Suriye siyaseti için "stratejik çukur" demiştik demesine de süreç giderek yaratıcı rezillik tablosu sunuyor. Türkiye’nin ulusal savaş aygıtlarıyla eğitip donattığı Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) terör örgütleri listesine eklediği Heyet Tahrir el Şam’a (HTŞ) dövdürtüyor. Muhteşem bir gidişat! Pek çok okurumun "Beter olsunlar" dediğini kestirebiliyorum. 11 Ekim’den bu yana yaşanan gelişmeler, "HTŞ, Türkiye destekli grupları İdlib’de olduğu gibi Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde silmeye çalışıyor" diye aktarılsa da tablo biraz daha karmaşık.
Temelde söylenmesi gerekenler var: Hepsi Erdoğan’ın himmetinden yararlandılar. Türkiye’nin kapıları hepsine açıktı. TSK, Suriye ordusunun ilerlemesini önlemek için demir perde oluverdi. Bu kalkanla korundular. Her biri "Suriye’yi halletme" projesinin parçası.
Gelelim olup bitenlere ve aralarındaki nüanslara!
Öteki ortak, rakip ve hasımlarını elimine ederek İdlib’i tekeline alıp "İslami emirlik oyununu" sahneleyen HTŞ, 11 Ekim’de Afrin’i ele geçirmek üzere harekete geçti. 2018’de Zeytin Dalı Harekâtı ile Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) elinden alınıp yağmacı SMO gruplarına teslim edilen Afrin. Tabii HTŞ bu hamlede SMO’dan başka grupları da yedeğine aldı. Kim bunlar? Hamza Tümeni, Süleyman Şah Tümeni (Ebu Amşa) ve Ahrar’uş Şam. Üçüncüsü bölgenin dokusuna has bir El Kaide mamulü. Kimine göre bu üç örgüt HTŞ için Truva atı. HTŞ’nin hedefinde ise SMO içindeki Üçüncü Kolordu’nun öncü gücü Cephet’üş Şamiye (Şam Cephesi) ve Şam kırsalından sürülmüş Ceyş’ul İslam (İslam Ordusu) var. Bir de arada kalan ya da direnişi kısa süren örgütlerden söz edilebilir.
Yani koçbaşı HTŞ ama SMO unsurlarına karşı SMO unsurları savaşın içinde.
13 Ekim itibariyle Afrin'in güneyinden merkezine doğru HTŞ'nin, batısı Süleyman Şah'ın, kuzeybatısı Hamza’nın eline geçerken Cephet’üş Şamiye Azez’e doğru Kfar Cennet’te tutundu. Afrin dışında El Bab ve Halep’in kuzey-kuzeybatı kırsalında da birkaç yer el değiştirdi.
Türkiye’nin göz yumması ya da rızası olmadan Afrin’e böyle dalabilirler mi? Türkiye’nin HTŞ’yi önlemediği kesin. Çıkarımı kolaylaştıracak işaretler var. Türkiye ile yüksek güdüme sahip Müslüman Kardeşler’le bağlantılı Feylak’uş Şam, Afrin’in güneyden giriş kapısı Deyr Balut’ta (Cinderes) HTŞ’ye direnmedi, hatta yol verdi. Sorarsanız "Kardeş kanı dökmemek için" derler. Maslahattır! Cinderes’te Suriye’nin doğusundan gelen Ahrar’uş Şarkiyye ve Ceyş’uş Şarkiyye de Cinderes’te göstermelik bir direniş sergiledi. İdlib ve Hama kırsalında yapıp ettikleri nedeniyle SMO içinde HTŞ alerjisi yüksek. Haliyle HTŞ’nin kontrol alanının genişlemesine karşı gösteriler yapılıyor. Kendilerini "mutedil" olarak gören Suriyeli figürlerin 2014’te İstanbul’da kurduğu Suriye İslami Meclisi de HTŞ’ye karşı genel direniş çağrısı yaptı. Bunların bir seferberliği tetikleme kapasitesi yok.
Sonuçta Türkiye bu dramatik gelişmeler karşısında ‘sessiz’ kaldı. Ama ilgisiz değildi. Bir kere Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinde gruplar arası çatışmalar eksik olmasa da bir bölgenin el değiştirmesi anlamına gelen tank destekli bir harekâtın Türkiye’den habersiz ya da onaysız olması mantık dışı. Türkiye’nin rolü ya da konumu şüphe altında: Koordineli bir harekat olduğuna dair bilgi olmasa da zımni onay ya da göz yumma illaki var.
