Savaş ekonomisi | Avrupa'nın Gündemi

Almanya, ordusunu savaşır hale getirmek için adımlar atıyor. Fransa'da Macron yeni bir silah fabrikasının açılışını yaptı. İngiltere'den seçtiğimiz yazı ise Batı'nın işgal politikasına dikkat çekiyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 14 Nisan 2024
  • 08:45

Savaş çığırtkanlığı modunu her hafta yükselten Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçtiğimiz hafta bir silah fabrikası açılışını yaparak, sefalet ve daha fazla kanlı günler vadeden savaşı ekonomik bir fırsata çevirmeye kararlı olduğunu gösterdi. Metal patronlarının organizasyonu ile meslek lisesi öğrencileri de bu açılışa katılmasını değerlendiren Humanite gazetesi, “İşçiler bugün makinelerin arkasında, yarın savaş alanında mı sürülecek?​” diye soruyor.

Bu arada Alman hükümeti de çoktan beri orduyu “savaşır hale getirmek” amacıyla adımlar atmaya başladı. Buna göre ordunun iç ve dış operasyonları artık tek elden, kurulacak Müşterek Komuta ve Harekat Merkezi Komutanlığı tarafından koordine edilecek. Alman ordusu ayrıca siber savaşa da hazır hale getirilecek. İlan edilen bu reformların altı ay içinde hayata geçirilmesi hedefleniyor. Bunun için ise çok paraya ihtiyaç var esas olarak ise bu politikaya halkın kazanılması önemli.

İngiltere’ seçtiğimiz makale ise Gazze’ye odaklanıyor. Owen Jones The Guardian’daki yazısında İsrail'in Gazze saldırısı ve genel olarak Batılı ülkelerin işgalci yapısını eleştiriyor.

Savaş ekonomisi: Macron Bergerac’ta askeri fabrikanın açılışını yaptı

Joël MALO
Revolution Permanente

Macron bizi “savaş ekonomisi moduna” sokmak istiyor. Bergerac’ta yeni bir büyük kalibre top fabrikasının temelini atan Macron’un savaş yanlısı politikaları, halka sefalet ama silah tüccarlarına mutluluk getiriyor.

Top siparişleri artıyor, Bergerac tesisi şu anda CAESAR topu tarafından ateşlenen ve 40 km’ye kadar menzile sahip 155 mm’lik mermileri itmek için kullanılan modüler şarjları üretiyor. Eurenco’yu denetleyen top ve patlayıcı ulusal şirketi (SNPE) direktörü Thierry Francou, “Bugün 500 bin şarjör, 90 bin tam atış [şarjörler bir merminin menzilini arttırmak için birleştirilebilir] üretiyoruz” diyor. Francou, 2026 yılına kadar tesisin şarjör üretimini iki katına çıkarma sözü veriyor: “Toplamda 1.2 milyon şarjör, yani 200 bin tam mermi üreteceğiz”. Bu üretimin yüzde 80’i Ukrayna’ya gönderilecek, geri kalanı ise Fransız ordusunun stoklarına gidecek.

Macron Ukrayna’nın savunması adına silahlanma yarışını sürdürüyor ve silah endüstrisini “acil” ama her şeyden önce “sürdürülebilir” bir çaba göstermeye çağırıyor. Gerçekte ise askeri-endüstriyel kompleks için kilit mesele, her şeyden önce dünyanın en büyük ikinci silah ihracatçısı olarak kalabilmek için kendini standartlara uygun hale getirmek ve ordu stoklarını önemli ölçüde arttırmak. “Yarın savaş bitse bile yarının dünyası sona ermeyecek” diye uyarıyor Macron, “çünkü son zamanlarda Rusya’da muazzam bir yeniden silahlanma var [...] Avrupa’nın her yerinde askeri harcamalar ve siparişler artıyor”.

Bu siparişler halk için felaket habercisi ama kapitalistler için bir nimet. Rusya’nın ya da NATO’nun Ukrayna’ya hakim olması uğruna halkın katledilmesi herkesin görebileceği bir şeyken, Thierry Francou gibi CEO’lar bu durumu bir ekonomik “büyüme hızlandırıcısı” olarak görüyor. Ve evet, iş dünyasının önünde parlak bir gelecek var!

