Kapitalizmin “vitrini”, demokrasinin “kalesi” olarak bilinen İsviçre’de kadınların en temel haklarının tanınıp yasallaşması, yakın denebilecek bir tarihte mümkün olabilmiştir. Kadınlar ulusal düzeyde seçme ve seçilme hakkına ancak 1971’de kavuşabilmiş, Appenzell kantonunda bu hakkın tanınması 1991’i bulmuştur. Erkekler gibi kadınların da çocukları üzerinde ebeveynlik hakkını elde etmeleri 1978’de gerçekleşmiş, eşit haklar ilkesi Federal Anayasa’ya ancak 1981’de dahil edilebilmiştir. Kadınlara özgü sorunların iltica talebine gerekçe olarak gösterilmesinin İltica Yasası’nda yapılan bir değişiklikle kabul edilmesi 1999’da, kürtajın yasal hale gelmesi 2002’de ve anneliğin korunması hakkının hayata geçmesi ancak 2005 yılında gerçekleşmiştir.
Fakat bir hakkın yasal olarak kazanılmasıyla, bunun toplumsal yaşamda pratik karşılık bulmasının aynı şey olmadığı gerçeği, İsviçre’de de geçerlidir. Dolayısıyla yasallaşan bir dizi hakkın, kendi yaşamlarında karşılığını görmeyen kadınlar, kadın-erkek eşitliğinin yasalaşmasının 10’nuncu yıldönümünde, 14 Haziran 1991’de, yaşamsal önemde birçok talep ileri sürerek ülke çapında kadın grevi örgütlediler. Bu ilk kadın grevine, yarım milyon kişi katıldı. Kadınlara büyük bir özgüven ve moral güç kazandıran bu grev, elbette ki sorunların ağırlaşmasının da etkisiyle kadın mücadelesinin gelişmesine ivme kazandırdı.
28 yıl sonra 2. Kadın Grevi: Yakın tarihin en büyük eylemi
İsviçre Sendikaları Federasyonu Kadın Kongresi (Der Frauenkongress des SGB) Ocak 2018 yılında 2. Kadın Grevi kararı aldı. 10 Mart 2019 Pazar günü ise, Biel’de 14 Haziran 2019’da bir kadın grevi çağrısını tartışmak ve onaylamak için 500’den fazla kadın toplandı ve burada 17 maddelik talepler listesiyle ikinci kadın grevi çağrısı yaptı.
“Beraber zincirleri kıralım”, “Özgürlük için savaşıyoruz”, “Bizim emeğimiz son derece değerli”, “Ücret eşitliği istiyoruz”, “Kapitalist ataerkilliği ve tüketimi reddediyoruz”, “Biz olmadan her şey durur”, “Bizler kendimizi gündelik hayat içinde cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı savunuyoruz”, “Bizler özgürleştiren eğitim istiyoruz”, “Bizler cinsiyetçi, homofobik ve trans-fobik şiddete karşı duruyoruz”, “Bizler iklim adaleti ve küresel ısınmaya karşı gerçek bir mücadele istiyoruz”, “Bizim bedenimiz bize ait” vb. şiar ve taleplerle yola koyuldular. Yanı sıra “Emek gücünün ücretli ve ücretsiz olarak ikiye ayrılması ve ücretsiz emeğin özelikle kadınlar tarafından üretilmesi (ev ve bakım işleri, yeniden üretim) normal mi?” gibi sorularla, “Derinden değişimin zamanı geldi. Bu değişim sürecini hızlandırabilmek için bir gün boyunca iş bırakıyor ve ‘normal’ işleyiş ritüellerimizi reddediyoruz. Grevdeyiz!” dediler ve bu doğrultuda tam bir seferberliğe giriştiler.
Grev örgütleyicileri ayrıca, göçmen kadınların da özgün sorunlarına vurgu yaparak, onlara “Bizler hem göçmen olduğumuz için hem de kadın olduğumuz için iki kat sömürüye maruz kalıyoruz, hem ucuz işgücü olarak görülen göçmenler olarak hem de erkek işçilere oranla yüzde 20-30 daha az maaş alarak. Yerli-yabancı- göçmen ayrımı yapılmadan, tüm kadınlar 14 Haziran grevine katılmalıdır.” çağrısında bulundular
Görünmeyen emeğe de özel dikkat çeken kadınlar, “Bu ayrıca aile/ev ve bakım işleri için de geçerli. Şu anda İsviçre’de bakım işlerinin sadece %10’u ücretlendirilmiş durumda. Geriye kalan %90’lık bakım işinin üçte ikisi kadınlar tarafından yerine getiriliyor ve bu iş için harcanan emeğin karşılığı ödenmiyor. Kısaca: aile/ev ve bakım işleri kapitalist ekonomi sistemini ayakta tutuyor.” gerçeğine vurgu yaparak, bu uğurda verilecek mücadelenin önemine işaret ettiler.
