Avrupa'nın Gündemi | Filistin’le dayanışmaya cadı avı

Avrupa'nın Gündemi'nde Fransa'da Filistin'le dayanışma nedeniyle sendikacıya verilen ceza, Batı'nın İsrail saldırganlığına verdiği destek ve Almanya'da ise tartışma yaratan suç istatistikleri var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 21 Nisan 2024
  • 08:55

Fransa’da Filistin halkını savunan öğrenciler, politikacılar, yazarlar ve entelektüellerin ardından sendikacılar da hükümetin uygulamaya koyduğu baskılardan nasibini alıyor. Genel Emek Konfederasyonu CGT’nin liderlerinden Delescaut’a, Gazze’deki vahşete dikkat çeken bir bildiri yayımladığı için hapis cezası verildi.

İngiltere merkezli Counterfire Yazarı Chris Bambery, İsrail’in İran’ın Şam Büyükelçiliğine saldırısı ve İran’ın buna verdiği yanıtı değerlendirdi. Chris, Netanyahu’nun artan stratejik zayıflıklarını ortaya koyduğunu, ancak liderlerinin yine de savaşı seçebileceğini söylüyor.

Almanya’da geçen yıl işlenen suçlar bir önceki seneye göre yüzde 5 civarında arttı. Yabancılar tarafından işlenen suçların oranı ise yüzde 17.8 artış gösterdi. Federal emniyet teşkilatının açıkladığı 2023 yılı suç işleme istatistikleri bunu gösteriyor. Sayılar kamuoyunda tartışma yarattı. Yabancıların günah keçisi yapılması yeni değil ama çoğunlukla işe yarıyor. Gittikçe yoksullaşan halkı sorunların gerçek nedenlerinden uzaklaştırmaya, güvenlik histerisiyle emniyet teşkilatının, devlet şiddetinin ne kadar önemli ve zorunlu olduğunu göstermeye yarıyor.

Sendika yöneticisine Gazze cezası*

Hayet KECHIT
Humanite

Lille Ceza Mahkemesi 18 Nisan’da Genel Emek Sendikası (CGT) Kuzey Bölgesi Konfederasyonu Genel Sekreteri Jean-Paul Delescaut’a “Terörizmi meşru göstermek” suçundan bir yıl ertelenmiş hapis cezası verdi. Temyize gidecek olan sendika temsilcisi, İsrail’in Hamas saldırısına verdiği yanıtın ardından geçtiğimiz ekim ayında Gazze’ye destek veren bir basın açıklaması yayımlamıştı. Sendika Genel Sekreteri Sophie Binet ise yargılamanın “siyasi” olduğunu söyleyerek verilen cezayı “Özgürlüklerin bastırılmasında çok ciddi adım” olarak nitelendirdi.

Cezaya neden olan şey ise, sendikacının 10 Ekim 2023 tarihinde, Hamas’ın kanlı saldırısından ve İsrail’in Filistin yerleşim bölgesi sakinlerine ayrım gözetmeksizin karşılık vermesinden üç gün sonra, Gazze’ye destek mesajı yayımlamasıydı. Mahkemeye göre, bildirideki yorumlar “7 Ekim’deki eylemlere ilişkin açık veya örtülü hiçbir kınama” içermemekle birlikte, “Saldırıların faillerini aklama” amacı gütmekteydi.

28 Mart’ta dört saat süren duruşmanın ardından Lille Ceza Mahkemesi, Jean-Paul Delescaut’nun “Terör eylemini alenen savunmak” ve “Halkı köken, etnik köken, ulus, ırk veya din temelinde nefret veya şiddete tahrik etmek” suçlarından ertelenmiş hapis cezasına çarptırılmasını talep etmişti. Bildiride ise şu ifadeler yer alıyordu: “Yasa dışı işgalin dehşeti birikti. 7 Ekim 2023 Cumartesi gününden bu yana kışkırttıkları tepkileri alıyorlar.” Web sitesinden kaldırılan bildiri, üç gün sonra düzeltilmiş “konfederal” versiyonuyla değiştirildi.

Ancak Avrupalı Yahudiler Örgütü ve Lille’deki İsrail Toplumu Birliğine (ACI) göre bu bildiri, Hamas’ın saldırılarını, “Yasa dışı işgalin dehşetine bir yanıt olarak” gerçekleştirilmiş gibi göstererek, katliamı meşrulaştırmak isteyen  “partizan, saldırgan, militan, savaşçı ve Yahudi karşıtı bir broşür”dü.

