Kapitalist sistemin kaçınamadığı krizler, emperyalistler arası çelişki ve çatışmaları görülmemiş boyutlarda körüklüyor. Emperyalistler, sahip oldukları pazarları vahşice sömürüp talan ederlerken, yeni pazar ve nüfuz alanlarını ele geçirmek için kıyasıya bir mücadeleye tutuşuyorlar. Kapitalist tekellerin çıkarları için yürütülen bu kavga, dünya halklarını savaş, açlık, sefalet ve büyük yıkımlarla yüz yüze getiriyor.
Sahip olduğu zenginlikler nedeniyle Afrika kıtası özellikle son yıllarda Avrupa Birliği (AB), ABD, Çin ve Rusya gibi emperyalist ülkelerin rekabet alanı haline gelmiş bulunmaktadır. Afrika’da Avrupalı emperyalist ülkeler içinden İngiltere, Fransa ve Almanya öne çıkmaktadır. “Yeni sömürgeci” politikalarla hareket eden Avrupa, çeşitli yöntemlerle Afrika’nın kaderini şekillendirmeye devam etmektedir. Rusya, Sovyetler Birliği döneminden kalan ilişkiler üzerinden, Çin ise yatırım ve borçlandırma yoluyla kıtada nüfuz alanlarını genişletmeye çalışıyor. Dünya jandarması ABD ise askeri faaliyetler üzerinden ilişkilerini yürütüyor.
Afrika kıtası yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından oldukça zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Kıtada altın, elmas, uranyum, bakır, fosfat, demir, alüminyum, titanyum, kömür gibi pek çok önemli maden ve minarel bulunmaktadır. Kapitalist tekellerin hammadde ihtiyacının karşılanabilmesi bakımından stratejik öneme sahip olan Afrika madenleri, emperyalist güçlerin Afrika’ya olan ilgisini her zaman canlı tutmaktadır.
Yeraltı kaynakları madenlerle sınırlı değildir. Önemli petrol ve doğal gaz yataklarının bulunmasıyla birlikte son yıllarda çok sayıda Afrika ülkesi bu ürünlerin ihracatçısı haline gelmiştir. Cezayir, Libya, Kenya, Uganda, Sudan, Güney Sudan, Angola, Ekvator Ginesi, Kamerun, Nijerya, Çad gibi ülkeler bugün petrol ve doğal gaz bakımından zengin ülkelerdir. Küresel enerji tekelleri Afrika kıtasındaki yatırımlarını genişletmeye çalışmaktadır.
Afrika kıtasının önemli bir diğer yönü, zengin tarım potansiyelidir. Kıtada kakao, vanilya, kahve, çay, muz, ananas, mango, pamuk, kauçuk gibi tarım ürünleri yetişmektedir. Kenya’da ihracata yönelik çiçek yetiştiriciliği yapılmaktadır. Kongo havzası ise kereste ve orman ürünleri bakımından zengindir. Ayrıca hayvancılık, arıcılık ve balıkçılık yönünden de önemli bir potansiyele sahiptir.
Afrika kıtası üzerinden bugün yaşanan rekabet ve çatışmanın tarihsel bir arka planı vardır. 15. yüzyılda başlayan coğrafi keşiflerle birlikte Afrika asıl olarak Avrupalı devletler tarafından sömürgeleştirilmiştir. Kıtanın zenginlikleri gasp edilirken, halklar toplu katliamlara maruz kalmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayileşmeye bağlı olarak İngiltere, Fransa, Belçika, Almanya, Hollanda, Portekiz ve İspanya arasında Afrika kıtası üzerinden büyük bir mücadele yaşanmıştır. Bu çatışmaların ürünü olarak 1884-85 yıllarında gerçekleşen Berlin Konferansı ile “Afrika pastası” sömürgeci Avrupalı emperyalistler arasında pay edilmiştir.
Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle küresel planda siyaset yeniden şekillenmeye başlamıştır. Bu süreçte dikkat çekici hususlardan biri, dünyada yükselen yeni güçlerin Afrika kıtasına yönelik açılımlarıdır. 20 sene öncesine kadar Afrika ülkeleriyle sınırlı ilişkilere sahip olan Çin, bugün kıtada yatırım, madencilik, enerji gibi alanlarda önemli bir emperyalist güce dönüşmüştür. Diğer taraftan ABD ve Rusya da, Avrupalı emperyalistlerin bu kıtada çatıştığı güçlerin başında gelmektedir.