Bununla neyi murat etmiş olabilirler?
Önce hatırlatılması gereken arka plandan söz etmeli:
HTŞ’nin öncüsü Nusra Cephesi’nin terör örgütleri listesine eklenmesinden alenen mutsuz olan tek lider Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ne var ki BM kararı gereği Türkiye de HTŞ’yi terör örgütleri listesine eklemek zorundaydı. Erdoğan’a göre rejimi değiştirmeye niyet etmişken Nusra’ya terörist demenin ne zamanıydı ne de lüzumu vardı. Nusra’nın, IŞİD’in Suriye’deki orijinal yapılanması olması çok da umurunda değildi. Ama Nusra/HTŞ’nin terör örgütü listesine girmesi Erdoğan’ın bu örgüte ilişkin tavrında değişikliğe neden olmadı. 2015’te İdlib’i ele geçiren Fetih Ordusu’nda öncü güçtü. Özgür Suriye Ordusu bileşenlerini İdlib’den süpürmeseydi iyiydi ama daha sonra Türk ordusunun Astana Mutabakatları çerçevesinde bölgeye konuşlanmasına ses çıkarmayarak iyi bir ortak olacağını gösterdi. TSK de İdlib’in çeperlerindeki kalkan rolüyle HTŞ’yi koruyup kolladı. Karşılık fazlasıyla verilmişti. Bunun için Türk askerleri öldü. MİT’in HTŞ ile koordinasyonu da fena sayılmaz. En kritik operasyonlar bu bölgede olurken aralarında temas olmadan ne mümkün! HTŞ bölgede Türk lirasını tedavüle sokarak da bu ortaklığa ekonomik boyut kattı. Kurtuluş Hükümeti üzerinden Bab el Heva sınır kapısını da kontrol ediyorlar. Yani sınır kapısı HTŞ’ye çalışıyor. Uluslararası yardımlardan onlar da nemalanıyor. El Kaide çizgisi bu iyiliği dünyanın neresinde görebilir? Taliban bile bu kadarını verebilmiş değildi.
Fakat bir yerden sonra karın ağrısı beliriyor: Erdoğan, Beşşar el Esad’la kucaklaşmak için peşrev çekiyor. Patron Vladimir Putin’in teşvikleriyle! Şam’la barışa niyetlendilerse bu örgütlerle ilgili iki yol izlenebilir:
İlki örgütler arasındaki çatışmalara son verip güçlü bir muhataplık oluşturmak. İslamcı alternatifi Şam’a taşıyacak bir güç birliği! Bunun için HTŞ gibi daha homojen-organize bir yapı diğerlerini hizaya getirebilir. Ganimet kültürü hepsinin mayasında ama HTŞ'nin diğerlerine kıyasla yapısal tarafı ve ideolojik kodları daha güçlü. Bu da sevk ve idare kapasitesini artırıyor. HTŞ’yi ılımlılaştırma ve nihayetinde terör örgütleri listesinden çıkarma gibi aklı evvel önermeler de devrede. Evrensel ağlara sahip El Kaide’ye bağlılığını bitir, mücadeleni Suriye ile sınırla, "Tek hedefim Esad" de, biz de sana makul örgüt muamelesi yapalım, belki bir gün kara listeden de çıkarsın. HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’ye takım elbise giydiren akıldan söz ediyoruz. Olacak iş değil ama İngilizler başta olmak üzere NATO ortaklarının İslamcısever sicilleri de ortada. Suriye’de eli silahlı İhvan ile iştigalleri 1970’lere kadar uzanıyor. Neyse lafı uzatmayalım.
İkinci yol; Erdoğan, Esad’la barışmak istiyorsa bu örgütlerin fişini çekmek zorunda kalacaktır. Silahlı grupları kamyonun altına atmanın en kestirme yolu terörist kimliği tescilli olanı öne çıkarmak, savunulması imkansız bir tablo oluşturmak ve gerisini Suriye devletine bırakmak.
Kişisel kanaatim; Erdoğan elini güçlendirmek için HTŞ ile SMO arasında ortak komuta ve sivil idare oluşturulmasını tercih edebilir. Bu güçlü yapıyı Esad’ın karşısında pazarlık masasına koymak isteyebilir. Tam Erdoğan’lık bir yaklaşım. Çıkarı varsa günahından da vazgeçmez.
Şimdi sahaya döndüğümüzde HTŞ’nin koşulları ile ne yapmaya çalıştığını görüyoruz. Varmak istedikleri yer, sözünü ettiğim birinci yolla çelişmiyor.
