirsiniz. Ancak aşağıdaki görsel, test kitlerine güvenerek ülkeleri normale döndürmenin ne kadar büyük bir risk olduğunu ve bizleri ne kadar hatalı bir şekilde yönlendirebileceğini göstermektedir.

/images/ekli-fotolar/2020/05-mayis/evrim-agaci-pandemi.png

Örneğin, Stanford Üniversitesi'nden araştırmacılar, ABD'nin Santa Clara bölgesindeki 3.300 kişiyi test ettikten sonra, popülasyonda gerçek enfeksiyon oranlarının %2.5-4.2 arası olduğunu, dolayısıyla tahmin edilenden (~%0.04) 50-85 kat daha fazla olduğu, dolayısıyla ülkeleri normale döndürmekte pek de bir sakınca olmayabileceği ileri sürülmüştü. Eğer bu gerçek olsaydı, COVID-19'un öldürücülük oranı %3 civarında değil, çok ama çok daha düşük olurdu.

Ancak sonuçları doğru varsaysak bile, %2.5-4.2 oranı, erişilmesi gereken %66 (3'te 2) oranından çok ama çok küçüktür. Kaldı ki, araştırmacıların pozitif sonuçlarının 3'te 1 civarı muhtemelen test hatasından kaynaklı sahte pozitiftir; dolayısıyla ölçülen enfeksiyon oranı, %2.5-4.2 aralığından bile çok ama çok daha düşük olacaktır.

Sonuç

Şu anda gördüğümüz kadarıyla, öylece havlu atıp da aşı gelene kadar Dünya popülasyonunun büyük bir kısmının nasılsa enfekte olacağını kabullenemeyiz.

Dahası, söz konusu, insan üstü önlemlere rağmen sadece birkaç hafta içinde tüm Dünya'yı kasıp kavuran bir pandemi olduğunda, "kontrollü yangın" yöntemine hükmedebileceğimiz konusunda da kendimize çok güvenmemeliyiz.

Pandeminin erken günlerinden beri, sosyal mesafelendirme uygulamaları sayesinde eğriyi bastırmaya çalışmaktayız. Bu uygulamalar, sağlık sistemimiz üzerindeki baskıyı azaltmaktadır. Bu uygulamalar, bilim cemiyetine bir tedavi ve aşı üretebilmek için ihtiyaç duyduğu süreyi kazandırmaktadır. Bu uygulamalar, test ve takip uygulamaları için yeterli kapasiteye erişebilmemiz için bize zaman kazandırmaktadır. Her ne kadar bu, denetim altında tutmak açısından çok zorlu bir virüs olsa da Yeni Zelanda ve Tayvan gibi bazı ülkeler erkenden başarıya ulaştılar. Bu ülkelerin hepsi, kontrolün imkânsız olduğuna yönelik söylemlere meydan okudular. Onların başarılarından dersler almalıyız.

Ortada bir aşı olmaksızın sürü bağışıklığına erişmenin çabuk veya sancısız bir yolu bulunmamaktadır.

Yazar: Carl T. Bergstrom
Uyarlayan: Çağrı Mert Bakırcı

* Yazı, evrimagaci.org sitesinde "Ortada henüz aşı yokken sürü bağışıklığına ulaşmaya çalışırsak, milyonlarca insan ölebilir!" başlığıyla 4 Mayıs 2020 tarihinde yayınlanmıştır.