Kıtada parlayan yıldız Çin
2000’lerin başında yaptığı yatırımları hızlandıran Çin’in günümüzde kıtanın değişik yerlerinde inşa edilen kamu binaları, baraj, kara yolu, tren yolu, havaalanı, liman, stadyum gibi projelerinin yanı sıra Çin şirketlerinin işlettiği madenleri ve petrol rafinerilerini görmek mümkündür.
Afrika’da Çin’in artan nüfuzu son yıllarda dikkat çekse de, kıtayla ilişkileri 1955-1956 yıllarına kadar uzanmaktadır. Başında Mao Zedung’un olduğu Çin Halk Cumhuriyeti ‘60’lı yıllara kadar Cezayir, Angola, Gine Bissau, Mozambik, Tanzanya, Gine ve Zambiya gibi ülkelerde sömürgeciliğe karşı yükselen ulusal kurtuluş mücadelelerine karşılıksız destek sunmuştur. Bu destekler ve daha sonra bu ülkelerin çeşitli altyapı projelerine sağlanan teknik ve maddi katkı, Çin’e büyük bir prestij kazandırmıştır.
Kapitalist sistemin bir parçasına dönüşen Çin, 1978 yılından sonra kıta ülkeleri ile ikili ilişkilere daha fazla önem vermiştir. 1990’ların sonralarına doğru IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleri doğrultusunda Zambiya’da gerçekleştirilen özelleştirmelerden faydalanan Çinli şirketler, Zambiya bakır madenlerinde büyük hisseler alıp işletme ruhsatı elde etmişlerdir. Nijerya, Cezayir, Mısır ve Etiyopya’da kurulan özel serbest ticaret bölgelerine yapılan devasa yatırımlar da Çin’in Afrika kıtasındaki ticaret hacminin artmasını sağlamıştır.
Çin-Afrika ilişkilerinin gelişmesinde önemli bir adım, Çin-Afrika İşbirliği Forumu’dur (FOCAC). İlk kez bakanlar seviyesinde 2000 yılında Pekin’de düzenlenen FOCAC, üçer yıl arayla gerçekleşmiştir. 2006 Pekin Zirvesi’nde Afrika ülkelerine yönelik 5 milyar dolarlık borç paketi açıklayan Çin, 2009’da Şarm el-Şeyh’te 10 milyar dolar ve 2018’deki son Pekin Zirvesin’de 60 milyar dolar tutarında borç paketi ilan etmiştir. Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 2000’li yılların başında 10 milyar dolar iken, bugün 200 milyar dolara ulaşmıştır.
Çin’deki kapitalist üretim çarkının sorunsuz dönebilmesi için, ihtiyaç duyulan kaynaklara kolay ve ucuz maliyetle erişebilmek gerekmektedir. Bu amaçla Çin, “altyapıya karşı kaynak” takası politikasıyla, liman, havaalanı, karayolu, demiryolu, stadyum, kamu binaları, köprü gibi altyapı projeleri ile Afrika ülkelerini borçlandırmıştır. Bu borçlar maden, petrol ve doğal gaz gibi yeraltı kaynaklarıyla ödenmektedir. Çin’in Afrika’dan yaptığı ithalatın %70’ini madenler, petrol ve kauçuk oluşturmaktadır.
Afrika kıtası 1993 yılından bu yana Çin için önemli bir petrol tedarik bölgesidir. Çin petrol şirketleri 1990’lı yıllardan itibaren Afrika petrolleri için girişimlere başlarken, ilk yatırım sahası Sudan olmuştur. 1999 yılında Sudan’da 1.600 km’lik Hiclic-Port Sudan petrol boru hattını inşa edilmiş ve petrol rafineleri kurulmuştur. İzleyen yıllarda Çin, Sudan ve Güney Sudan petrollerinin yanı sıra Angola, Nijerya, Kongo, Çad ve Libya petrollerinin de önemli bir alıcısı haline gelmiştir. Bugün Afrika, Ortadoğu’dan sonra Çin’in petrol ihtiyacını karşıladığı ikinci önemli bölgedir.
