Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye lideri Beşşar el Esad’la uzlaşma teklifi için bir yandan zemini yumuşatırken diğer yandan güvenli bölge planında ısrar ediyor.
Erdoğan, Türkleri Anadolu’ya taşıyan Malazgirt Savaşı’nın 951’nci yıldönümünde, ilk kez Irak ve Suriye’yi birlikte ele alan güvenli bölge sınırlarını çizdi. Cumhurbaşkanı, “Güney sınırlarımızı bir uçtan diğer uca 30 kilometre derinliğinde bir koridorla güvence altına alana kadar mücadelemizin bitmeyeceğini ilan ediyorum” dedi. “Bize 'Sakın ha!' diyerek parmak sallayanların riyakârlıklarının farkındayız” diyerek operasyona karşı çıkanlara çatan Erdoğan, “Kendi planlamamıza göre bu operasyonları sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı. Bu sözler, uzlaşma teklifinin “Türkiye çekilsin ve terör örgütlerine desteği kessin” şeklinde iki şartla karşılaşmasına duyulan kızgınlığı da yansıtıyor.
Suriye’de 30 kilometre hedefi 2019’dan beri alenen gündemdeyken Irak tarafında son yıllarda alan hâkimiyetini artırsa da sınır tayin etmeyen bir “terörle mücadele” kurgusu vardı. Irak ve Suriye’yi birleştiren yeni bir aşamaya geçiliyor.
Erdoğan, Şam’la olası uzlaşmada temel koşulların çerçevesini çiziyor. Bir bakıma “Koşullar karşılanıncaya dek 30 kilometre derinliğindeki şeritte Türkiye kontrolü elinde tutma ya da çekilse bile dilediği zaman askeri operasyon yapma hakkını muhafaza edecek” deniliyor. Rusya’nın barışa zemin olarak önerdiği Adana Mutabakatı yeniden yazılırsa Erdoğan’ın kafasındaki çerçevenin masaya konulacağı öngörülebilir.
1998’de PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasının ardından imzalanan Adana Mutabakatı’nın 5 kilometre operasyon hakkı tanıdığı yorumunu reddeden Şam’ın şimdi 30 kilometre şartını benimsemesi kolay değil. Beş maddelik Adana Mutabakatı’nda PKK'nin eğitim kamplarının kapatılması, örgütsel-ticari faaliyetlerine son verilmesi, yakalanan militanların yargılanması ya da teslim edilmesi, liderlerinin Suriye üzerinden başka ülkelere seyahat etmelerinin önlenmesi öngörülüyordu. Alınacak önlemleri belirlemek üzere ortak telefon hattı ve çalışma grupları da kurulacaktı. Metinde 5 kilometrede operasyon yetkisi geçmiyor. Bu yetki gizli bir maddeye dayandırılıyor. Konu, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa Komisyonu’na gönderdiği 22 Ekim 1998 tarihli bir yazıda şöyle geçiyordu: “Sorumluluklarını yerine getirmemesi hâlinde Suriye tarafı, Türkiye’ye 5 kilometre derinliğinde gerekli güvenlik önlemleri alma hakkını tanır.”
Uluslararası anlaşma niteliği taşımayan mutabakatı işlevsel kılmak için 21 Aralık 2010’da Adana’da 23 maddelik Teröre Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması imzalandı. 26 Nisan 2011’de yürürlüğe giren anlaşma, PKK’nin Suriye topraklarını kullanmasına, militan-silah tedarik etmesine ve finansman sağlamasına müsaade edilmeyeceğini öngörüyordu. Fakat tek taraflı müdahale hakkı burada da yok. Bu konu yedinci maddede şöyle geçiyor: “Taraflar gerektiğinde ortak operasyonlar gerçekleştirme olanaklarını araştıracaklardır.” Türkiye sadece 2019’da PKK ilintili Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) 30 kilometrenin altına çekilmesi şartını Şam değil Moskova’yla yaptığı ikili mutabakatla kayda geçirdi.