CEO’ya göre Eurenco’nun sipariş defteri 2030 yılına kadar dolu. Şirket son altı ayda 1.2 milyar avro değerinde sipariş aldı. Dolayısıyla yeni siparişler ve gelecekteki çatışmalarda kullanmak için hızlanmak gerekiyor. La Tribune’e göre 2025 yılına kadar modüler şarjör üretiminin yedi kat, küçük kalibre bartop üretiminin iki kat ve büyük kalibre top üretiminin on kat arttırılması planlanıyor. 76 milyon avrosu Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen 500 milyon avroluk bir yatırım! Emmanuel Macron, “Endüstrimiz için ne istediğimize dair harika bir metafor” diyerek de niyetini gizlemiyor.

Dolayısıyla tepeden tırnağa silahlanma konusunda hiçbir eksiklik yok. Her ülkenin kapitalistleri, aralarındaki anlaşmazlıkların eninde sonunda işçilerini kendi çıkarları için birbirlerini öldürmeye göndererek çözüleceğini biliyor. Ama aynı zamanda önlerinde birkaç engel olduğunun da farkındalar.

Birincisi, endüstriyel kapasitelerini ve stoklarını devletler arasındaki yüksek yoğunluklu savaşlara uyarlama ihtiyacı. Macron’un Dordogne’a yaptığı ziyaret sırasında altını çizdiği ve Thalès, KNDS (eski Nexter), MBDA ve Aubert et Duval CEO’ları gibi çeşitli ölüm tüccarlarıyla bir araya gelerek daha fazla, daha hızlı ve daha ölümcül üretim olanaklarını incelediği konu bu. Savunma Bakanı Sébastien Lecornu, Sezar silahlarının üretimi gibi kilit projeleri hızlandırmak için sektörden personel, makine ve stoklara “el koymakla” tehdit ettiğinde söylediği de buydu. Macron, yeni top döküm fabrikası önünde yaptığı konuşmada “Tüm dünyaya satma sürecinde olduğumuz toplar, onları son derece güçlü bir ihracat ürünü haline getiriyor” dedi.

Ancak başarılı bir savaş ekonomisi için en önemli şey işçileri ve halkı dize getirmek, üretim oranlarını arttırmak, ücretleri düşürmek ve vatanı ve kapitalistlerin servetini savunmak adına tüm hakları kısmak. Ve Macron bu meydan okumayı karşılamaktan hâlâ çok uzak. Birçok burjuva analist, emekçilerin emeklilik reformuna karşı sergilediği seferberliği, yani işçi hareketinin kitlesel grevler yoluyla müdahalesini, bir savaş ekonomisinin kurulmasının önündeki ana engel olarak doğru bir şekilde analiz ediyor.

Ancak kapitalistler, silahlanma yarışını istihdam yaratmak ve gençleri işe almak için bir fırsat olarak sunmaya da kararlı. Metal endüstrisindeki yerel işverenler, Bergerac CFA’dan (çıraklık eğitim koleji) lise öğrencilerinin, yani barut tesisinin gelecekteki işçilerinin gelip Macron’u karşılamasını organize etmişti. Macron şantiyedeki işçilere “Seferberliğiniz için hepinize teşekkür ederim” diyerek minnettarlığını sunmakta da geri kalmadı. İşçiler bugün makinelerin arkasında, yarın savaş alanında mı sürülecek?

Macron’un savaş makinesini durdurmak için belirleyici olacak olan ise işçilerin seferberliği. İşçi hareketinin örgütleri militarizmin tırmanmasına karşı net bir tavır almalı. Savaş ekonomisine ve yeniden silahlanmaya hayır sloganı etrafında birleşmeliyiz.