2012 yılında Çin tarafından yapılan ve 200 milyon dolara mal olan Afrika Birliği Genel Merkezi binası, birliğe hediye edilmiştir. Çin son yıllardaki en büyük yatırımlarından biri olan “Yol ve Kuşak Projesi” kapsamında Afrika kıtasına büyük önem vermektedir. Bu proje çerçevesinde özellikle Doğu-Batı deniz ulaşım ağının önemli bir parçası olan Doğu Afrika, Kızıldeniz ve Aden Körfezi civarındaki ülkelere ve buralardaki stratejik limanlara yatırımlar yapmaktadır. Bu bağlamda Somali, Sudan, Cibuti, Etiyopya, Kenya ve Tanzanya gibi ülkelerle ilişkilerini derinleştirmeye çalışmaktadır.
Avrupa Birliği ülkeleri
Afrika kıtasında rekabette en güçlü olan Avrupa Birliği ülkeleridir. Kıtada en eski sömürgeci geçmişe sahip olan ülkeler İngiltere, Fransa ve Almanya’dır ve 15. yüzyıla kadar uzanmaktadır. İkinci emperyalist paylaşım savaşının ardından kıtada yükselen ulusal kurtuluş hareketleri birçok ülkede başarıyla sonuçlanmıştır. 1951’de Libya, 1956’da Sudan ve Gana bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Ulusal kurtuluş mücadeleleri Avrupa ülkelerinin fiili olarak çekilmesini sağlasa da, bu onların kıtadaki köklü etkilerinin ortadan kalkması anlamına gelmemiştir. Afrika üzerindeki siyasi, ekonomik ve kültürel nüfuzları devam etmiştir. “Yeni sömürgecilik” olarak adlandırılan bu süreçte Avrupa, askeri müdahaleler, darbeler, ambargo ve etnik çatışmaları körükleyerek, Afrika’nın kaderini şekillendirmeye devam etmiştir.
Avrupa Birliği ülkeleri ile Afrika ülkelerinin ticaret hacmi 2018 yılında 303 milyar avro olarak gerçekleşmiştir. Afrika kıtası AB’nin ihracat partnerleri arasında üçüncü, ithalat partnerleri arasında dördüncü sırada gelmektedir. AB ülkeleri aynı zamanda Afrika kıtasına en fazla yatırım yapan ülkelerdir.
Kıtada en çok silahlı güç barındıranlar Avrupalı emperyalistlerdir. BM bünyesinde gerçekleşen askeri operasyonların yarısı Afrika kıtasında cereyan etmiş, Avrupalı birçok emperyalist devlet bu operasyonlarda yer almıştır. Avrupa ülkeleri hala Afrika kıtasının askeri, ticari, yatırım planında en önemli partnerleri olmaya devam etseler de, bu üstünlüklerini sürdürmekte zorlanmaktadırlar.
İngiltere
İngiltere, eski sömürge toprakları üzerindeki nüfuzunu İngiliz yerleşimciler, ticari ilişkiler, yatırımlar, askeri ilişkiler üzerinden sürdürmeye devam etmektedir. İngiliz tekellerinin Afrika’daki maden ve enerji sektörüyle köklü ilişkileri bulunmaktadır. İngiltere borsasında işlem gören 100’ün üzerindeki kapitalist tekelden 37’si Sahra-altı Afrika ülkelerinde başta altın ve elmas olmak üzere platin, bakır, kömür, petrol ve doğal gaz sektörlerinde faaliyet yürütmektedir. Bunlardan Shell, Tullow Oil, Randgold, De Beers gibi şirketler, kıtada toplam bir trilyon dolarlık bir iş hacmini kontrol etmektedir.
İngiltere’nin Afrika’dan yaptığı ithalatın önemli bir kısmını petrol ve değerli madenler ile kakao, çay, kahve ve üzüm gibi tarımsal ürünler oluşturmaktadır. İngiltere’nin en büyük ticaret partneri olan Güney Afrika, İngiliz yatırımcıların da en önemli adresidir. Nijerya, Cezayir, Fas, Angola ve Mısır da ticaret ve yatırımların yoğunlaştığı diğer ülkelerdir.
Fransa
Afrika kıtasında derin izler bırakan Fransa, sömürgelerini kaybetmesinin ardından kıtadaki nüfuzunu İngiltere gibi siyasi, askeri, ticari ve kültürel ilişkilerle sürdürme arayışına girmiştir. Fransa’nın söz konusu bölgedeki etkisi, Fransızca medya ve basın yayın faaliyetleri ile Fransız şirketlerinin ve askerlerinin varlığı sayesinde hala güçlü bir şekilde hissedilebilmektedir. 1945-2005 arası dönemde kıtaya 130 askeri müdahalede bulunan Fransa, “soğuk savaş” sonrası ortaya çıkan yeni güçler karşısında Afrika’daki etki alanlarını korumakta zorlanmaya başlamıştır.
