Mühdan Sağlam: Akdeniz için en büyük tehlike doğayı hiçe sayan sondaj faaliyetleridir

Enerji politikaları uzmanı Mühdan Sağlam, “Kuzey Kutbu’nda enerji şirketlerinin doğayı hiçe sayan faaliyetleri dikkate alındığında bence Akdeniz için en büyük tehlike gözü dönmüşçesine çevreyi, doğayı hiçe sayan arama ve sondaj faaliyetleridir" dedi.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 28 Temmuz 2019
  • 20:19

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sondaj çalışması aktif bir şekilde devam ederken, bununla birlikte tartışmalar da devam ediyor. Her ne kadar sondaj çalışmasının politik kısmı tartışılsa da bir de işin ekolojik, çevresel boyutu bulunuyor. Sondaj faaliyetinin ekolojik, çevresel boyutuna ilişkin sorularımızı enerji politikaları, ekonomi-politik ve devlet-enerji şirketleri ilişkileri uzmanı yazar Mühdan Sağlam yanıtladı.

-Bölgedeki doğal gaz ve petrol rezervinin tahmini büyüklüğü toplam ne kadar?

Petrol rezervi konusunda net bir şey söylemiyoruz, ancak doğal gaz rezervinin toplam 3,5 trilyon metreküp olduğu tahmin ediliyor. Bu tüm Doğu Akdeniz’deki rezerv, Türkiye’nin payına düşen değil.

-Doğu Akdeniz'de faaliyet gösteren başlıca şirketler ABD'li Exxon Mobil ve Noble, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz BG ile İsrailli Delek ve Avner firmaları. Türkiye’den de TPAO bu sürece eklemlendi. TPAO’nun dışlandığı görülüyor. Bu durumun sonuçları neler olabilir?

TPAO bir devlet şirketi, ancak diğer şirketler gibi arama yapma hakkı var. KKTC ile 2009’dan itibaren imzaladığı “arama yapma yetkilendirmesi anlaşmaları” uyarınca tartışmasız alanlarda arama faaliyetleri yürüten bir şirket. Bunun yanında TPAO, Türkiye için de Akdeniz’de arama yapıyor. Sorun aslında siyasi bir niteliğe sahip. KKTC’nin arama çalışmalarının yok sayılmasındaki neden, Lefkoşa’nın tanınmaması. Bu noktada özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ikircikli bir politika uyguluyor ve adanın tümünü temsil ediyor gibi davranıyor. Ancak kaynakların gelirlerinin ortak paylaşılmasına yanaşmıyor. KKTC madem bana payım olanı vermiyorsun, ben de kendi bölgemde ve güneyde arama lisansı veriyorum dedi. Kıbrıs Sorunuyla yakından ilişkili bir durum olduğunu söyleyebilirim.

-Mısır’dan başlayıp İsrail ve oradan çıkarılması planlanan Kıbrıs gazının Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa’ya taşınma projesi olan East-Med boru hattı, TürkAkım boru hattı projelerini nasıl etkileyecek?

Öncelikle hayata geçmiş projeler şu an mevcut değil. Bunun yanında proje hayata geçse dahi, Avrupa’ya gidecek gazın miktarı önemli. Örneğin Güney Kıbrıs, İsrail ve İtalya arasında yapılması planlanan projenin hacmi çok düşük. Projenin kendisi bir alternatif olarak kulağa hoş gelebilir ancak ne kadar gaz var, bunun ne kadarlık kısmı Avrupa’ya aktarılacak, bunun maliyeti ne olacak, gaz kaç eurodan satılacak bu bilgiler olmadan net bir şey söylemek güç. Ancak Doğu Akdeniz’de kaynaklar çok derinde yer alıyor. Yani çıkarma maliyeti yüksek. Buna bir de nakliye eklendiğinde eğer Rusya ya da diğer bir tedarikçiden pahalıya gaz satılacaksa tüketici almamayı tercih eder.

-Türkiye ve Rusya’nın birlikte hareket etmeye başlamış olmaları yeni bir dünya ya da bölgesel bir savaşı tetikler mi?

Öncelikle Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin pragmatik bir temelde ilerlediğini ifade etmek gerekiyor. İki ülke Suriye ve ikili ilişkilerde yan yana görünse de ilişkilerin tarihine bakıldığında bir ittifak söz konusu değil. Geçici ve belirli çıkarlar etrafında yan yana gelmek her konuda iki aktörün aynı biçimde yan yana hareket edeceği anlamına gelmiyor. Rusya, dünyadaki en önemli doğal gaz üreticilerinden biri ve ağırlık pazarı Avrupa. Unutmamak gerekiyor ki Rusya’nın Güney Kıbrıs’la da ilişkileri iyi. 1997’de Güney Kıbrıs’a S-300 sattıklarını hatırlamak gerekiyor. Ben Doğu Akdeniz konusunda Rusya’nın doğrudan taraf olacağını düşünmüyorum. Olacaksa da bunu çıkarları hangi açıdan daha uygun olursa onu seçecektir. Medyada Rusya Türkiye’den yana gibi açıklamalar yapılıyorsa da aynı Rusya’nın Türkiye’ye gerilimi tırmandırmayın dediğini de hatırlatmak gerekiyor. Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler sınırlı bir ortaklığa dayalı. 2015’te Uçak Krizi hatırlandığında ilişkilerin sınırları görülecektir. Dolayısıyla iki aktörün yan yana durması niteliği gereği bir savaş çıkaracak boyutta değil.

-Doğu Akdeniz’de gaz ve petrol üretimi bir fırsat mı yoksa deniz ekosistemi açısından yaşamsal bir tehdit mi?

Bu noktada ekonomik ve jeopolitik çıkar odaklı bakıldığında bunun fırsat olduğu söylenebilir. Ancak fırsat maliyeti dediğimiz de bir durum var. Deniz ekosistemi konusunda bölgedeki hiçbir aktörün duyarlı davrandığını düşünmüyorum. İklim krizinin her alanda görünür olduğu bir zaman dilimindeyiz ve çıkar odaklı insan faaliyetleri bunun en büyük sebebi. Akdeniz ve diğer tüm denizler için ekosistemi, özel niteliklerini dikkate alan bir yöntem uygulanmalı. Ekonomik çıkar, gücümüzü perçinleyelim gibi söylemlere karşı daha güçlü biçimde bunun çevresel maliyetinin ekonomi sınırlarını çok aştığı hatırlatılmalı. Kuzey Kutbu’nda enerji şirketlerinin doğayı hiçe sayan faaliyetleri dikkate alındığında bence Akdeniz için en büyük tehlike gözü dönmüşçesine çevreyi, doğayı hiçe sayan arama ve sondaj faaliyetleridir. Üstelik bu bir devlete mahsus değil. Bölgede faaliyet gösteren enerji şirketlerinin sicilinin bu anlamda hiç de iyi olmadığını da dikkate aldığımızda geç olmadan önlem alınması gerekiyor ve bu konuda herkese görev düşüyor.

Sadiye Eser - Mezopotamya Ajansı / 28.07.19

İLİŞKİLİ HABERLER