Devriminin ve sosyalizmin sesi Kızıl Bayrak gazetesi, merhaba. 34. sayınızda metal sektöründe başlayan Grup Toplu İş Sözleşmesi sürecinin Birleşik Metal-İş Sendikası’nı (Birleşik Metal-İş) kesen yönlerini inceleyen yazınız üzerine düşüncelerimi ifade etme ihtiyacı hissettim.
Birleşik Metal-İş bürokrasisi, 2012 yılından bu yana sınıf işbirlikçisi sendikal anlayışa evrilme yönünde hızla mesafe almış bir şebekedir. 2012 yılında Bosch işçilerinin Türk Metal esaretinden kurtulma mücadelesini orta yerde bırakmasıyla, bu yolda deyim yerindeyse bir sıçrama yapmıştır.
Bu sürecin önemli görülebilecek kritik dönemeçlerini biraz hatırlatmak istiyorum. 2013 yılında tüm ülkeyi saran Gezi Direnişi patlamadan 4 gün önce Birleşik Metal-İş yönetimi, “Fotokopi sözleşmeye imza atmayacağız. 5 Haziran’da greve çıkacağız” açıklaması yapmıştı. Bu esnada Gezi Direnişi patlak vermişti. Daha iyi bir sözleşme imzalamanın ülke genelinde koşulları varken, ancak burjuva sınıfın çıkarlarını düşünen bir anlayış oldukça kötü olan sözleşmeyi imzalayabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Sessiz sedasız fotokopi sözleşmeyi 3 Haziran’da imzaladılar. Sonrasında çokça altı çizilen “Gezi’de işçi sınıfı bir sınıf olarak yoktu” değerlendirmesine büyük bir katkıda bulunan bu sendikal anlayışın bunu bilinçli yapmadığını düşünmek biraz saflık olur. Evet, Gezi Direnişi gibi özgürlüğün kapılarını aralayan bir hareket fabrikalara yayılsaydı, patronların ve sendika ağalarının işleri hiç kolay olmayacaktı.
2014 yılında Greif işgalinde işçi temsilcilerinin arkasında zorla duran ve yüzlerindeki ifadeden çok şey anlaşılan Birleşik Metal-İş ağalarının görüntülerine bakmak bile yeterli aslında.
2015 Ocak grevinde hükümet temsilcileri ile yaptıkları görüşmelerin tanıklarının ortaya koyduğu ve inkar edilmeyen “Grevi yasaklayın!” aklını verebilecek kadar sınıf işbirlikçisi zemine kayan bir bürokratik şebekedir söz konusu olan. Öyle ki yasağa karşı “Greve devam edelim” diyen işçileri devlet zoruyla korkutacak kadar düşmüşlerdir bu süreçte. Grev çadırlarını gece vakti gizlice fabrika önlerinden kaldıran sendika yöneticilerinden bahsediyoruz. Greve devam etmek isteyip de sendika yöneticileri tarafından zorla işbaşı yaptırılan Cengiz Makina işçilerini kimse unutmasın.
Metal Fırtınası’nda işçilerin hiç gündeminde yokken bir anda “Biz de varız” diyerek güçlü bir taban hareketi olan Renault fabrikası şahsında Metal Fırtınası’nın ruhunu denetim altına almak ve ortadan kaldırmak için işçilerin karşısına çıkan bir sendikal anlayıştan bahsediyoruz. Metal Fırtınası’nın ürünü olan TOMİS sendikasını etkisizleştirmek için kurulan masalarda yer alma utancı bunlara aittir. Birleşik Metal-İş bürokrasisi düzenle öyle köklü ilişkiler içinde ki her zaman denetim görevini sadıkça yerine getirdiği gibi patronların istemediği tek bir çıkışı bile kalmamıştır. 2017’de Renault işçileri, sendikal yetkiler alınmadan önce, “İyi bir sözleşme taslağı hazırlayın toplu istifa ile size geçelim” demelerine rağmen Birleşik Metal-İş ağları kıllarını bile kıpırdatmamışlardır.
Muhalif seslerin yükseldiği fabrikalarda sendika temsilcilerinin başlarına gelenleri burada uzun uzadıya anlatmayacağım. Şu kadarıyla yetineyim: İhanet, kumpas, patronların sesi olma, işten attırma, işle tehdit etme vb. hepsine başvuran bir sendikal çeteden bahsediyoruz.
Uzatmadan; Türk Metal ile imzaladıkları “centilmenlik” anlaşması ise geldikleri durumun altını kalın ve net çizgilerle çiziyor. Uzlaşmacı-icazetçi çizgi, yerini ihanetçi-işbirlikçi bir kimliğe bırakmış durumda.
Mektubumun asıl konusuna gelince… Bahsettiğim yazıda bir kafa karışıklığı gördüm. Taslak hazırlama sürecinin işletilmesi noktasında ortaya konulan haklı belirlemelerin olduğu yerde, “Birleşik Metal-İş birçok sendikada var olmayan işyeri komiteleri, Merkez TİS Komisyonu, Bilim ve Danışma Kurulu gibi mekanizmalara sahip. Taslakların hazırlığına işyeri komiteleri ile yapılan eğitimler ve taslak hazırlık toplantıları ile başlanıyor. İşyeri komiteleri, fabrikalardan işçilerin talepleri doğrultusunda taslak önerilerini hazırlıyor” denilmesini bir yere oturtamadım.
Devamında, sınıf mücadelesini belli sınırlarda tutma çabası içinde olan, kriz sürecinde HT Solar’da olduğu gibi patronların ağzıyla konuşan bir sendikal anlayışa anlam yüklerken dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Bahsi geçen işyeri komiteleri ve eğitim programlarının bürokrasinin tam denetimi altında olduğunu akıldan çıkarmayalım. İşyeri komitesi dedikleri yapının, “Sen gel, sen gel” denilerek seçildiğini herkes biliyor. Düzen partisi CHP’de ne kadar demokratik bir işleyiş varsa bu sendikada da o kadar var. Türk Metal’in süreci yönetiş biçimine bakarsanız, paralelliği rahatlıkla görebilirsiniz.
Tarih akıp gidiyor. Hiçbir şey yerinde saymıyor. Birleşik Metal-İş ise bu değişimden olumsuz da olsa payını alıyor. Dün konuştuğumuz taktik ifadeler bugünün güncel tablosuna uymuyor. Metal Fırtınası bize çaresiz olmadığımızı gösterdi. “Sendikalarımız esaret altındaysa biz işçiler çıkar sorunlarımızı çözeriz”i gösterdi.
Şimdi bu sözleşme sürecinde de kim ne derse desin, ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, masanın bir tarafında şer ittifaklarının korkulu rüyası MİB var. Orada işçi iradesi var. Orada üretimden gelen güç var. İşçilerin nasırlı yumruğu var. Ne yapıp edip rüyalarını gerçeğe çevirme sorumluluğu ise öncü MİB’li metal işçilerinde.
Çerkezköy’den MİB’li bir işçi