Bu suçlamalar savcının mütalaasında da yer alırken, savcı suçun “tamamen açık ve net” olduğunu savundu: “Bu dehşeti sanki kaçınılmazmış gibi sunan” bir bildiri ve “tarihsel bir analiz kisvesi altında kitlesel bir saldırıyı meşrulaştırıyor”.

Diğer siyasi temsilcilerle birlikte sendikacıya destek vermek üzere 28 Mart’taki mahkemeye de giden Sophie Binet, cezaya X hesabından tepki gösterdi: “Lille mahkemesi, CGT Kuzey Bölgesi Genel Sekreteri Jean Paul Delescaut’u bir bildiride yer alan bir cümlenin ardından bir yıl ertelenmiş hapis cezasına çarptırdı. Bu, özgürlüklerin bastırılması yönünde atılmış çok ciddi bir adımdır. CGT bu utanç verici karara karşı temyize başvuracaktır”

Jean-Paul Delescaut ise duruşmada CGT’nin “insanlık değerlerini, çalışanların haklarını, sosyal adaletsizliğe karşı halklar arasında dayanışmayı” savunduğunun altını çizerek  “genel olarak terör eylemlerini ve elbette 7 Ekim’dekini” de şiddetle kınadığını vurguladı ve kendisine yöneltilen suçlamalara itiraz etti.

Beraat talebinde bulunan avukatları, bu bildiriye getirilen yoruma itiraz ederek, “Bu broşürün bir başyapıt olmadığını”, “Hiçbir noktada Hamas’ın eylem yöntemlerinden bahsetmediğini” ve onları olumlu bir şekilde sunmadığını belirttiler. Duruşma sırasında sendika liderine desteğe gelenler de konuşmalar yaptı. Sophie Binet, “CGT tarafından gerçekleştirilen eylemler adına 1000’den fazla sendikacının yargılandığı” ve “Sendikal özgürlüklerin baskı altına alındığı çok endişe verici bir ortamda” gerçekleşen bu davanın sembolik ve siyasi boyutunun altını çizerek bu  “skandal bir siyasi yargılama” dedi:  “Bu bildirinin söylediği şey, oldukça basit bir şekilde, şiddetin şiddete yol açtığıdır. Bu talihsiz bir durumdur. Bildiride şiddet kınanıyor ve CGT’nin tüm sivil mağdurlarla dayanışma içinde olduğu ifade ediliyor”

*Yazının orijinal başlığı: Sendika yöneticisine “Terörizmi meşru gösterme” suçundan bir yıl ertelenmiş hapis cezası verildi, temyize gitti

Çeviren: Eren Can

Batı; Ortadoğu’da savaş istemiyor ama İsrail’i destekleyerek bunun gerçekleşmesine neden oluyor

Chris BAMBERY
Counterfire

Mart 1994’te Kuzey İrlanda’da barışı sağlamaya yönelik müzakereler çıkmaza girmiş gibi görünüyordu. İrlandalı Cumhuriyetçiler, John Major’un muhafazakar hükümetinin uzlaşmazlığını suçluyordu. İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu, Londra’daki Heathrow havaalanına üç ayrı havan topu saldırısı düzenleyerek karşılık verdi. Her iki olayda da havan topları patlamadı ve savaş başlığı taşımadıklarına inanılıyordu.

IRA’nın yaptığı şey, İngiltere hükümetine, Heathrow’u istedikleri zaman vurabilecekleri ve bunun getireceği tüm ekonomik zararın yanı sıra İngiliz prestijine de darbe vurabilecekleri sinyalini göndermekti. İran’ın cumartesi gecesi İsrail’e yaptığı saldırı bana bunu hatırlattı. Saldırıda 350 insansız hava aracı, hiçbiri İsrail topraklarına girmeyen otuz seyir füzesi ve en az 110 balistik füze kullanıldı.

Başkan Biden ‘Ortaklarımızla birlikte bu saldırıyı bozguna uğrattık’ dedi. İsrail’i itidalli davranmaya çağıran Rishi Sunak ise ‘Galibiyeti kabul edin’ dedi. Batı medyası saldırıyı bir başarısızlık olarak görmemek için büyük çaba sarf etti. Öyle olmadı ve bunun neden böyle olduğunu anlamak önemli.