Fransa’nın Afrika kıtasındaki varlığı en fazla askeri müdahalelerle hissedilmektedir. 2011 yılında Libya’ya yapılan askerî müdahalede başı çeken Fransa, 2013 yılında Mali’nin kuzeyine, 2014 yılında da Orta Afrika Cumhuriyeti’ne yönelik askeri müdahalelerde bulunmuştur. Fransız askeri varlığı özellikle Sahel bölgesinde yoğun olarak hissedilmektedir. Sadece Cibuti üssünde 1.450 personeli bulunan Fransa, ayrıca başta Çad, Fildişi Sahilleri, Mali, Nijer, Burkina Faso, Senegal, Gabon, Reunion ve Mayotte olmak üzere kıtada toplam 8.700 civarında asker bulundurmaktadır.
Afrika ülkelerinde ayrıca Avera, Total, Elf gibi enerji tekelleri de etkin bir rol oynamaktadır. Kapitalist tekeller, başta uranyum, petrol ve doğal gaz olmak üzere stratejik maden ve enerji kaynaklarına yatırım yapmaktadır. Elektrik ihtiyacının büyük ölçüde nükleer enerjiden sağlayan Fransa, Nijer’in uranyum kaynakları üzerinde tekel oluşturmuştur.
Fransa AB ülkeleri arasında 64 milyar avro tutarındaki ticaret hacmi ile Afrika kıtasıyla en fazla ticaret yapan ülkedir. Fransa’yı 38 milyar avro ile Almanya, 37 milyar avro ile İspanya ve 34 milyar avro ile İtalya takip etmektedir
Fransa’nın Afrika kıtasındaki kültürel etkisi de oldukça güçlüdür. 21 Afrika ülkesinde Fransızca resmi dil statüsündedir. Ayrıca eskiden Fransız sömürgesi olan ülkeler, ortak para birimi kullanarak Frank bölgesini oluşturmakta, bu durum da merkez bankası üzerinden Fransa’ya mali müdahale imkan vermektedir. Frank bölgesindeki ülkelerin para rezervlerinin en az yarısını Fransa Merkez Bankası’nda tutmalarını zorunlu kılan sistem bir süredir tartışılırken, Frankı ortak para birimi olarak kullanan sekiz Batı Afrika ülkesi (Fildişi Sahilleri, Benin, Burkina Faso, Gine Bissau, Mali, Nijer, Senegal ve Togo) Eco para birimine geçeceklerini duyurmuştur. Bu durum mali açıdan Fransa’nın etkisinden kurtuluş anlamına gelse de avroya bağlanan yeni para birimi nedeniyle Avrupa’nın etkisi devam edecektir.
Almanya
İngiltere ve Fransa’ya göre sömürgecilik tarihi daha kısa olan Almanya Angela Merkel döneminde Afrika’daki nüfuz alanını genişletme arayışına girmiştir. Sömürge geçmişinin bulunduğu Namibya, Togo, Kamerun, Burundi ve Tanzanya ile sınırlı kalmayan Almanya, etkisini farklı ülkelere yayma çabasındadır. Afrika ülkeleriyle Fransa’dan sonra en yüksek ticaret hacmine sahip olan Almanya, Alman tekellerini Afrika’ya yatırıma teşvik etmektedir.
2005 yılından bu yana Merkel’in çok sayıda Afrika ziyareti yaptığı görülmektedir. Merkel, 2007-2011 arasında başta Etiyopya ve Güney Afrika olmak üzere Liberya, Cezayir, Mısır, Kenya, Angola ve Nijerya, Nijer ve Mali’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerin Fransa’nın etkili olduğu bölgelerde yoğunlaşmış olması dikkat çekmektedir.
