Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye için tekrarladığı “Bir gece ansızın gelebiliriz” tehdidini bu kez Yunanistan için dillendirmesi iç ve dış kamuoyunda ciddi yankı uyandırdı. Erdoğan 3 Eylül’de “Ey Yunan, tarihe bak. İleri gidersen bedeli ağır olur. İzmir’i unutma... Adaları işgal etmeniz falan bizi bağlamaz, vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Hani diyoruz ya, bir gece ansızın gelebiliriz” ifadelerini kullandı. Benzer sözleri Balkanlar turunda da yineledi.
İlk kez bir cumhurbaşkanı Yunanistan’ı Ege’deki adalarda işgalci olarak niteliyor. Devletin geleneksel yaklaşımında yeni bir sapma kayda geçiyor. Ege’de belli başlı adalar Osmanlı zamanında elden çıkmıştı. Anlaşmalarla tescillenmiş adalarda Yunanistan’ın egemenliğine yönelik resmi bir itiraz geliştirilmemişti. Güncel tartışma genelde 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Barış Antlaşması’na aykırı bir şekilde adalar, adacıklar ve kayalıkların silahlandırılmasıyla ilgiliydi. Bu konuda 1995-1996’da bir Türk gemisinin karaya oturduğu Kardak kayalığına Yunan ve Türk ordularının bayrak dikme girişimleriyle çıkan kriz iki ülkeyi çatışmanın eşiğine getirmişti. Erdoğan hangi adaların işgal edildiğine dair bilgi paylaşmıyor. 2004’ten beri muhalefet adaların işgal edildiği iddiasını gündeme getirdiğinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yalanlama yoluna gidiyordu.
2004’te Cumhuriyetçi Halk Partisi (CHP), Yunanistan'ın bayrak diktiği adaların Türkiye'ye ait olup olmadığının sormuş ama önerge yanıtlanmamıştı. Şimdi AKP’nin ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), 2015’te 16 adanın işgal edildiği iddiasını gündeme getirdiğinde meclis karışmıştı. Dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Lozan Antlaşması’nın 12’nci maddesi ve Paris Antlaşması’nın 14’ncü maddesiyle egemenliği devredilenler dışında hiçbir adanın egemenliğinin Yunanistan’a bırakılmadığını; bu ada, adacık ve kayalıkların egemenliğinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye’ye intikal ettiğini savunmuştu. Yılmaz “Yunanistan’ın fiilî uygulamaları vardır. Ancak fiilî devlet uygulamaları onların yasal, hukuki statülerini değiştirmez” demişti. Yılmaz’ın “adaların kullanımı” anlamında “fiili devlet uygulaması” olarak bahsettiği durum muhalefete göre işgaldi. 2019’de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması talebiyle Meclis Başkanlığı’na verilen önerge iade edilmişti.
Muhalefet 2005’te “işgal edilen” ada, adacık ve kayalıkları sıralamıştı: “Koyun, Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizcik, Bulamaç, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi, Koufonisi ve Venedik kayalıkları.”
2009-2010’da Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri olan emekli Albay Ümit Yalım bugün itibarıyla 20 ada ve iki kayalığın işgal altında olduğunu belirterek, “Adalarımızda 14 Yunan askeri üssü ve 6 bin Yunan askeri konuşlandırılmıştır” diyor.
2009’da Genelkurmay’da yapılan bir toplantıya Dışişleri’nin temsilen katılan Büyükelçi Basat Öztürk’ün adaların hükümetin bilgisi dâhilinde işgal edildiğini söylediği iddiası basına yansımıştı.
Adalardaki gelişmeler daha çok muhalefetin AKP’yi sıkıştırma nedeniydi. Muhalefete göre AKP adaların işgaline göz yumuyordu.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 2019’te bütçe görüşmelerinde konu gündeme getirilince “1996 Kardak krizine kadar ne olduysa oldu. Ondan sonrasında hiçbir iktidarın bu konularda sorumluluğu yok. Adaların hiçbirisinde fiili ve hukuki değişiklik yok” demişti.
Şimdi Erdoğan muhalefetin dediği çizgiye geldi. Peki neden? Erdoğan’ın Atina’yı hedef alması ivedilikle seçimler öncesi milliyetçi taban üzerinde kızışan rekabeti lehine çevirme çabasına bağlanıyor. AKP’nin ortağı MHP erirken Erdoğan dönemini bitirmek üzene kurulan altılı masanın ikinci büyük partisi İyi Parti milliyetçi alternatif olarak yükseliyor. Erdoğan da Kurtuluş Savaşı sonrası çağdaş Türk kimliğinin inşasında “denize dökülmüş düşman” olarak kodlanmış, bugün de milliyetçi, muhafazakâr, İslamcı, ulusalcı sol ve sosyal demokrat kesimleri ortak paydada buluşturabilen Yunan imgesini nefretle güncelliyor. Erdoğan üstelik bunu İstanbul’da azınlıkların hedef alındığı 6-7 Eylül olaylarının 67’nci yıldönümüne denk getiriyor.