Cumartesi günkü İran saldırısına dönelim. İsrail, havalandıkları andan itibaren 350 insansız hava aracının geleceğini biliyordu. İsrail’e yaklaşmaları üç buçuk saat sürdü. Bunlar son teknoloji silahlar değildi. Hepsi de İsrail’in çok katmanlı hava savunma sistemi ve müttefikleri tarafından engellendi.

İran’ın yaptığı iki yönlü bir şeydi. Birincisi, balistik füzelerinin geçebilmesi için bu savunma sistemini etkisiz hale getirmek. İkincisi ise, İsrail’in nasıl tepki verdiğinin haritasını çıkarmak ve böylece bu sistem hakkında daha fazla bilgi edinmekti. Bu bilgi hiç şüphesiz yer altına gizlenmiş ve Tel Aviv de dahil olmak üzere İsrail’i hedef alan 150 bin roketlik bir cephaneliğe sahip olan Hizbullah’ın elinde olacaktır.

İran’ın birkaç balistik füzesi İsrail’in Necef Çölü’ndeki Nevatim Hava Üssüne isabet etti ve Şam Konsolosluğuna yönelik hava saldırısı buradan başlatılmıştı. Raporlar ayrıca İran füzelerinin işgal altındaki Golan Tepelerinde bulunan Hermon Dağı’ndaki İsrail savunma kuvvetleri istihbarat merkezini vurduğunu söylüyor. Eğer bu doğruysa, İsrail ordusu ve hükümeti endişelenmelidir. İsrail’in bu saldırıyla tek başına başa çıkamayacağı gerçeği de öyle. Başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi devletlerden oluşan bir koalisyona güvenmek zorunda kaldı.

ABD, Ürdün ve Suudi Arabistan’daki üslerden önleme uçakları konuşlandırdı ve İsrail’i saldırı öncesinde ve sırasında İran’ın askeri faaliyetleri konusunda istihbaratla besledi. Bu olay İsrail’in Amerika’nın güvenlik şemsiyesine ne kadar bağımlı olduğunu göstermektedir.

Ürdün, hava sahası üzerindeki insansız hava araçlarını düşürdü ve Suudi Arabistan istihbarat sağladı ancak Körfez ülkeleri ile birlikte hiçbiri İsrail’in İran’a yönelik bir saldırısının arkasındaki koalisyona katılmayacaktır. Bunun tek nedeni, İsrail’in Gazze’ye yönelik ölümcül saldırısının kendi halklarını öfkelendirmiş olmasıdır. Böyle bir macerada İsrail’in yanında yer almak, bu devletlerin elitlerini tehdit altına sokacaktır.

Bu durum özellikle Ürdün Kralı Abdullah için geçerli. Ülke nüfusunun yarısı, 1948 ve 1967’de mülteci olmak zorunda kalan ailelerden gelen Filistin kökenli. Ürdün’de Abdullah’ın İsrail’le barış anlaşmasını yırtıp atmasını talep eden ve tahkim edilmiş sınırdan geçerek işgal altındaki Batı Şeria’ya gitmeye çalışan büyük gösteriler oldu. İran’a yönelik bir saldırıya katılmak Abdullah için intihar olur.

İsrail, İran konusunda ne yapıyor? İsrail, Gazze’de korkunç ölü sayısına rağmen kazanamadı çünkü Benyamin Netanyahu’nun Hamas’ı ‘yok etme’ sözünü yerine getiremedi. O ve İsrail ordusu, nihayet çekildiklerinde Hamas savaşçılarının kutlama yapmak için ortaya çıkacağını biliyor. Bölge genelinde hatırlanacak olan bu görüntülerdir.

İsrail, doğduğundan beri caydırıcılığına güveniyor: Bölgedeki hakim güç olduğu ve kendisine karşı gelen herkesi yok edeceği gerçeğine. Bu efsane 2006’da Lübnan’da, hatta 7 Ekim’de yıkıldı ve o zamandan beri savaş planlandığı gibi gitmiyor. Şimdi İsrail, İran’ın roket saldırılarıyla başa çıkmak için ABD’ye bağımlı görünüyor.

Benyamin Netanyahu uzun zamandır İsrail’in en büyük düşmanı olarak gördüğü İran’la savaşmayı umuyor; ABD’yi de böyle bir savaşa sürükleyebileceğini umuyor. Şimdi Hizbullah ve İran’ı karşısına alarak hedeflerine ulaşabileceğine inanıyor gibi görünüyor. Bu konuda dengesiz davranıyor.