13 Ekim’de HTŞ, Bab el Heva sınır kapısında Türk yetkililerin himayesinde Üçüncü Kolordu komutanlarıyla masaya oturdu. Özetle şu koşulları öne sürdü:
- Tüm askeri gruplar tek komuta altında birleşsin. (MİT’in adamları bunun için yıllardır uğraşıyor-FT)
- Ortak komutayı kabul etmeyenlerin varlığına izin verilemez.
- Askeri gruplar sivil idareden çekilmeli. (Sivil idare, rant alanı demek-FT.)
- Yerleşim merkezlerinde kurulan kontrol noktaları kaldırılsın. (Bunlar da haraç kesme ve para toplama vesilesi-FT)
- Silahlı gruplar Esad güçleri ve SDG ile kesişme noktalarına yerleşsin.
- İç güvenlik Kurtuluş Hükümeti’ne bağlı Genel Emniyet İdaresi’ne bırakılsın.
- İdeolojik olarak Ceyş’ul İslam’la bağlantılı kim varsa Barış Pınarı Harekât bölgesine yani Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’a gönderilsin.
Bu şartların kabul edildiğine dair gelen ilk haberler Üçüncü Kolordu tarafından yalanlandı. 16 Ekim’de yine Türkiye’nin gözetiminde yapılan üçüncü toplantıda taraflar sözlü olarak uzlaştı. Ama bunu resmen açıklayan da olmadı. Muhalif kaynaklardan gelen bilgiler böyle.
Bu şartlar kabul edildiğinde fiilen olacak olan şey HTŞ’nin dominant olduğu yeni bir saha. Yani terör örgütü olarak listelenmiş bir örgüt Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine sarkıyor. Erdoğan’ın sahadaki adamları bunun pazarlığına aracılık ediyor. Yaratıcı rezillikten kastım bu. Manzarayı kurtarmak için SMO içindeki Ahrar el Şam gibi birkaç örgüt öne çıkartılabilir. Ahrar el Şam ile HTŞ arasındaki ilişki aşk-nefret ilişkisi gibi. Ama bu ortaklık şimdi iki tarafa da çalışıyor. Erdoğan ve ekibinin bir zamanlar gözdesi sayılan Ahrar, HTŞ’den 2017’de ağır bir darbe yemişti. Bu yüzden Ahrar içinde bölünmeler yaşandı. Doğu kanadı Cephut’ül Şamiye’nin liderliğindeki Üçüncü Kolordu’ya katılmıştı. Bu grup daha sonra yeni adreste de sorun yaşayınca silahlarıyla birlikte Ahrar’a geri dönmek istemişti. Bu yüzden geçen haziranda çatışmalar patlak vermiş ve Ahrar, HTŞ’yi yanında bulmuştu. Bu yakınlaşmada Ahrar’ın liderlerinden Hasan Sufan’ın Colani ile ilişkisi etkiliydi. Haziranda Afrin’i ele geçirmeye yönelik ilk hamleyi durduran Türk müdahalesi gecikmemişti. Bu sefer durum farklı. Dün itibariyle HTŞ’yi çekilmeye zorlayacak bir söz ya da tavır görülmedi.
Son çatışmayı tetikleyen olay da şuydu: Silahlı gruplara eleştirileriyle bilinen aktivist Muhammed Ebu Ghanum ve hamile eşi 7 Ekim’de El Bab’da öldürüldü. Cinayetten Hamza Tugayı sorumlu tutuluyordu. Colani yazdan beri HTŞ’nin kontrolünü İdlib’in dışına taşımak için hazırlık yapıyordu ve bu olay da işin bahanesi oldu.
Çatışan taraflar arasında anlaşma meselesi hâlâ bilinmezlikler barındırıyor. Ki dün çatışmalar yeniden alevlendiğinde tarafların henüz el sıkışmadığı ya da uygulamanın nasıl olacağına dair uzlaşmazlığın sürdüğü anlaşıldı. Bunu kendi sonları olarak gören gruplar direnebilirler. Tabii bölgenin "koruyucu meleği" ne buyurur, kime el verir, kimi yok eder? Kim bilebilir! Bildiğimiz şey, Erdoğan’ın biçimsiz Suriye siyaseti değişim sancısı çekerken terör örgütleriyle iştigali sorun olarak görmeyen alışkanlıklar ve pratikler tekrarlanıyor.
Gazete Duvar / 18.10.22