Merkel 2018 yılında düzenlenen yatırım zirvesinde Afrikalı liderleri Siemens, Volkswagen gibi Alman devlerinin CEO’ları ile bir araya getirmiştir. 1.1 milyar avroluk yatırım fonu açıklayan Alman devleti, Afrika’ya yatırım yapacak şirketlerin teşvik edileceğini duyurmuştur. Afrika ülkeleriyle 38 milyar avroluk ticaret hacmine sahip olan Almanya’nın kıtadaki en önemli ticaret partneri Güney Afrika Cumhuriyeti’dir. İki ülke arasında ticaret hacmi 16-17 milyar dolardır. Mercedes, BMW, Siemens, Volkswagen gibi büyük Alman tekellerinin yatırımlarının bulunduğu Güney Afrika’da, 600 civarında Alman şirketi iş yapmaktadır. Volkswagen 2018 yılında Ruanda’da 5 bin araç üretimi yapan bir montaj fabrikası kurmuştur.
Almanya Afrika’daki askeri varlığını artırmak için de yoğun çaba harcamaktadır ABD’nin Afrika Komutanlığı’na ev sahipliği yapan Almanya, Mali, Nijer, Kamerun, Tunus ve Somali’de asker ve polis bulundurmaktadır.
Almanya’nın aktif Afrika siyaseti zaman zaman sömürge geçmişine dolanmaktadır. Namibya’da 20. yüzyılın başında gerçekleştirilen Nama ve Herero halklarına yönelik soykırım Alman sermaye devletinin başını ağrıtmaktadır. Soykırıma maruz kalan halklar, öldürülen ve kemikleri Alman üniversitelerine götürülen atalarının öz yurtlarına geri gönderilmesi için hukuki mücadele vermektedir. Konuyu kuru bir özür ve kalkınma yardımı vaadi ile geçiştiren Almanya’nın, gelecekte benzer davalarla karşılaşması mümkündür.
Sömürgeci gelenek sürüyor
Avrupalı emperyalist devletlerin 19. ve 20. yüzyıla damgasını vuran sömürgeci geleneği bugün farklı yöntemlerle devam etmektedir. Dün savaş ve katliamlarla ele geçirilen kıtanın yoksul ülkeleri bugün “kalkınma yardımı”, “kıtalar arası işbirliği” vb. adlar altında sermaye ihracı yolu ile sürdürülmektedir. 1.5 milyara yakın nüfusu ile önemli bir pazar da olan kara kıta tüm emperyalistlerin ilgi merkezi olmaya devam etmektedir.
2000 yılında kıtalar arası işbirliği adı altında AB ile 80 ülkenin dahil olduğu AKP (Afrika-Karayip-Pasifik ülkeleri) arasında Cotonou Anlaşması imzalanmıştır. Yanı sıra, AB ile Afrika Birliği’nden 54 ülkenin dahil olduğu bir başka anlaşma daha imzalanmıştır. Her iki anlaşma ile iki kıta arasında gümrüksüz serbest ticaretin yolu açılmıştır.
Böylece Afrika kıtası Avrupalı tekeller için bir sömürü cennetine dönüşmüştür. Kıtanın tüm zenginlikleri çok düşük fiyatlarla tekellerin hizmetine sunulmaktadır. Avrupalı emperyalistler “insani kalkınma yardımları” adı altında kıtaya 40 milyar sermaye sürerken, bu yardımların nasıl harcanacağı, hangi alanlara yatırım yapılacağı kesin hükümlere bağlanmaktadır.
Kıtanın tarım için çok elverişli toprakları, Avrupalı emperyalistlerin ihtiyaç duyduğu muz, kakao, kauçuk, çay, pamuk gibi sanayi ürünlerinin üretildiği plantasyonlara dönüştürülmüştür. Afrikalı emekçiler bu plantasyonlarda her türlü haktan yoksun, günde en az oniki saat ve açlık ücretleri karşılığında çalıştırılmaktadır. Böylece çok ucuza mal edilen bu ürünler Avrupalı tekellere ait mağazaların vitrinlerini doldurmaktadır.
Kıtanın tüm yer altı zenginliklerine de yok pahasına el konulmakta ve dünyanın her tarafına ithal edilmektedir. Gümrüğe tabi olmayan bu ithalatlar sonucu kıta her yıl 1.5 trilyon civarında zarar etmektedir. Kıtada yaşanan ağır sefaletin en önemli nedenlerinden birisi budur. Bu nedenle kıta ülkelerinden birçoğu 2020 yılında bitecek olan bu anlaşmaya tekrar imza atmak istemiyorlar. Bu eğilim içine giren ülkeleri Avrupa Birliği kalkınma yardımlarını keseriz diye tehdit ediyor. Avrupalı emperyalistler tarafından ağır bir borç yükü altına sokulmuş olan bu ülkelere aba altından sopa gösterilerek, ülke ekonomilerinin iflas ettirileceği tehdidiyle boyun eğdirilmeye çalışılıyor.