İsrail birçok açıdan daha zayıf. 2024 yılı sonuna kadar yaklaşık yarım milyon İsrailli göç etmiş olacak. Bu nedenle hükümet, her zaman askerlik hizmetinden muaf olan ultra ortodoks Yahudileri askere almak zorunda kalıyor. Ekonomisi de Gazze savaşı nedeniyle 2023’ün son çeyreğinde neredeyse yüzde 20 oranında küçülerek dibe vurdu. Middle East Monitor bildiriyor: İsrail ekonomisinin küçülmesinin nedenleri muhtemelen İsrail ürünlerinin dünya çapında boykot edilmesinden, ülkeye yapılan uluslararası yatırımların yavaşlamasına, nakliye yollarının kesintiye uğraması nedeniyle işgal devletine yapılan ithalat ve ihracatın azalmasına kadar çeşitlilik gösteriyor. Tüm bu nedenlerin ülke içinde talebin düşmesine, maliyetlerin artmasına ve iş gücü sıkıntısına yol açtığı bildirilirken, İsrail’in Gazze savaşının da işgal devletine 48 milyar dolara mal olacağı tahmin ediliyor.

İsrail Gazze’deki savaşı için ABD’ye muhtaç. Hizbullah ve/veya İran ile yapılacak herhangi bir savaş daha da büyük bir askeri ve mali yardıma ihtiyaç duyacaktır. Chatham House için yazan Sanam Vakil ve Bilal Y. Saab şunları belirtiyor: “İran, İsrail’i ve ABD’yi saldırısına karşı koymak için bir milyar dolardan fazla harcama yapmaya zorladı. İran’ın saldırı için bunun yaklaşık onda birini ödediği düşünüldüğünde bu hiç de azımsanacak bir sonuç değil. Washington da mali açıdan kısıtlı ve siyasi açıdan gergin bir ortamda, ABD’nin İsrail’e askeri yardımını arttırması garanti değildir.”

ABD ve Batı’nın top mermisi gibi konularda Ukrayna’nın askeri taleplerini karşılayamadığını gördük. Washington İsrail’e tedarik sağlamaya öncelik verdi ancak İran ve hatta Hizbullah’la bir savaş söz konusu olduğunda elinde yeterli stok bulunmuyor. Bu bir seçim yılı ve Biden’ın Gazze Savaşı’nda İsrail’e verdiği destek Demokrat seçmenler arasında popüler değil. Bunu göz önünde bulundurması gerekiyor. Ancak bu durum Netanyahu’nun Washington’u daha büyük bir çatışmaya sürükleyebileceğine inanmasına engel değil.

İran saldırısından sonraki pazartesi günü Biden şunları söyledi: “ABD İsrail’in güvenliğine bağlıdır”. Ancak Gazze ile ilgili olarak şunu da vurguladı: “‘Rehineleri eve getirecek ve çatışmanın halihazırda olduğundan daha fazla yayılmasını önleyecek bir ateşkese bağlıyız.” Bu aylardır böyle devam ediyor. Biden Gazze’ye daha fazla insani yardım istediğini söylüyor ama binlerce Gazzeliyi öldüren mühimmatları tedarik etmeye devam ediyor.

Netanyahu, Biden’ın İsrail’e koşulsuz destek sözü verdiğini ve bundan geri dönemeyeceğini biliyor; bu yüzden diğer her şeyi görmezden geliyor. ABD İran ile bir savaş istemiyor. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Sözcüsü Amiral John Kirby şunları söyledi: “İran ile bir savaş görmek istemiyoruz. Bölgesel bir çatışma görmek istemiyoruz.”

Ancak Washington İsrail’e tam ve koşulsuz destek sözü verdiği sürece bu tehlike devam edecektir. Şimdi pek çok şey Netanyahu’nun cumartesi gününe nasıl tepki vereceğine bağlı. Bununla birlikte İsrail’in caydırıcılık faktörünü yeniden tesis edebileceğine dair umutları boşa çıkmıştır. Lübnan sınırındaki kasaba, şehir ve kibbutzlardan tahliye edilen yaklaşık 80 bin İsrail vatandaşı, İsrail’in kendileriyle savaşmayı seçmesi halinde Hizbullah’ın yapabileceklerinden korktukları için evlerine dönmeyi reddediyor.

Çeviren: Sarya Tunç

Polisiye suç istatistikleri: Devlete yararlı suçlar?

