Küresel sistemdeki sıkışma ve karşı karşıya gelişler hiç olmadığı kadar hızlı gerçekleşiyor. Küresel silahlanma raporları dünyadaki silahlanmanın soluk almadan sürdüğünü gösterirken silahlanmaya en fazla bütçe ayıran iki ülkenin ABD ile Çin olduğuna vurgu yapıyor. ABD ile Çin küresel siyaset ve ekonomi, savunma ve güvenlik gibi pek çok alanda ve her bölgede üzerine konuşulan iki ülke. Washington ve Pekin’in her tartışmada adının anılmasının nedenlerinin başında iki ülkenin dünyanın en büyük ilk iki ekonomisi olması etkili. ABD, 2018’de toplamda yüzde 2.9 büyüyerek 20.5 trilyon dolarlık Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH) sahipti. 2019’un iki çeyreğinde de ABD’nin büyüme yönlü ivmesi devam etti.
ABD’nin dişli rakibi Çin’in 2018’ine bakacak olursak; 2018’i yüzde 6.6’lık büyümeyle kapatan Çin’in GSYH’si 13.6 trilyon dolar düzeyinde. Başka bir ülke için kulağa hoş gelen bu büyüme Çin tarihinde 1990’lardan bu yana en düşük büyüme olarak kayda geçti. Çin ekonomisindeki yavaşlama 2019’un iki çeyreğinde de sürdü. 2019 birinci çeyrekte yüzde 6.4 büyüyen Çin ekonomisi ikinci çeyrekte ancak yüzde 6.2 büyüyebildi. Bu tabloya ekonomisi üç çeyrekte üst üste küçülen Türkiye’den bakan birisi “yüzde 6.2’lik büyümenin neresi sorun” diyebilir. Ancak nasıl ki kar dağına göre yağıyorsa, herkesin büyümesi kendi dinamiklerine göre inceleniyor. Yalnız ve ekonomisi şaha kalkan ülkemizin de sadece inşaatla bir yere varamadığını, her ağacın altında maden arama tutkusunun kapitalist ekonomide bile olumlu bir karşılığının olmadığını görüyoruz.
Çin ile ABD ekonomileri büyük bir gerilim altında: Ticaret savaşları. Üstelik bu gerilim bizi de yakından ilgilendiriyor. Doların geçtiğimiz hafta Asya piyasalarının açılmasıyla kısa süre lira karşında 6.39’a tırmanmasında ticaret savaşlarının da etkili olduğunu öğrenen ülkemiz toplumu Twitter’dan “ABD-Çin gerginliği bitsin olan bize oluyor” noktasına vardı. Twitter’dan çağrıyla, muhtara dilekçeyle, Çin ve ABD elçiliklerine lokum ve çiçekle giderek sorun çözülür mü iyimser olmak zor doğrusu. Nedenine bakalım.
ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim vaatlerinden biri olan “Make America Great Again” sloganının yaslandığı sacayaklarından biri ABD’nin Çin ile olan ilişkileriydi. Trump yönetimi, Kuzey Kore, Rusya ile ilişkiler, son olarak Hong Kong’daki protestolar gibi siyasi başlıklarda pek çok defa Çin’e dönük açıklamalar yaptı. Kuzey Kore’yle ilişkileri konusunda Çin’i isim de vererek hedef almaktan kaçınmadı. Ancak iki ülke arasında en dikkat çeken sorun, ticaret politikası. ABD ile Çin arasında dozu gittikçe yükselen biçimde süren ticari savaş/çekişme iki aktörün adresi üstünden küresel kapitalizm ve neoliberal küreselleşmede yaşanan tıkanmayı ve yeni arayışları göstermesi açısından önemli bir yol haritası. Bu çerçevede birkaç hafta boyunca ABD’nin Çin’den ne istediğini, küresel ekonomi ve siyasi ilişkilerde yaşanan dönüşümü, tarihsel dönemeçlere uzanarak inceleyeceğiz.
Askeri savaştan ekonomik açılmaya: Açılın ABD geliyor
ABD’nin küçük bir kasabası, İkinci Dünya Savaşı devam ederken hummalı bir hazırlık içinde. Yerler ayarlanıyor, oteller kontrol ediliyor. Dünya bir yandan faşist bloka karşı mücadeleye odaklanmışken küçük bir azınlığın sırtında bir yük daha var. “Savaş bittikten sonra ne olacak?” sorusunu savaş bitmeden iki gün önce değil, üç yıl önce düşünen siyasi akıl, hummalı hazırlıklarına devam ediyor. Nihayet beklenen gün gelip çatıyor. Hayır hayır SSCB’nin Berlin’e ulaşmasıyla Hitler’in intihar etmesi değil beklenen, daha ona 10 ay kadar bir zaman var. Heyetler art arda önce ABD oradan küçük kasabaya akmaya başlıyor. Kırk dört ülkenin maliye bakanını yollara düşüren toplantı dünyadaki en önemli toplantılardan biri olacaktır. Bakanların havalimanında koştukları bu kasaba bir sisteme adını verecek olan Bretton Woods’tan başkası değildir.