Çeviren: Eren Can

Tüm gaz savaşa

David MAYWALD
Junge Welt

Savaş topları için tereyağından vazgeçmek Almanya’daki koalisyon için yeterli değil. Savaş Bakanı Boris Pistorius Alman ikinci televizyonu ZDF’in “Şimdi Ne Olacak?​” programında silah miktarını sürekli artırmanın artık “yalnızca bütçe tutarlarında yeniden tahsis yoluyla” yapılamayacağını açıkladı. Borç freni uygulamasına saldıran Pistorius, “Eğer silahlanmaya daha fazla para ayrılması gerektiğinden şüpheniz varsa ek borç hakkında da konuşmamız gerekecek” dedi (…)

Sol Parti Sendika ve İşgücü Politikası Sözcüsü Susanne Ferschl çarşamba verdiği demeçte, “Bu hükümetin hangi öncelikleri belirlediğini bir kez daha açıkça gösteriyor” dedi. Ferschl, “orduya” milyarlarca dolar pompalamaya devam etmek yerine, “yoksulluğu, harap olmuş altyapıyı ve eğitim ve sağlık hizmetlerindeki eksiklikleri ortadan kaldıracak bir politika”ya ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Sol görüşlü politikacı Gesine Lötzsch, federal hükümetin halihazırda Alman Ordusuna “her zamankinden daha fazla para” harcadığını söyledi. “Bu, vatandaşların güvenliğini artırmıyor, para doğrudan silah tekeli Rheinmetall (silah şirketinin) hissedarlarının cebine akıyor.”

Düsseldorf merkezli tekelin mart ayı ortasında yayımlanan yıllık rakamlarında da görüldüğü gibi, Rheinmetall, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin savaş gidişatından en çok yararlanan taraf konumunda. Ukrayna’daki savaşın başlangıcından bu yana Rheinmetall kendisini siparişlerden zar zor kurtarabildi, üretimini önemli ölçüde genişletti ve hisse fiyatını neredeyse üç katına çıkardı. Kendi açıklamasına göre, Alman Ordusu ve “müttefiklerimiz ve dostlarımızın” silahlı kuvvetleri için “etkili bir ortak” olmak istiyor. Savaş ekonomisindeki yatırımcılar için, kötüleşen dünya durumu gerçekten de güvenli getiriler vaat ediyor. IG Metall sendikası bile yakın zamanda “kara sistemleri alanında ulusal anahtar teknolojilerin genişletilmesi” çağrısında bulundu.

Ancak bu savaş gidişatı, toplumsal demagoji olmadan da yapılamaz. Hür Demokrat Parti’den (FDP) Maliye Bakanı Christian Lindner Şubat ayında “sosyal harcamalar ve sübvansiyonlar konusunda çok yıllı bir moratoryum”dan bahsettikten sonra, yürürlüğe girmeden önce zaten bir saçmalık haline getirilmiş olan “temel çocuk güvencesi yardımına” bir kez daha saldırdı. Aile Bakanı Elisabeth Paus’un sosyal politika sisteminin “yeniden işlenmesi” gerektiğini söylerken FDP’li Maliye Bakanı, taslağın bürokrasiyi azaltmadığını veya “daha yüksek sosyal yardımlar nedeniyle insanları çalışmayıp sosyal yardımla geçinmeye yönelik teşvikleri (...)” azaltmadığını söyledi.

Savunma bütçelerini ve silah satışından elde edilen kârları artırmak Boris Pistorius için yeterli değil. Ayrıca daha fazla Alman vatandaşının silah altında olmasını, askerliğin tekrar mecburi olmasını istiyor.

Çeviren: Semra Çelik

Kan, kaos ve çöküş: Bunlar dizginlenemeyen batı kibrinin meyveleri

Owen JONES
The Guardian

Bu yüzyılın kapsayıcı bir teması var: Batı’nın, yani ABD ve Avrupalı müttefiklerinin çöküşü. Her büyük kriz bu açık eğilimi hızlandırıyor. Gazze’deki savaş bunun en son tezahürü. Batı gazeteleri artık Gazze’nin enkazında binlerce kimliği belirsiz cesetten daha fazlasının gömülü olduğunun panikle farkına varan makalelerle dolu. “İsrail’in itibarına verilen zarar” diye yazıyor Times’ta Matthew Parris, “Gazze’de yıkılan hastanelerden çok daha az belirgin ve hesaplanamaz.” Evet, ama bunun sadece İsrail’in sorunu olduğuna inanmak hata olur. Filistinli eski müzakereci Diana Buttu bana bunun bir “İsrail-Amerikan saldırısı” olduğunu söylediğinde, dünyanın büyük bir kısmının gördüğü şeyi özetlemiş oldu. İsrail’in feci bir stratejik yenilgi ve itibar felaketiyle karşı karşıya olduğu, en ateşli destekçilerinin bile kafasına dank ediyor; yakında bunun Batılı amigoları için de geçerli olduğu yaygın bir şekilde anlaşılacak.