Hannah ESPIN GRI
Neues Deutschland

Polis mevcut düzeni sürdürme işlevini yerine getirir ve bunu yapmak için uygun yetkilere sahiptir. Diğer görevlerinin yanı sıra teorik olarak gözaltına almak, kontrol etmek, aramak, el koymak ve hapsetmek yetkileriyle sistem için tehlikeli olabileceklerin dar sınırlar içinde tutulmasını sağlar. Bu zorlayıcı önlemler, tüm polis faaliyetlerinin doğasında var olan gizli şiddet tehdidiyle etkili hale getirilmektedir. Polis aslında şiddet içeren işler yapıyor. Bunu, işinin önemli ve doğru olduğu iddiasını, küçük ölçekte tüm operasyon raporlarında, ama aynı zamanda büyük ölçekte polis suç istatistikleri gibi faaliyet istatistiklerinde vurgulayarak gerekçelendiriyor. Bu olması gereken, temel bir istatistik: Polis işe yaradığını ve her şeyden önce toplum için önemli olduğunu gösteriyor. Suç işlendiği için polise ihtiyaç duyulduğuna inanılıyor. Emniyet, norm ihlallerinin önlenmesini veya en azından cezalandırılmasını sağlaması gereken kurumdur. Bu, sosyal durumun doğallığı ile medeniyet arasındaki ayrım çizgisidir; polisin meşruluğu bu anlatıdan kaynaklanmaktadır.

Her yıl olduğu gibi güncel istatistikler yayımlandığında son bir kaç gün içinde kriminologların bunlardan ne çıkaramayacağımızı açıklaması gerekiyordu. Bu çok açık bir istatistik: Bildirilmeyen suçlar ortaya çıkmıyor. Bunları kaydedebilmek için karanlık alan çalışmalarına ihtiyaç vardır. Suç istatistikleri hukuki istatistik değildir: Ceza davasının nasıl ilerlediğini veya şüphelilerin mahkum edilip edilmediğini söylemek imkansızdır. Alman ve Alman olmayan şüpheliler arasındaki ayrım başlı başına sorunlu ve aynı zamanda belirsizdir: Alman pasaportu olmayan kişilerin ve bunu yaparken de mülteciler, turistler ve göçmenler gibi farklı toplumsal gerçekliklere sahip grupların sözde ötekiliğiyle bağlantılıdır. Uzun süre Almanya’da yaşayan insanlar bir tencerede karıştırılıyor.

Sınırlı bilgilendirici değere sahip bu göstergelere rağmen, neredeyse tüm partilerden politikacılar ısrarla Almanya’daki güvenlik durumunun kötüleştiğini iddia ediyor. Bu nedenle daha kısıtlayıcı önlemlere ve özellikle Alman olmayan şüphelilerin daha hızlı sınır dışı edilmesine ihtiyaç var. Bu tür retorik, istatistiklerin (sadece) yanlış anlaşılmadığını, aynı zamanda araçsallaştırıldığını da gösteriyor. Sağ siyasette patlama yaşanıyor ve siyasetçiler ve partiler, Almanya ve Avrupa’da (belirli) bir düzeni sağladıklarını kanıtlamak istiyorlar.

Bu şekilde, kira fiyatları krizi, büyüyen toplumsal eşitsizlik ve iklimin dönüm noktalarına gelinmesi gibi insan yapımı sorunlardan kaynaklanan güvensizlik duyguları, ötekileştirilmiş insanlara karşı kırgınlığa yönlendiriliyor. Bir yandan Alman olmayanlar daha sık görüntülenecek. Öte yandan -Alman tarihinden de bildiğimiz gibi- bu tür ırkçı söylemler bazı kişilerin can güvenliğini de doğrudan etkileyecek. Yani gündelik hayatta, iş yerinde ve sokakta ırkçı tehdit ve saldırılara maruz kalanlar; ama aynı zamanda son yıllarda polis yetkilerinin genişletilmesinin ardından, Alman olmadıkları görüldükleri için kontrol ve şiddetten giderek daha fazla etkilenenlerin sayısı artacak. Kriminolojik araştırmalardan bu tür uygulamaların daha az rapor edildiğini biliyoruz. Irkçı saldırılar, münferit olaylar olarak değerlendirilecek ve aslında -aynı zamanda- toplum olarak çözmemiz gereken bir sorun olduğu gözlerden gizlenecek.

Çeviren: Semra Çelik

Evrensel / 21.04.24