Kapitalist düzeni saran ve önüne geçilemeyen bunalımlar bir yanda dünya çapında ağır ekonomik-sosyal yıkımlara yol açarken, diğer yanda emperyalistler arasındaki çatışmaları sürekli yoğunlaştırıp, şiddetlendiriyor. Sistemin son elli yılına damgasını vuran neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak, kriz atakları artık çok daha kısa aralıklarla ortaya çıkıyor. Her biri öncekinden daha şiddetli hissedilen bu ataklar kapitalist sistemin gerçek yüzünü olabildiğince açık bir biçimde gözler önüne seriyor.
İnsanlığı sefalet ve açlığa sürükleyen kapitalist bunalım aynı zamanda yeni pazar paylaşımlarını kışkırtıyor, emperyalist güç dengelerinde alt üst oluşlara yol açıyor. Emperyalist devletlere hükmeden kapitalist tekellerin çıkarları ve istemleri yönünde yeni ittifaklar ve ekonomik iş birlikleri ortaya çıkıyor. Bu, bir yanda adına “ticaret savaşları” denilen çatışmaları körüklerlerken, öte yanda tarihte eşi benzeri görülmemiş bir silahlanmayı da beraberinde getiriyor.
Emperyalist dünyanın “parlayan yeni yıldızı” Çin kapitalizmi, ulaştığı ekonomik güç üzerinden dünya dengelerini zorluyor ve yeni pazar alanları için ABD emperyalizmi ile kıyasıya bir mücadele sürdürüyor. Sermaye birikimi ve dünya ticareti içerisinde ikinci sırayı işgal eden bu yeni süper güç, ardı ardına yaptığı ekonomik iş birliği anlaşmalarıyla etki alanlarını genişletiyor.
Çin ilkin ABD ile süren ticaret savaşlarının ortasında, 15 Kasım 2020 tarihinde 14 Asya-Pasifik ülkesiyle “dünyanın en büyük” serbest ticaret paktını oluşturdu. Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşması 2,2 milyar insanı ve küresel ekonomik ticaretin yaklaşık üçte birini kapsıyor. Çin ile ABD arasındaki sürtüşmeler ortasında yapılan bu anlaşmasının Çin için büyük bir başarı olduğu kabul ediliyor. Uzmanlar, diğer şeylerin yanı sıra neredeyse tüm Avrupa Birliği’ninki kadar büyük bir ticaret hacmini kapsayan anlaşmanın bölge için büyük stratejik öneme sahip olduğunu belirtiyorlar.
Çin ile AB arasında tarihi ticaret anlaşması
Çin’in RCEP anlaşmasının ardından attığı ikinci önemli adım, AB ile imzaladığı Kapsamlı Yatırım Anlaşması (CAI) oldu. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında 30 Aralık tarihinde video bağlantısı aracılığıyla yapılan görüşme yedi yıldır süren müzakerelerin zirvesi oldu. Söz konusu anlaşma, AB’nin, dünyanın ikinci en büyük ekonomisi Çin ile ekonomik ilişkileri modernize etme yönündeki en kapsamlı teşebbüsü olma niteliğini taşıyor. Anlaşma kapsamında, Avrupalı şirketlerin Çin pazarına girmesinin kolaylaşması öngörülüyor.
Almanya Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, söz konusu anlaşmayı memnuniyetle karşıladığını bildirdi. Anlaşmanın bir kilometre taşı olduğunu söyleyen Altmaier, yedi yıllık sürecin ardından mutabakata varılmış olmasını, “büyük bir başarı ve Avrupa’nın birlik ve beraberliğinin bir ifadesi” olarak nitelendirdi. Anlaşmayla ilgili en büyük sevinç gösterisi ise, Alman otomobil sektöründen geldi. Alman Otomobil Sektörü Derneği (VDA), yatırım anlaşmasını, “Almanya için uluslararası ticaret ve rekabetin güçlendirilmesi” yolunda atılmış çok önemli bir adım olarak değerlendirdi.
2019 yılında karşılıklı ticareti 650 milyar doları bulan Çin ve AB, CAI sayesinde bu ticaret hacmini hızla yükseltecekler. Çin, AB’nin ABD’den sonraki en büyük ikinci ticaret ortağıdır. AB ise Çin’in en büyük ticaret ortağıdır. Çin ve Avrupa, günde ortalama bir milyar euronun üzerinde ticaret yapıyorlar. Milyarlarca euroluk bir yatırım anlaşması olarak CAI, AB’nin kabul ettiği en geniş kapsamlı küresel ekonomik anlaşmalardan biridir ve aynı zamanda, Çin’in, üçüncü bir ülkeyle şimdiye kadar tamamladığı en iddialı anlaşmadır.
Son 20 yılda, AB’nin Çin’e doğrudan yabancı yatırımı 140 milyar euroyu (170 milyar dolar) geçti. Bununla birlikte, AB’li şirketler birkaç sektöre (öncelikli olarak otomotiv imalatı ve kimya sektörüne) odaklanıp yatırım yaptılar. Avrupalı çokuluslu şirketler, “Çin fırsatının” bu iki sektörden çok daha büyük olduğunu da biliyorlar.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in AB başkanlığı sırasında yapılan CAI, şimdi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un AB başkanlığı sırasında Avrupa Parlamentosu tarafından onaylanacak. ABD’de 20 Ocak’ta göreve başlayan Joe Biden yönetimi onay sürecini etkilemek istese bile, Avrupa Parlamento’sunda genel eğilim anlaşmanın onaylanması yönünde gibi görünüyor.