Şam açısından uzlaşmanın önündeki temel açmaz Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı. Suriyeli gazeteci Sarkis Kassargian’a göre Türkiye çekilirse Şam güvenlik garantilerine ve Adana Mutabakatı’nı genişletmeye yanaşabilir. Suriye Dışişleri’ndeki değerlendirmeleri Al-Monitor’la paylaşan Kassargian henüz güven eşiğinin aşılmadığını belirtiyor: “Bu, bir seçim oyunu; Şam’da Türkiye’nin çekileceğine kimse inanmıyor. Bu yüzden çekilme ve silahlı gruplara desteğin bitirilmesi önşart. Çekilmezse Şam diyaloga girmez.” Kassargian, yetkililerin “Güvenmemiz için somut adımlar gerekiyor. Çekilme ve teröristlere desteği durdurma en önemli adım. Ondan sonra diğer konular masaya yatırılabilir” dediğini aktarıyor.
Kassargian “Şam, Türk askeri varlığını kabul etmeyecek. Koşullar karşılanırsa yeni mutabakat 30 kilometrelik alanı da kapsayabilir. En önemli nokta Şam'dan onay alınması ve her şeyin koordinasyon içinde yapılması. İkincisi, kimin terörist olduğu konusunda uzlaşma gerekiyor. Şam YPG/SDG’yi terör örgütü saymıyor. Türkiye’nin terörist dediğine Şam'ın da demesi lazım. Aksi halde operasyona izin vermez” diyor. Kassargian, Rusya’nın pozisyonu ne olursa olsun Suriye’nin yeni bir askeri harekâtı yanıtsız bırakmayacağını öngörüyor.
Kürtler özerk yönetimi çökertme hedefine endeksli bir yakınlaşmadan endişeli. Ama Şam’ın uzlaşma adına Kürtlere savaş açması beklenmiyor. Al-Monitor’a konuşan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Meclisi Eşbaşkan Yardımcısı Bedran Çiya Kurd, Rusya’nın özerk yönetim ile Şam arasındaki mesafeyi kapatmaya çalıştığını belirtirken Kürtlere kültürel özerklik öneren yaklaşımın korunduğunu düşünüyor. Ayrıca Şam-Ankara barışıyla Kürtlerin kamyonun altına itileceği öngörüsüne katılmıyor: “Hükümeti, özerk yönetime karşı ortak harekete çekmek için Türkiye’nin girişimleri söz konusu. Fakat rejimin bu riski alıp özerk yönetime karşı askeri bir çatışmaya gideceğine inanmıyoruz. Bu intihar olur. İki rejim arasında normalleşme Suriye halkının, özellikle özerk yönetimin çıkarına olmayacak. Çünkü Türkiye’nin amacı yok etmek.”
Irak tarafında ise en son Perakh katliamına verilen tepkilerde görüldüğü üzere Türkiye’ye kızgınlık artarken Ankara’ya 30 kilometre derinliklerde operasyon yetkisi verilip verilmediği sorgulanıyor.
Türkiye’nin 15 Ekim 1984 tarihli güvenlik protokolünü askeri harekâtlar için dayanak olarak kullandığı yıllar geride kaldı. Dönemin Irak Enformasyon Bakanı Mustafa Casım bu protokolle süresi üç günle sınırlı 10 kilometre derinlikte askeri operasyon hakkı tanındığını açıklamıştı. Bu yetkiyi 5 kilometre ile sınırlayanlar var. İki yılda bir uzatılan protokol 1988’de yenilenmediği için geçerliliğini yitirdi. Türkiye 2017’den bu yana ulusal güvenliğe tehdit karşısında meşru müdafaa hakkını düzenleyen BM Şartı’nın 51. maddesine atıf yapmakla yetiniyor. 1983, 1986 ve 1987’deki operasyonlarda Bağdat’ın rızasını alan Ankara, 1991’den beri onaya gerek duymuyor.
