AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın vaazları bütün TV kanalarında yayınlanıyor. Vaazların içeriği genellikle büyük yalanlar, sahte vaatler, tehditler, küfürler, kin/nefret saçan ifadelerden oluşuyor. Sık sık tekrarlanan bu vaazlar ‘fanatik Tayyipçi’ diye tabir edilen bir azınlık dışında kalan toplumun çoğunluğu için bir tür ‘psikolojik taciz’ boyutuna varmıştır. Zira dünyada TV ekranlarını bu kadar işgal eden başka bir kişiye rastlanmak zor.
“Dinci, ırkçı, lümpen, neoliberal, kabadayı” bulamacı bir söylem kullanan AKP şefinin tepesinde bulunduğu rejim 20 yıldan beri ülkenin zenginliğini talan ediyor. Tüm kapitalist sınıflara hizmet ettiği gibi yandaş kapitalistler sınıfı da oluşturdu. İktidarın tepesindekiler, onların yakınları ve Saray’ın dalkavuklarında oluşan bir kesim de talandan aldıkları paylarla büyük bir servete kondular. Bu icraatlar kapitalizmin krizinin küresel çapta derinleşme eğiliminde olduğu bir dönemde yapıldı/yapılıyor.
Gerici-faşist rejimin 20 yıllık icraatlarının sonucunda 1 Ocak 2023’e kadar geçerli olan asgari ücret şimdiden açlık sınırının 1745 TL’nin altına düşmüştür. Yani rejim toplumun geniş kesimlerine tam bir sefalet dayatıyor. Enflasyon halen yükselişte olduğundan gelir dağılımındaki uçurum giderek derinleşiyor. Buna rağmen “ben ekonomistim” diye vaazlar veren Tayyip Erdoğan halen iş başında. Oysa Saray rejimi tek adama dayandığı için ekonomiyle ilgili kararları da ya o alıyor ya da onaylıyor. Yani oluşan tablonun bir numaralı sorumlusu olan Erdoğan, halen vaazlar verebiliyor ve sahte vaatlerde bulunabiliyor. Her vaazında “dış güçler” söylemini tekrarlayıp durmaktan da geri durmuyor. İktidar depremi, maden ocaklarındaki göçük veya patlamaları Allah’ın sırtına yıkmaya çalıştığı gibi, emekçileri içine ittiği sefaletten ise “dış güçleri” sorumlu gösteriyor. Göründüğü kadarıyla sözünü ettikleri “Allah” da “dış güçler” de saraylılar ve kapitalistlerden yana. Zira emekçiler sefalete mahkum edilirken onların sömürü ve talan çarkları dönüyor. Ne vaazlar veren AKP şefi ne etrafındaki dalkavuk takımına bir şey oluyor. Onlar yine talandan pay alıyor, servet biriktirmeye devam ediyorlar.
Tayyip Erdoğan, “sahtekarlıkla sefaleti örtme” hamlelerinden birini 30 Eylül günü tekrarladı. Dolmabahçe Ofisi'nde düzenlenen “Ekonomik Dönüşüm ve Yeni Paradigmalar Zirvesi”nde yaptığı açıklamada şu ifadeleri de kullandı:
“…Kendi özgün ekonomi politikamızı oluşturduk. Salgınla başlayıp savaşla genişleyen küresel ekonomik kriz karşısında sergilediğimiz dayanıklılıkla doğru bir yolda ilerlediğimizi ispatladık. Biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nereye varacağımızı biliyorduk.”
Yani Tayyip Erdoğan’la müritleri on milyonları bile bile sefalete sürükleyen bir ekonomi politika uygulamışlar. Demek oluyor ki işin bu noktaya varacağını biliyorlardı. Bu tercihi yapmaları tesadüf değil elbet. Hem Saray rejiminin hem onun tepesinde oturanların sınıfsal tercihlerini kimden yana yaptıklarının açık bir itirafıdır bu sözler. Bankaların, büyük şirketlerin kârlarını arttıran ama bunun faturasını ödeyen milyonları sefalete mahkum eden politikayı bile bile uygulamışlar. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, bir de ‘din sosuna’ batırılmış söylemlerle emekçilere ‘sefalete razı olma’ çağrıları yapacak kadar da pişkinler.
Emekçilere karşı işledikleri suçu itiraf eden AKP şefi sahte vaatlerle oyalama taktiğini de elden bırakmayarak şöyle diyor: “Enflasyon oranımızın nispeten yüksek seviyelere çıkması bazılarını şaşırtıyor olabilir. Halbuki biz aynı enflasyonu onları daha da şaşırtacak hızla düşürebilme kabiliyetine de sahip bir ülkeyiz. Bunu geçmişte yaşadık, ondan sonra da düşürdük.”
Türkiye’de enflasyon “nispeten” değil “aşırı” yüksek. Bağımsız kuruluşlar %150’yi aştığını hesaplıyor. Saray’ın aparatı TÜİK bile enflasyonun %80’i aştığını kabul ediyor. Yani enflasyon çok yüksek. Bu yüksek enflasyonu düşüreceğini söyleyen Tayyip Erdoğan tam bir sahtekarlıkla emekçileri kandırmaya çalışıyor. Çünkü AKP-MHP rejiminin uyguladığı ekonomik politikalardan dolayı enflasyon düşmek bir yana sürekli artıyor ya da arttırılıyor.
Sahte vaatlere inanların çok az olduğuna kuşku yok. Ancak bu kadarı, faturayı kapitalistlere ve onlara hizmet eden Saray rejimine ödetmek için yeterli değil. İşçi sınıfı ve emekçiler ancak örgütlü-meşru mücadeleyi yükselttikleri zaman, bu kokuşmuş rejimin dayattığı sefalet zincirlerini kırabilirler.