Körfez bölgesi 13 Mayıs’ta dört ticari gemiye yapılan sabotajla dünya ve enerji gündeminde gözlerin Hürmüz Boğazı’na çevrilmesine neden oldu. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Fuceyre limanı yakınlarında yükleme yapılan dört ticaret gemisini iş görmez hale getiren bir sabotaj meydana geldi. Söz konusu dört gemiden ikisi bir başka Körfez ülkesi olan Suudi Arabistan’a aitti, diğerleri BAE ve Norveç’e.
Körfez’de meydana gelen bu saldırıyı kimin yaptığı şu ana kadar bilinmiyor. Soruşturmanın yürütülmesinden BAE sorumlu. BAE, ‘kapsamlı bir soruşturma yürütüldüğünü’ söylemekle yetinirken, ABD ve bazı Körfez ülkeleri olaydan İran’ı sorumlu tutuyor. Körfez bölgesinde meydana gelen bu saldırı, petrol nakliyesinin önemli arterlerinden Hürmüz Boğazı’na dönük kaygıların pekişmesine neden oldu. Bu saldırı petrol dengeleri ve Ortadoğu için neden önemli? Yanıt arayalım…
KİK neden yeteri kadar etkili değil?
Basra Körfezi, bilinen adıyla Körfez, İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ın kıyısının bulunduğu bir bölge. Söz konusu ülkelerden altısı (Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE ve Umman) Körfez Arap İşbirliği Konseyi’nin (KİK) üyesi. KİK bölgeye kıyısı olan ülkeler arasında işbirliği ve ortak çıkarların savunulmasını amaçlıyor. Örgütsel yapılanmaya gidilmesinin en önemli nedeni, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin aynı zamanda petrol ve doğal gaz devleri olmaları.
KİK, üyeleri ticari ilişkilerin yanı sıra Katar ile Suudi Arabistan’ın arası açılana kadar İran’a karşı da blok olarak hareket ediyordu. Şu anda KİK içinde Katar üzerinden bir ayrışma var. Kuveyt tarafsız bir pozisyon takınırken, diğer üyeler Katar’a karşı Suudi Arabistan’ın yanında yer almıştı. İran’a dönük savunma ve ötekileştirici politika açısından KİK önemli bir mekanizma, ancak içindeki bölünme şimdilik etkin hareket edilmesini önlüyor. Buradan doğan boşluğu ise başka bir küresel güç dolduruyor: ABD.
Körfez’de ABD-İran gerilimi
ABD ile İran arasındaki gerilim, İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979’dan bu yana sürüyor. Yaptırımlar ve hedef göstermelerle geçen süre boyunca iki aktör birbirini yıprattı. Son gerilim, ABD’nin İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve İran’ı yaptırım yağmuruna tutmasıyla başladı.
Washington bir yandan Pekin’e ticari alanda sınırlamalar getirirken, Ortadoğu’da İran’ın Yemen ve Suriye gibi bölgelerde etkin olmasından duyduğu rahatsızlık uyarınca Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün gibi ülkeler üzerinden yeniden inşa sürecine girdi. İran konusunda adı geçen ülkelerle hemfikir olan ABD, İran’a karşı iki strateji uyguluyor.
İlki, İran’ı yaptırımlar üzerinden sıkıştırma, ve ekonomik olarak yıpratmaya dayanıyor. Bu hamlenin amacı İran ekonomisinin alt üst edilerek rejimin değişmesini sağlamak.
İkinci strateji askeri yöntemler içeriyor. Yani ABD’nin bölge ülkelerinin desteğiyle askeri varlığını perçinlemesi, gerektiğinde bir müdahale için ‘tam tekmil’ hazır olması. Bu çerçevede Beyaz Saray, Katar’da bulunan ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanlığı’nın talebi üzerine USS Abraham Lincoln uçak gemisi ile dört nükleer kapasiteli B-52 bombardıman uçağından oluşan bir görev grubunu Körfez’e yolladı. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, “birçok kaygı verici ve gerginliği tırmandıran belirti ve uyarıya karşın, İran rejimine ABD’nin veya müttefiklerinin menfaatlerine yönelik herhangi bir saldırının sert bir güçle karşılık bulacağına dair net ve mutlak bir mesaj vermek için bu adımı attıklarını” söyledi.
ABD’nin bu adımları yakın ilişki içinde olduğu Körfez ülkelerinden de destek görüyor. Suudi Arabistan Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Adil El Cubeyr, İran ile bir savaş istemediklerini ifade ettiği konuşmasında ABD güçlerinin Körfez bölgesi ve topraklarında konuşlanmasını şöyle izah etmişti: “Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin ABD ile yapmış olduğu anlaşmalar var. ABD dost ve müttefik bir ülkedir. Körfezde yaşananlar, tüm dünyayı etkiliyor. Bu nedenle dünya da bu bölgenin güvenlik ve istikrarını önemsiyor.”
Mekke’de 30 Mayıs’ta gerçekleşen acil kodlu KİK Zirvesi’nin gündeminde İran ve yaşanan gemi sabotajları vardı. Katar’ın Mekke’ye Başbakan düzeyinde katılım göstermesi, Suudi Arabistan-Katar ilişkileri açısından ciddi bir yakınlaşma anlamına geldiği gibi İran konusunda ABD’nin bölge ülkelerine, “bir an önce birlik olun, sorunlarınızı çözün” baskısının da etkili olduğu görülüyor.
Hürmüz’de İran’a suçlamalar
ABD’nin İran Nükleer anlaşmasından çekilmesinin yanında İran’a petrol yaptırımları uygulaması Riyad’dan büyük alkış aldı. Bu noktada İran, kendi petrolüne ve yaşamına dönük bir tehdit oluşursa Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceğini dile getirdi. Umman Körfezi ile Basra Körfezi arasında yer alan Hürmüz Boğazı uluslararası sular düzenlemesine tabi olsa da fiili olarak İran’ın kontrolünde. Hürmüz, BAE, Kuveyt, Bahreyn gibi ülkelerin açık denizlere açıldığı tek nokta. Ancak Hürmüz denildiğinde akla ilk gelen küresel enerji akışı.
Hürmüz Boğazı’ndan günlük 17-19 milyon varil petrol geçiyor. Küresel petrol tüketiminin 100 milyon varil olduğu dikkate alındığında bu petrolün beşte biri Hürmüz’den gidiyor. Benzer biçimde LNG devi Katar’ın neredeyse tüm LNG sevkiyatı buradan sağlanıyor. İran ‘boğazı kapatırım’ dediğinde küresel piyasalardan reaksiyon gelmesinin nedeni de bu.
İran bugüne kadar, söylemlerinin aksine Hürmüz’ü kapatmadı. Böyle bir adımın savaş sebebi sayılabileceğinin farkında. İran, Körfez ülkelerinin kendisine karşı olduklarını ve bunun için bir sebep olmadığını söylerken, KİK başta olmak üzere kimsenin eline de koz vermek istemiyor.
Her ne kadar Bolton, 29 Mayıs’ta BAE gitmeden önce yaptığı açıklamada herhangi bir kanıt sunmadan İran’ı suçlamış olsa da onun sözünün senet sayıldığını söylemek için de bir sebep yok. Saldırının arkasında İran’ın olup olmamasından bağımsız olarak açıktır ki Körfez’de ısınan sular ve İran’ın sıkıştırılması için bu sabotaj olayında algılara önem veriliyor ve kriz fırsata çevrilmek isteniyor.
Gazete Duvar / 01.06.19