Irak Kürdistanı bölgesi dört askeri üs ağını genişleten operasyonlara sahne oluyor. Pençe harekâtları serisiyle Haftanin, Metina, Avaşin ve Hakurk’ta hâkim tepelerde askeri noktalar oluşturuldu. Ancak tepelere yerleşmek derin vadilerdeki PKK varlığını bitirmedi.
Kürdistan sahasında çalışmış Kürt gazeteci Ömer Kürtgözü, 2018’den bu bana 40 civarında üs alanı oluşturulduğunu, stratejik tepelerde hâkimiyet sağlandığını, buna karşı PKK’nin konuşlanma stratejisini değiştirip küçük birimler hâlinde hareket edip direndiğini vurguladı. Kürtgözü, “Tepelerdeki hâkimiyet alanı kontrol edebildiğiniz anlamına gelmiyor. PKK vadileri kullanıyor. Buralara hâkim olmak kolay değil” dedi.
Erbil merkezli siyasi gözlemci Sıddık Hasan Şükrü de aynı kanaatte: “2018'de harekât başladığında Kürdistan Demokrat Parti (KDP) ile anlaşma sağlanmıştı. Türkiye Bradost'ta birkaç yeri ele geçirdi ama bölgeye hâkim olamadı. Zaho’dan girip Batufa, Begova, Kanimasi, Bamerni, Amediye, Dereluk, Barzan ve Sidekan'a kadar tampon bölge kurabilirdi. Buralarda zaten üsleri var. KDP alanlarını denetim altına alabilir ama dağlık alana ve sınır hattına hâkim olamaz. Tarihten bu yana kimse bu alanda iktidar kuramadı. Üsler, PKK'nin yok olduğu ve dağlık alanların kontrol altına alındığı anlamına gelmez. Kürdistan'da konjonktür Türkiye'nin lehinde. Suriye’den farklı. Siyasi engel yok. Buna rağmen sonuç alamadı.”
Ankara merkezli bir askeri güvenlik ve strateji uzmanı, Erdoğan’ın çıkışını siyasi bulsa da askeri harekâtların hedefe ulaşması bakımından iyimser bir tablo çizdi. Al-Monitor’a konuşan uzman, “Kamuoyunda bir beklenti oluşturuldu. ‘İster Şam ile görüş ister görüşme ama artık sığınmacı meselesini çöz’ diyen bir baskı var. Fakat elde bir plan yok, eski laflar tekrar raftan iniyor. Güvenli bölgeye dair ilgili kurumlar hiçbir çalışma yapmadı. Doğrusu kurumlarda Irak ve Suriye’yi aynı güvenlik perspektifinde ele alanların sayısı da az. Kurumların yaklaşımları birbirinden farklı. O yüzden Erdoğan’ın sözlerini siyasi bir açıklama olarak görüyorum” dedi.
Güvenlik uzmanına göre Erdoğan’ın kafasındaki planının işlevselliği, karşı taraftaki yasal otoritenin işbirliğine bağlı. Irak’ta KDP ortaklık sergilese de bölgeyi güneyden güvenli hâle getirecek güçte değil. Kandil’in yaslandığı İran tarafında da karşılık yok. Suriye’de ise plana herkes karşı. Ancak güvenlik uzmanı Irak’ta eşit derinliklerde olmasa bile iki yıl içinde plana uygun bir genişlemeyi mümkün görüyor: “Irak’ta Suriye’den farklı olarak engelleyici bir iç ya da uluslararası tepki yok. Buradaki zorluk operasyonel. Örgüt topografik avantajı kullanıp süreci uzatıyor. Suriye’de durum farklı; büyük devletler işin içinde. Zaman aleyhte. Ancak Şam ile Ankara anlaşırsa işbirliği olanağı doğar. Bunun askeri boyutu da olur, diplomatik boyutu da. Yine de henüz her şey söylem düzeyinde; durum bir süre daha böyle gider."
Al-Monitor/ 30.08.22