Almanya, Japonya ve İtalya’nın en büyük payesini oluşturduğu Mihver Devletleri’nin üçü toplantının dışında bırakılır ve toplantı başlar. Toplantının temel amacı dünya ticaretini serbestleştirecek ticari ve mali bir sistemin oluşturulmasıdır. Toplantıda iki ülkenin önerisi en fazla tartışılır. Bu ülkelerden biri şu an Brexit ile uğraşan, bu uğurda parlamentoyu kapatmayı göze alan Boris Johnson’ın ülkesi İngiltere diğeriyse Çin’e ticaret konusunda baskı yapan, “serbest ticaret de bir yere kadar, ben Amerika’yı dev yapacağım çekilin dönümden” diyen Donald Trump’ın ABD’sidir.
İngiltere John Maynard Keynes’in önerisini sunar, ancak onun yerine ABD adına toplantıda olan Harry White’ın önerisi kabul edilir. White’ın önerisi ABD odaklı olup, ABD’nin büyüyen ekonomik gücünü savaş sonrasında kullanmasına dayanır. Avrupa’nın yıkılmışlığı ve onarımı savaş sonrasında ajandanın ilk maddesidir. ABD’den kredi, yardımın gideceği sistem de böylece inşa olur.
Kısa vadeli borçlar için düzenlemeleri yapacak olan Uluslararası Para Fonu IMF’dir. Uzun vadeli yatırımlar için kapısı çalınacak olansa Dünya Bankası olacaktır. Ancak buna bir kuruluş daha eklenir, bugün Trump’ın gerekirse çıkarız diye tehdit ettiği Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) öncü kuruluşu General Agreement on Tariffs and Trade (GATT) IMF ve DB’nin yanına eklenir.
Ayrıca uluslararası ödemeler dengesi 1870’den 1930’lara kadar altın esasına dayalı işlerken buna altın-dolar standardı getirilir. 35 doların 1 ons altına karşılık geleceği bu sistem 1971’e kadar sürer. 1971 sonrasındaysa denklem bırakılır ve dolar uluslararası ticaretteki tek geçerli akçe olur.
Serbest ticaretin kurumsallaşması GATT’dan DTÖ’ye
Birleşmiş Milletler çatısı altında 19 ülkenin hazırladığı anlaşma 1948’de 23 ülkenin imzasıyla yürürlüğe girer. Bu örgütün temel amacı ithalata dair vergilerin azaltılması, uluslararası ticarete engel tüm unsurları ortadan kaldırmak ve ticarette ayrımcılığa son vermektir. Bunun için uluslararası rekabet ortamını sağlamak, korumacılığın önüne geçmek ve uluslararası ticarette özgürlüğü teşvik etmek gerekir. 1995’e kadar faaliyet gösteren örgüt, Uruguay müzakereleri sonunda imzalanan 29 anlaşma ve 25 deklarasyonla Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) adını alır. Türkiye’nin başından bu yana içinde olduğu DTÖ’ye Çin 2001’de Rusya 2012’de üye olur. DTÖ’nün bugün 164 üyesi bulunuyor. Örgütün kapsadığı küresel ticaret oranı yüzde 98.
GATT, IMF ve DB hızla işe koyulur. ABD söz konusu sistemin temel ekonomik gücü olarak bir yandan Marshall yardımları kapsamında kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC-bugün OECD) ile Avrupa’ya yardım ve kredi sürecini başlatır. ABD bir yandan Avrupa’ya kalkınma için gerekli olan teçhizat bir yandan da kredi üstünden destek olmaktadır.
ABD ile Avrupa’nın tavuk gerilimi
ABD ile Avrupa arasında yardım ve kredi ilişkisi sürerken, ABD’den hızla ithal edilen tavuklar Fransa ve Almanya’da çiftçilerin tepkisine neden olur. Almanya ve Fransa kendi üreticisini korumak için ABD’den ithal edilecek tavuklara yüzde 25 tarife getirir. Avrupa’nın bu adımı bugün Trump’tan duyduğumuz “serbest ticaret de bir yere kadar” sözünü ilk defa gündeme taşır. Dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson, “demek öyle” diyerek, kendi istediği istikamette gitmeyen ilişkiler için özellikle Avrupa’dan otomobil, kamyonet, kamyon ithalatına yüzde 25 ekstra vergi getirir. Böylece serbest ticaretin filizlendiği dönemde ilk çatışma da başlar. Ancak ABD’nin serbest ticaret atılımı için neoliberal küreselleşmenin rüzgâr gibi estiği 1980 ve 1990’ları beklemek gerekecektir.
Gazete Duvar / 04.09.19