Çin ile AB anlaşması emperyalist çatışmaları körüklüyor
AB ile uzlaşmaya varmak Çin için önemli bir diplomatik başarı olduğu belirtiliyor. Ayrıca ABD’nin AB ile ilişkileri restore etme hedefini ilan ettiği ve AB yetkililerinden “Çin ile anlaşmadan önce bizi bekleyin” çağrısı yaptığı bir durumda, Brüksel’in Çin’le anlaşmayı tercih etmesi hem zamanlama açısından hem de AB’nin yeni yönelimlerini ortaya koyması bakımından manidardır.
ABD için Çin-Rusya iş birliğine karşı başarının bir diğer ölçütü, AB ile bozulan ilişkilerin düzeltilmesi ve Çin’e karşı ABD-AB emperyalist ittifakının daha da güçlendirilmesiydi. Son ABD başkanlık seçimi de ABD’de “üst siyaset”i oluşturan kapitalist tekeller açısından diğer sorunların yanı sıra asıl olarak bu probleme çözüm bulma seçimiydi. ABD egemen sınıf temsilcileri, Trump’ın “önce Amerika” stratejisi ile tahrip ettiği Transatlantik ittifakın yeninden restore edilmesini istiyor. ABD’li kapitalist tekeller tarafından D. Trump yerine, Joe Biden’ın başkanlığa getirilmesi, asıl olarak tam da bu ihtiyacın bir ürünüdür. Nitekim Biden AB’yle ilişkileri düzeltme hedefini, başkanlık hedef listesinin en üstlerine koydu. İşte Çin’in altı yıldır süren müzakereleri Biden’ın göreve başlamasından 20 gün önce sonuçlandırarak AB’yle Kapsamlı Yatırım Anlaşması yapması, bu bakımdan oldukça önemlidir.
Çin emperyalizmi, dünyanın en büyük ekonomisi olma yolunda ilerlemeye devam ediyor. Ekonomisi 2020 yılında yüzde 2,3 büyüyen Çin, 2020’nin Ekim-Aralık arasına denk gelen son çeyreğinde ise önceki yılın aynı çeyrek dönemine kıyasla yüzde 6,5 büyüdü. İngiltere merkezli Ekonomi ve İş Dünyası Araştırmaları Merkezi (CEBR) aralık ayında yayınladığı raporda, Çin’in 2028 yılında ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacağı öngörüsünde bulunmuştu.
Avrupalı kapitalist tekellerin çıkarları doğrultusunda yapılmış olan Çin-AB Kapsamlı Yatırım Anlaşması aynı zamanda dünün stratejik ortaklıklarının, günü geldiğinde ne kadar temelsiz olabileceğini, asıl belirleyici olanın her zaman sermayenin ihtiyaçları olduğunu göstermesi açısından da öğreticidir. Kapitalist sistemin güçler dengesindeki bu alt üst oluşlar, emperyalistler arasında dünyanın yeniden paylaşılması uğruna çatışmaları tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar keskinleştiriyor.
Emperyalist dünyada yaşanan gelişmeleri irdelerken, aynı zamanda Aralık 2018 tarihli TKİP VI. Kongre Bildirgesi’nin şu saptamalarını da hep göz önünde bulundurmak gerekir:
“Ekonomik kriz ve bunun körüklediği kıyasıya rekabetin yanı sıra, dünya ölçüsünde kızışan emperyalist nüfuz mücadeleleri, artan silahlanma, sonu gelmeyen emperyalist müdahale ve savaşların yarattığı ağır faturalar, emperyalist burjuvaziyi bu tutumu [en gelişmiş emperyalist ülkeler de dahil, krizin faturasının sistemli biçimde emekçilere ödetilmesi] süreklileştirmeye yöneltmektedir. Yeni tarihi dönemin katılıkla dayattığı bu tutum, kaçınılmaz biçimde emek-sermaye çelişkisini keskinleştirmekte, işçi sınıfı ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu günden güne büyütmektedir. Sınıf ve kitle hareketlerindeki yaygınlaşma ve süreklilik bunun göstergesidir.
“Dünya olaylarının genel seyri, devrimci kriz dönemlerinin kaçınılmaz olarak geleceğine ilişkin olarak her geçen gün daha fazla veri sunmaktadır. Bu durumda tayin edici ihtiyaç, kendi hazırlığını pratik planda işçi sınıfını örgütleme ve devrimcileştirme çabası içinde anlamlandıracak devrimci sınıf partilerinin varlığıdır. Halen en temel sorun ve dolayısıyla geleceğin büyük çatışmalarına devrimci hazırlık açısından en büyük zaafiyet, günümüz dünyasında bu türden partilerin yokluğu, olduğu kadarıyla da çok belirgin zayıflığıdır.”