Kıtadaki açlık ve sefaletin bir diğer nedeni, devlet desteği alan Avrupalı tekellerin kıtaya üretim maliyetleri altındaki fiyatlarla sürdükleri ürünleridir. Almanya’da üç avronun altına satılmayan beyaz et ürünleri Afrika ülkelerine bir avronun altında ihraç edilmektedir. En geri tekniklerle üretim yapan binlerce işletme bu rekabete dayanamayarak iflas etmektedir. Böylece milyonlarca Afrikalı emekçi işsiz kalarak açlığa mahkum edilmektedir. Aynı şekilde Danimarka’nın süt tozları, İtalya, İspanya ve Hollanda’nın domates, salatalık, marul, soğan gibi çok ucuza ihracatı yapılan tarım ürünleri kıtanın çiftçilerini iflasa sürüklemekte ve tarımsal üretimi yok etmektedir. Avrupalı tekellerinin rekabetine dayanamayan binlerce işletme iflas ederken, kıtadaki işçi ve emekçilerin buna karşı tepkileri ve eylemleri her geçen gün yükselmektedir. Ayrıca tekellerin işlettikleri maden ocaklarında kötü çalışma koşulları, düşük ücretler ve güvenlik önlemlerinin yetersizliği nedeniyle yüzlerce insanın iş cinayetlerine kurban gitmesi sıkça gündeme gelmektedir.
Kapitalist tekeller kıtanın geleceğini yok ediyorlar
Afrika ülkelerinin ağır borç yükü altına sokulması, kıtanın kaynaklarının ipotek altına alınması ve halkların sefaleti anlamına geliyor. Kıtada rekabet halinde olan emperyalistler, kendilerine yakın iktidarları işbaşında tutabilmek için istihbarat örgütleri eliyle kirli oyunlarını devreye sokuyorlar. Darbeler tezgahlıyor, etnik çatışmaları kışkırtarak sonu gelmez kanlı iç savaşları körüklüyorlar. Afrika kıtası ile gerçekleştirdikleri ticaretin ihracat ayağını asıl olarak silah ve askeri ekipmanlar oluşturuyor. Bu nedenle kıtada bitip tükenmeyen iç savaşlardan en çok kazananlar başta silah tekelleri olmak üzere emperyalist ülkelerdir. Hem Rusya hem de ABD, kıtadaki çıkar ve yatırımlarını korumak amacıyla özel askeri şirketleri yoğun olarak kullanıyorlar. Bu şirketlerin silahlı operasyonların yanı sıra silah satışını artırmak için çalıştıkları biliniyor.
Emperyalist ülkelerin kıtadaki faaliyetleri doğa ve çevrenin ağır tahribatını getirmektedir. Ormancılığa bağlı sektörlerin genişlemesi ormanların yok olmasına yol açarken, geniş arazilerde bio-dizel için yapılan tahıl üretimi toprağa yıkıcı zararlar vermektedir. Bu nedenle bazı topluluklar verimli topraklarından zorunlu göçe maruz kalmaktadır.
Tahribat bunlarla da sınırlı değildir. Afrika kıtasına taşınan zehirli atıklar, tankerlerin bıraktığı çöpler ve petrol sızıntıları, ekolojik dengeyi olumsuz etkilemektedir. Örneğin Avrupa ve Avustralya’dan getirilen elektronik çöpler Gana’da bazı kentleri yaşanılamaz hale getirmiştir.
Kapitalist tekellerin kar hırsları uğruna talan edilen Afrika, yeryüzünde açlık ve yoksulluğun en ağır yaşandığı kıtaların başında gelmektedir. Her yıl 12.5 milyon çocuk beş yaşına gelmeden açlık ve basit hastalıklardan ölmektedir. Nüfusun yüzde 70’i sağlık hizmetlerine ulaşamamaktadır. Milyonlarca insan içecek temiz su bulamamakta, günde bir öğün yemekle yaşamak zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla Afrika kıtası, kapitalist barbarlığın yeryüzünde yarattığı cehennemin bir diğer adıdır.