Ege Denizi’nde Yunanistan’ın egemenliğinde olduğu uluslararası anlaşmalarla tescil edilmiş adalar değil ama insansız adacık ya da kayalardan birine yapılacak askeri bir çıkarma kitlelerin ayranını kabartabilir. Bu yorum isabetli olsa da Ege hassasiyetinin kurumsal boyutunu göz ardı ediyor. Erdoğan bir zamanlar “askeri-bürokratik vesayet rejimi” diye aşağıladığı kliğin duyarlılıklarını politik bir söyleme dönüştürürken aynı zamanda Atina’yı yalnızlaştırma ve Doğu Akdeniz’deki dengeleri bozma konusunda yaşadığı hayal kırıklıklarını dışa vuruyor.
Birincil hayal kırıklığı NATO’daki “kıymetli ortak” payesinin Yunanistan’a kaptırılmasından kaynaklanıyor. Türk-Amerikan ilişkileri güven aşımına uğrayıp yaptırım çengeline asılırken Yunan-Amerikan ilişkileri savunma alanında genişleyerek askeri stratejik derinlik kazanıyor. ABD, Rusya’yı çevreleme siyasetinde Yunanistan’ı önemli bir yere koyarak başta Dedeağaç olmak üzere kritik noktalarda askeri üslerini genişletti. Yunanlılar kendi topraklarında Amerikan askeri kapasitesinin artmasını “Türkiye’nin olası saldırısına karşı caydırıcı kalkan” olarak okumayı tercih ediyor.
İkinci mesele, Yunanistan ABD ve Fransa ile yaptığı askeri alım anlaşmalarıyla Ege’deki güç dengesini bozmayı hedefliyor. Türkiye S-400 yüzünden F-35 programından çıkartılırken Yunanistan iki paket hâlinde toplam 40 adet F-35 için alım talebinde bulundu. Filosundaki 84 adet F-16’yı güncellemek üzere de anlaştı. 2021’de Fransa ile imzalanan anlaşmalar çerçevesinde filosuna 24 adet Rafale savaş uçağı ilave ediyor. Ek siparişlerle 2025’e kadar Rafale sayısının 40’a çıkarılması planlanıyor. Yani Yunanistan birkaç yıl içinde Ege’de hava üstünlüğünü ele geçirmeyi hedefliyor.
Türkiye 40 adet yeni F-16 siparişi ve mevcut 80 adet F-16’nın modernizasyonu ile ilgili Amerikan Kongresi’ndeki düğümü çözse bile F-35 ve Rafale ile donatılmış bir Yunanistan karşısında hava üstünlüğünü koruyamıyor. Ve ABD’nin 1996’daki krizden bilinen tavrı “İlk ateş açan beni de karşısında bulur” şeklinde. Atina ile askeri stratejik ortaklık büyürken olası krizde Yunanistan’ın daha fazla kayırılacağı aşikâr.
Atina, Türk-Amerikan çatlağını Yunanistan lehine askeri stratejik kazanımlara dönüştürmeye çalışırken tuzak kokan davranışlar sergiliyor. Mesela Girit’teki S-300’lerle Türk jetlerine radar kilidi atılması bunlardan biri. Konuşulan senaryoya göre Türkiye buna yanıt verir ya da pakette tutulan S-400’leri devreye sokarsa Amerikan yaptırımları tetiklenir. Bu da Yunanistan’ın pozisyonunu güçlendirir. Ankara, Atina’nın F-16 paketini önlemek için elinden geleni yaptığını düşünüyor. Tabii Erdoğan gibi Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis de zorlu bir seçime hazırlanırken kullanışlı gerilimler arıyor.
Hayal kırıklığında üçüncü başlık, Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminde Yunanistan’ı yalnızlaştırmaya yönelik çabalar sonuç vermedi. Önce tehditkâr manevralarla askeri caydırıcılık inşa edilmeye çalışıldı. Bu strateji AB yaptırımlarını tetikleyince Doğu Akdeniz’deki gemiler limanlara çekildi. Arap-İsrail ekseniyle normalleşme eğilimine girilirken amaçlarından biri de Yunanistan’ın ittifak ağına çomak sokmaktı. Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve İsrail yönetimleri Erdoğan için Yunanistan’la ittifakını bozmaya niyetli olmadıklarını gösterdi.
Şimdiye dek 1974’ten beri birbirinin angajman kurallarını yüzlerce kez test etmiş ve kontrollü gerilim siyasetinde ustalaşmış iki ülkenin savaşı önleyecek tecrübe ve birikime sahip olduğu düşünülüyordu. Bugün işlerin kontrolden çıkabileceğine dair endişeler öne çıkıyor. Rahatsız edici bir durum.
Al-Monitor / 09.09.2022