Batı’nın düşüşü, tarihi boyutlara ulaşan bu güncel suçtan çok daha öncesine dayanmaktadır, ancak bugüne kadar bu tartışmayı tekeline alan radikal sağ oldu. Ona göre çöküşün açıklamaları çeşitli şekillerde göç, çok kültürlülük, İslam, “kadınsılık”, “toplumsal cinsiyet ideolojisi”, çekirdek ailenin parçalanması ve benzerleri. Liz Truss’un yakında çıkacak olan ve serbest piyasa yeniliklerini engelleyen sözde solcu bir kuruma karşı öfkesini dile getirdiği Batı’yı Kurtarmak için On Yıl adlı kitabı bu türün son halkası. Aslında bunun açıklaması oldukça basit. Sovyetlerin 30 yıldan uzun bir süre önce çöküşünün ardından Batılı elitler erken bir zafer sarhoşluğuna kapıldılar. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra konuşan ABD’li yeni muhafazakar Midge Decter’in kibri bunu çok iyi özetliyor. “Artık şunu söylemenin zamanı geldi: Biz kazandık. Güle güle” diye görkemli bir şekilde ifade etti.

Bu algılanan zaferden iki sonuç çıkarıldı. Birincisi, 1980’lerde egemen hale gelen zincirsiz kapitalizm modelinin, ABD’li siyaset bilimci Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabında cesurca özetlediği gibi, insan varoluşunun iyileştirilemez son aşaması olduğuydu. İki: ABD ve müttefikleri artık kontrolsüz bir güce sahipti ve dünyanın polis teşkilatı gibi davranabilirlerdi. Bu bir kibirdi ve Yunan trajedisine aşina olan herkesin bildiği gibi, kaçınılmaz olarak ardından düşmanlık geldi.

ABD’nin küresel gücü 1970’lerde, paniğe kapılmış ABD’li yetkililerin Saygon’da helikopterlere tırmanarak Vietnam’daki nihai yenilgiyi mühürlemelerinin aşağılayıcı görüntüsüyle zayıfladığında ciddi bir darbe almıştı. Ancak başlıca rakibi Sovyetler Birliği’nin çok daha kötü bir durumda olduğu ortaya çıktı ve çöküşü Batı’ya kendini yeniden diriltme şansı sundu; birinci Körfez savaşı ve eski Yugoslavya’daki silahlı müdahaleler “liberal müdahaleciliğin” haklılığı olarak sunuldu. Ardından 11 Eylül dehşeti ve sonrasında gelen askeri maceralar, insani felaketlerin yanı sıra küçük düşürücü başarısızlıklarla sonuçlandı. Afganistan’daki savaş kanlı bir bataklığa dönüştü ve Taliban uzun süren çatışmayı başlangıçta olduğundan daha baskın bir şekilde sona erdirdi. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Moussa, Irak’ın işgalinin Ortadoğu’da “cehennemin kapılarını açacağı” uyarısında bulundu ve öyle de oldu. NATO’nun Libya’daki iç savaşa müdahalesi Kaddafi’nin devrilmesiyle “zaferle” sonuçlandı. Ama ne pahasına? Libya artık savaştan harap olmuş başarısız bir devlettir.

Bu çeşitli maceralarla yıkılan sadece Batı’nın askeri yenilmezliği değildir. Uluslararası hukuka gösterilen saygısızlık, diğer devletlerin de takip edebileceklerini bildikleri bir emsal oluşturarak küresel düzensizliği teşvik etti. Brown Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, 11 Eylül sonrası savaşlar sonucunda yaklaşık 4.5 milyon insanın öldüğünü ortaya koymaktadır. Bu girişimlerin yol açtığı kitlesel ölümler ve Guantánamo ve Ebu Garib’de tipikleşen insan hakları ihlalleri, Batı’nın ahlaki üstünlük iddialarına yönelik haklı bir horgörüyü ateşledi. Vladimir Putin gibi bazıları bu saygısızlığı kendi saldırganlıkları için bir cephane olarak kullanmaya çalıştılar.