Ulusal düzeyde merkezi eylem komitesi ve hemen tüm yerellerde kolektifler oluşturuldu ve bunlar arasında düzenli ilişkiler sürdürüldü. Çalışma ve örgütlenmenin sorunlarını tartışmak amacıyla yapılan merkezi eylem komitesi toplantılarına yerel kolektiflerden temsilciler katıldı. Ülke çapında ve yaşamın hemen her alanında zengin araçlarla ve yaratıcı biçimlerle etkili bir çalışma yürütüldü. Organizatörlerin ifadesiyle 1,5 yıl süreyle güçlü bir kadın grevi için çalıştılar ve son on yılların en büyük ve en önemli siyasi kampanyalarından birini başardılar. Zira her açıdan birincisini aşan bir kadın grevi hedeflendi ve bu hedefe ulaşmak amacıyla aylar boyunca yoğun ve tempolu bir çalışma örgütlendi.
İlkinden yaklaşık 30 yıl sonra grev kararı alan kadınlar, 13 Haziran’ı 14’de bağlayan gece etkinliklerin startını verdiler. 14 Haziran günü ise sabahın erken saatlerinde çeşitli eylem ve etkinliklerle grevi başlattılar.
“Cinsiyetçiliğe, eşitsizliğe, şiddete karşı ve eşit işe eşit ücret” talebiyle aylar boyunca hummalı bir örgütlenme ve çalışma içinde oldular. 14 Haziran günü İsviçre’nin 200 ayrı noktasında “Ücret, Zaman ve Saygı” diyerek sokakları ve alanları doldurdular. Birçok kentte sabahın erken saatlerinde başlayan etkinlikler, trafiği felç etmek, blokajlar oluşturmak, çadırlar kurmak, konserler örgütlemek, toplu danslar, çeşitli noktalarda yürüyüşler vb. biçimlerde gün boyu sürdü. Hemen tüm kentlerde saat 17.00 ile 18.00’de başlayan büyük yürüyüşe heyecanla hazırlanıyorlardı ve yürüyüşün nasıl olacağı merakla bekleniyordu.
Beklenen saatte başlayacak olan yürüyüş öncesinden itibaren alanlar dolup taştı. Grevin başlama saati olan 15.24’ten itibaren kitlelerin yürüyüş alanına akmasıyla alanlara sığmayan kalabalık, yan sokak ve caddeleri doldurdu. Grev saatinin 15.24 olarak belirlenmesinin nedeni de, İsviçre’de araştırmalara göre kadınlara çalıştıkları iş için 15.24’ten sonra ücret ödenmemesidir. Yani bu saatten itibaren kadınlar ücretsiz emek sömürüsüne tabi tutulmaktadır.
Büyük bir coşkuyla başlayan yürüyüşlere erkeklerin de yer aldığı on binlerce kişi katıldı.
Organizatörlerin ve sendikaların yanı sıra kimi İsviçre basınında bazı kentlere ilişkin verilen rakamlar şöyle: Zürich 70 bin (organizatörler bunu 160 bin olarak düzeltti), Basel ve Bern 40 bini aşkın, Cenevre ve Lozan yaklaşık 50 bin. Öteki kentlerin bazıları ise binlerce olarak verilmektedir. Yürüyüşler sonrası da çeşitli konser ve etkinliklerle kadın grevi akşam saat 10’a kadar devam etti.
İlk kadın grevinin şiarı olan “Kadınlar istediğinde her şey durur” şiarı ve kullanılan amblem, ikinci kadın grevinin de şiar ve amblemiydi. Aynı şiarla 500 bin kişinin katıldığı ilk kadın grevinin aşıldığı bu görkemli eylem, İsviçre gibi küçük ve “zengin-refah” bir ülke için gerçekten de olağanüstü bir durumdur. Bunun böyle olacağının güçlü işaretleri aylar öncesi kendisini göstermeye başlamıştı. İsviçre’de de kadın hareketinin güç kazandığı gözlemlenebiliyordu.
Önceki yıllardaki bir dizi kadın grevi ve etkinlik bir yana bırakılırsa, 22 Eylül 2018’de kadın örgütleri ve sendikaların çağrısı ile Bern’de “Eşit işe eşit ücret” talebiyle ve ayrımcılığa karşı İsviçre çapında 20 bin kişilik kadın kitlesi başkent Bern’de parlamento binası alanını doldurmuştu. Bu yılki 8 Mart etkinliklerinin güçlü geçmesi, 1 Mayıs’a aynı zamanda kadın grevi gündem ve çalışmasının damga vurması ve kadınların 14 Haziran greviyle ilgili ayrı kortejler oluşturması, bir süreden beri kitlesel olarak devam eden iklim karşıtı hareket vb. bu göstergelerin bazılarıydı.
