Avrupa’da çiftçiler ayakta/ 3

Büyük olan büyük kazanıyor, küçük olan yok olmaya mahkûm oluyor

Tarımın, doğa ve insanla uyumlu bir şekilde güvenceye alınması, ancak yağma, talan, sömürü üzerine kurulu kapitalizmin yıkılması ile mümkün olacaktır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 15 Mart 2024
  • 19:00

Avrupa Birliği devasa bir tarım bütçesine sahip. Sübvansiyonlardan hektar başına ödeme yapılıyor. Bu yolla AB tarım bütçesinin yaklaşık yüzde 80'i, en büyük ve en zengin şirket veya ailelere aktarılıyor. Yani tarım burjuvazisinin kasalarına giriyor. AB’de çiftliklerin (100 ya da daha fazla hektardan oluşan) yaklaşık yüzde 3'ü, toplam tarımın yarısından fazlasını işliyor.

AB’de 2003-2016 yılları arasında çiftlik sayısı 15 milyondan 10 milyona düştü. Küçük çiftliklerin sayısındaki düşüş hızı özellikle yüksek. Küçük çiftliklerin sayıları yüzde 38 azalırken, aynı dönemde büyük şirketlerin sayısı yüzde 7 arttı. Tarımsal üretim yapanların büyük bir kısmı az hektar toprağa sahip veya toprağı kiralayarak üretim yapan küçük üretici çiftçilerden oluşuyor. 10 hektardan az olan çiftlikler, AB'deki tüm tarımsal işletmelerin yaklaşık yüzde 80'ini oluşturuyor ve bunlar mevcut arazinin yalnızca yüzde onunu kaplıyorlar.  Sadece sübvansiyonlarla ayakta kalmaya çalışan bu çiftçilerin çoğu hayatta kalabilmek için, örneğin modern makinelere ihtiyaç duyuyor, ahırlara çok fazla yatırım yapması gerekiyor. Yatırımlar son derece pahalı ve daha fazla enerji tüketimini gerekli kılıyor. Bu ise çiftçilerin uzun süreli borçlanmasına neden oluyor. Küçük tarım işletmeleri, sistematik bir biçimde tekeller, büyük toprak sahipleri, bankalar ve nihayet kapitalist sınıfın tümü adına devlet tarafından sömürülüyor. Rekabete dayalı neo liberal politikalar sonucunda üretmekte zorlanan küçük çiftçiler, kapitalist sömürü ve soygun mekanizmalarının kıskacı altında yaşam mücadelesi veriyor. Bunlar giderek yoksullaşıyor, yıkıma sürükleniyor, işçi sınıfına veya işsizler ordusuna dâhil oluyorlar. Yani büyük olan büyük kazanıyor, küçük olan yok olmaya mahkûm oluyor!

AB'nin Ortak Tarım Politikası, AB çiftçilerini korumak amacıyla oluşturulmasına rağmen, küçük çiftliklerin iflas etmesinin temel nedenlerinden biri haline geldi. Avrupa Birliğinde 2003-2013 yılları arasında ortadan kaybolan çiftliklerin yüzde 96'sının arazisi on hektardan azdı. 2005 ile 2020 yılları arasında çiftçi sayısı neredeyse yüzde 40 oranında azaldı ve yaklaşık 5,3 milyon çiftçi işsiz kaldı.

Araştırmalar, 2040 yılına kadar 6,4 milyon çiftliğin daha yok olacağına işaret ediyor. Almanya’da son 15 yılda her üç tarım işletmesinin birinden fazlası kapandı. Tarım endüstrisinde çalışanlar güvencesiz kaldı. Bu durumdan öncelikle ücretli işçiler, özellikle de mevsimlik gezici işçiler zarar gördü, görmeye devam ediyor.

Toplumsal ve ekolojik açıdan adil bir tarımsal üretime geçiş özel olarak teşvik edilmediği sürece tüm bu çelişkiler sürecektir. Tarımda iklim, çevre ve hayvan dostu yatırımların teşvik edilmesi, çiftçileri güvence altına almanın en etkili yolu olabilir. Ancak, çiftçilerin ve doğanın zarar görmeden güvenceye alınmasını ne emperyalist kapitalist devletler ne onların Avrupa Birliği sağlayabilir.

Dev küresel tekellerin egemenliğinde tarım

Bugün dünyamıza egemen olan sermaye sınıfı toprağın, teknolojinin, bilimin, sanayinin ve bütün üretim güçlerinin mülkiyetini elinde bulundurmaktadır. Bu sınıf, sadece insanın emek-gücünü değil, toprağı ve çevreyi de daha fazla kar uğruna talan eder, vahşice yağmalar ve sömürür.

Dünya ölçeğinde tarım büyük oranda Cargill, Monsanto, Novartis, Aventis, Bayer, Syngenta, DuPont gibi dev küresel tekellerin elindedir. Bu küresel tekeller kendi çıkarları doğrultusunda gıda üretiminden, tahılların stoklanmasına, tohumdan, gübreye kadar en temel tarımsal ürünlerin piyasa koşullarını belirler ve bunu hükümetlere uygulatırlar. Tarımda her türlü kimyevi ve zararlı maddeler içeren pestisit kullanımının insan, doğa ve yaşama verdiği zararlar bilinmesine rağmen, Syngenta, Bayer, Corteva, BSF ve FM gibi dev kimya tekellerinin önderliğindeki pestisit lobisi, AB politikalarını etkilemek için yoğun bir faaliyet yürütüyor.

Çiftçilerin kendi topraklarında neyi, nasıl üretmesi, kime satması gerektiğini tarım tekelleri belirliyor. Çiftçilerin ürünlerinin kaça satılacağını onlar dikte ettiriyor. Bundan kar edenler üreticilerden çok gıda işleme ve ticaret tekelleri oluyor. Bu tekeller, iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin yok olması, toprak, hava ve suyun (nehirler, denizler, karasuları ve yeraltı sularının) kalıcı ya da uzun dönemli toksik kirlenmesi gibi pek çok sorunun da sorumlularıdır.

Özetle kapitalizm, kar için insanlığı, toprağı, doğayı, tarımı, tabiatı en vahşi biçimde sömüren bir düzendir. Bu düzenin hüküm sürdüğü hiçbir yerde çiftçilerin güvence altına alınmasından, doğanın korunmasından, iklim, çevre ve hayvan dostu, insan sağlığına uygun üretim yapılan bir tarımdan söz etmek mümkün olamaz. Çünkü kapitalist sistemin kendisi, sadece tarımın değil, iklimin, doğanın ve çevrenin de katilidir. Aynı şekilde çiftçilerin, küçük tarım üreticilerinin, tarım işçilerinin ve tüketicilerin yaşadığı tüm sorunların da kaynağıdır.

Tarımın, doğa ve insanla uyumlu bir şekilde güvenceye alınması, ancak yağma, talan, sömürü üzerine kurulu kapitalizmin yıkılması ile mümkün olacaktır. O zaman insan gibi doğa da rahat bir nefes alacak, çevre korunacak, kolektif üretimle toplumların gıda ve beslenme gereksinimleri karşılanacak, üretenler de tüketenler de sağlıklı ve insanca bir yaşam sürdürebileceklerdir.