Batı, İsrail’in Gazze’deki katliamını desteklemedeki rolünün yanı sıra, Rusya’da Putin benzeri bir figürün ortaya çıkabileceği koşulları nasıl beslediğini de düşünmelidir. Putin rejimi elbette Rusya’nın Ukrayna’yı iğrenç bir şekilde işgal etmesinin sorumluluğunu taşıyor: ABD şiddet ve yıkım yapabilecek tek güçlü devlet değil. Ancak hikayenin bundan fazlası yok mu? Batılı devletlerin Rusya’ya ihraç ettiği neoliberal ekonomik model, suçun bir kısmını paylaşmıyor mu? Putinizmin soğuk savaş sonrasında Rusya’nın umutsuzluğundan faydalandığı yadsınamaz; ancak Batılı devletlerin “ekonomik şok terapisini” teşvik ettiği gerçeği de öyle. Bu durum Büyük Buhran’dan daha şiddetli bir krizi, kükreyen hiperenflasyonu, ortalama yaşam süresinde ciddi bir düşüşü ve oligarkların ülkenin servetini yağmalamasını tetikledi. Sovyet sonrası daha istikrarlı bir Rusya, Putin gibi bir otoriterin rövanşizminden kurtulabilir miydi?

Bu felaket ekonomik model sadece Rusya’yı istikrarsızlaştırmakla kalmadı, aynı zamanda Batılı liberal demokrasilere de sayısız zarar verdi. Bu tür sınır tanımayan kapitalizm, Batı’nın hiçbir zaman tam anlamıyla toparlanamadığı 2008 mali çöküşüne doğrudan zemin hazırladı. Ardından birçok ülke, sağcı otoriter bir yükseliş için ideal koşullar olan durgunluk ve gerilemeye yol açan yıkıcı bir kemer sıkma sürecine girdi. Donald Trump’ın aşırı sağcı hareketinin yükselişi şimdi ABD demokrasisinin geleceğini tehlikeye atıyor. Her yerde liberal demokrasi geri çekilmekte, yerini giderek Macaristan’da olduğu gibi, Avrupa Birliği’nin zaman zaman ellerini ovuşturduğu ama destekleyecek çok az eylemde bulunduğu otokratik rejimlere bırakmaktadır. Avrupa ülkelerinin çoğunda aşırı sağın yükselişi kıtanın geleceği için endişe verici bir alamettir.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Batılı seçkinlerin zafer sarhoşluğu yersizdi. Otuz yılı aşkın bir süredir kibirleri felaketle sonuçlandı; savaşları ve ekonomik doktrinleri kan, kaos ve çöküş getirdi. Gazze, Batı’nın meşruiyetini kaybetmesinin kanlı bir sonucudur. Dünyanın büyük bir kısmı bu elitlerin ahlaki iddialarını zaten küçümsüyordu ama bu kez geri dönüş yok. Ahlaki çöküş artık tamamlanmış durumda, zira Ortadoğu’nun büyük bir kısmı ve ötesi İsrail’in koruyucularını küçümsemekle dolup taşıyor.

Her şey farklı olabilirdi. Önceki dış fiyaskolar konusunda hesap verilebilirdi: Bunun yerine sorumlular -hükümet bakanlarından şahin gazete yorumcularına kadar- felaketten felakete yürüdüler, üzerlerine daha fazla kan sıçradı, ancak kariyerleri ve itibarları bir şekilde bozulmadan görevlerine devam ettiler. Bu arada, bu felaketlere zamanında karşı çıkanlar, anlayışlı insanların hak ettiği saygıyı görmek yerine, defalarca haklı çıkmalarına rağmen, aşırı uçlar ya da yabancı düşmanların kuklaları olarak dışlanmaya devam ediyor.

Tıpkı zenginliği küçük seçkinlerin banka hesaplarına aktarmayan bir ekonomik model inşa edebileceğimiz gibi, Batı’nın felaketle dolu dış politika geçmişinden alınan derslere kulak verilebilir ve böylece İsrail’in Gazze saldırısına verilen feci destek önlenebilirdi. Ne yazık ki böyle olmadı. Bu son kargaşa yıllarını yorucu bulmuş olabilirsiniz. Kemerlerinizi bağlayın: Batı’nın çöküşünü bekleyen birkaç perde daha var.

Çeviren: Sarya Tunç

Evrensel / 14.04.24