“Demokrasinin kalesi” ve “refahın kalbi” sayılan küçük İsviçre’de toplumsal hoşnutsuzluk
İsviçre halen yaşam standartların her şeye rağmen öteki Avrupa ülkelerine göre daha yüksek olduğu, bir dizi sosyal, siyasal ve iktisadi hakkın halen de “iyi’ kullanıldığı, sosyal barışın ve durgunluğun “egemen” olduğu küçük bir ülke. Ama bu ülke bile yüzbinlerin görkemli kalkışmalarına sahne olabiliyor. Zira Kapitalizmin çok yönlü büyük yıkımlar yarattığı neo-liberal saldırı dalgası ve sosyal hakların kapsamlı budanmasının, bu ülkede de sarsıcı sonuçları olabiliyor.
Yanı sıra özellikle de son yıllarda, değişik sınıflardan kadın kitlelerinin aşağılanmaya, cinsel ayrımcılığa, taciz ve tecavüze, kadın cinayetlerine, ağır sömürü ve çalışma koşullarına, sosyal yıkım saldırılarına, yoksulluğa ve işsizliğe karşı dünya çapında adeta ayağa kalkıyor olmasının da bu ülkenin kadınları üzerinde yankılar yarattığına şüphe yoktur.
Zira İsviçre’de de kadınlar cinsel taciz ve tecavüze, şiddet ve cinayete, ayrımcılığa ve eşitsizliğe maruz kalıyor, işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm ediliyor ve bu saldırılar gelişip yaygınlaşıyor. İsviçre’de her ay 2 kadın eski eşi, arkadaşı ya da sevgilisi tarafından öldürülüyor. Her 5 kadından 2’si fiziksel veya cinsel şiddet görüyor. Kamusal alanda cinsiyetçi, kadın düşmanı ve LGBTİ+ karşıtı saldırılar artıyor. Okullar ve üniversitelerde, bürolarda, satış merkezlerinde, fabrika ve işletmelerde, kısacası toplumsal yaşamın her alanında cinsiyetçi, kadın düşmanı söylemler ve küfürlerin İsviçre’de adeta sıradanlaşıp olağanlaştığı ileri sürülüyor.
Dolayısıyla sayısız etkenler, bu ülkede de kadın kitlelerini harekete geçiriyor. Anayasal kazanımlarını güvenceye almak ve pratikte uygulanmasını sağlamak, bunu yeni kazanımlar elde etmekle birleştirmek ve köklü dönüşümlere vardırmak kadın mücadelesinin merkezinde durmaya devam ediyor.
Kadınların kendi hazırladıkları manifestoda dile getirdikleri düşünceler dikkate değerdir ve aynı zamanda mücadeleye neden devam edeceklerinin de açıklamasıdır.
Manifesto’larında, “Bizler kağıtlı-kağıtsız, çocuklu-çocuksuz, Siyahi ve beyaz kadınlarız. Bizler ‘Queer Women of Color’ (eşcinsel olması şart olmayan azınlıkta kalan cinsiyetler) veya hetero ilişkiler içerisinde, genç-yaşlı, engelli ve engelsiz kadınlarız. Bu sıfatlarla bizler gazetecilerle konuşuyor, siyasi atılımlarda bulunuyor, hak arıyor, seçimler için imza topluyor, umuyor, bekliyor, sokağa çıkıyor, tanıdıklarımızı ikna ediyor, arkadaşlarımızla ve ailemizle konuşuyoruz.” diyen kadınlar, “Ama ne değişti?” sorusunu soruyor ve “Tabii ki küçük-büyük çaplı ilerlemeler kaydettik” diyerek, şu değerlendirmeyi yapıyorlar:
“Tüm bu kazanımlar dur durak bilmez çalışma ve kan-ter içerisinde kazanıldı. Fakat hala bu dünyada, sürekli olarak anti-feministleri, cinsiyetçileri ve ırkçıları yüz yüze, sokakta, işte, internette veya devlet saraylarında görüyoruz. Onlar, bizlerin kazandığı özgürlükleri zedeleyerek bizleri ucuz işgücü, seks objesi ve itaatkâr ev hanımı olarak küçültmek istiyorlar. Cinsiyetçiliği utanmadan uygulayarak dünya çapında güçlenen feminist/kadın hareketini bastırabileceklerini düşünüyorlar. Fakat bu beyefendiler yanılıyorlar.”