Sınıf siyasetini yeniden savunmak

Yusuf Hamza'nın istifası İskoç solunun sınıf siyaseti için bir fırsat mı? Fransa'da Macron işçilere bu kez hangi saldırıyı hazırlıyor? Almanya'da feminist dış politika nasıl yenildi?

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 05 Mayıs 2024
  • 09:55

Birleşik Krallık, İskoçya Başbakanı Hamza Yusuf’un istifasını tartışıyor. Seçtiğimiz makalede, aynı zamanda SNP (İskoç Ulusal Partisi) Lideri olan Yusuf’un istifasının SNP için daha genel bir krize işaret ettiğine ve İskoç solunun sınıf siyasetini yeniden savunması için bir fırsat yarattığına dikkat çekiliyor.

Fransa’da kitlesel geçen 1 Mayıs’ın ardından emekçiler, Macron Hükümetinin yeni saldırılarını göğüslemeye hazırlanıyor. İktidara geldiği günden bu yana emekçilere ve haklarına savaş açan hükümetin gündeminde ise yine bir “reform” var: İşsizlik sigortası. Bu hafta seçtiğimiz yazı, Fransa’daki işsizlik sigortası kasasına hükümetin saldırılarını gözler önüne seriyor.

Almanya’da Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller/Birlik 90 ve Hür Demokrat Parti’den oluşan koalisyon hükümeti, dış politika ve kalkınma politikasında kadın haklarını esas alan ve kadın bakış açısıyla sürdürülen ‘feminist’ bir çizgi izleyeceğini iddia etti. Onlara göre böyle bir politika savaşlara, sömürüye, eşitsizliğe karşı bir bayrak gibi dünya göklerinde dalgalanacaktı. Görünen ise savaşların şiddetlendiği, silahlanmanın arttığı, eşitsizliğin derinleştiği bir politika…

Snp krizi: Nedenleri ve sonuçları

Sophie JOHNSON
Counterfire

İskoçya’da (Başbakan) Hamza Yusuf’un istifası, İskoç Ulusal Partisi için bitmek bilmeyen krizler serisinin bir başka bölümüne işaret ediyor. Yusuf’un İskoç Yeşilleri ile SNP arasındaki güç paylaşımı anlaşmasını erken feshetmesi, İskoç parti siyasetinin geleceği konusunda bir histeri dalgası yarattı. Yeşiller, ‘ilerici ittifakın’ sona ermesini ve SNP içindeki sağcı güçlerin zaferini kınadı. SNP’nin kendisi de açık bir hizip kavgasına sürüklendi. İki güvensizlik oyuyla (Muhafazakarlar ve İskoç İşçi Partisinden birer oy) karşı karşıya kalan ve Yeşiller’in desteği olmadan ayakta kalma şansı çok az olan Yusuf istifasını verdi.

Burada, her biri İskoç siyasi yaşamındaki derin bir rahatsızlığın belirtisi olan bir dizi dinamik söz konusudur. Yeşiller, İskoç Ulusal Partisini kınama konusunda utanmazca davrandılar. Öfke patlamaları, partinin İskoç kamu hizmetlerini aşındıran, işçilerin maaş paketlerini kesen ve İskoçya’nın ulusal varlıklarını parça parça satan politika üstüne politika ve bütçe üstüne bütçe destekleme sicilini maskeliyor. Partiler arasındaki tek önemli gerilim noktası kimlik politikaları tarafından şekillendirilmiştir. Her ikisi de yıllardır işçi sınıfı İskoçlara elle tutulur bir şey sunamadı.

Bute House Anlaşması olarak bilinen SNP ve Yeşiller arasındaki koalisyon anlaşması, bağımsızlığı destekleyen bir çoğunluk önermesi üzerine tasarlandı ve bir başka önemli noktaya işaret ediyor. İskoçya’nın bağımsızlığı vaadi, toplumsal çoğunluğun maddi ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir sınıf siyasetinin yokluğunu gizleme yeteneğini kaybediyor. Bu temel çelişki SNP’deki çok daha uzun bir gerileme sürecinin köküdür.

İskoçya’nın bağımsızlık referandumunun ardından işçi sınıfı desteğinin artmasıyla İskoç siyasetinin zirvesine yerleşen SNP, uzun süredir kendisini İngiltere hükümeti ile kolay kolay çözülemeyecek bir bağa kilitleyen ateşli bir anayasacılığa bağladı. İngiliz devleti ile gerekli çatışmalara girecek bir harekete öncülük etmek istemeyen SNP’nin stratejisi, bağımsızlık için elit desteği kazanmak amacıyla Atlantikçi politikalar, giderek artan neoliberal ekonomi ve AB, NATO ve hatta İngiltere Merkez Bankasına kur yapmak olmuştur…

Ne İskoç Yeşiller ne de İskoç İşçi Partisi önemli ölçüde farklı bir şey önermemiş olsa da, İşçi Partisi SNP krizinden faydalanmaya hazırlanıyor, ancak ne kadar faydalanacağı belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte, bir İşçi Partisi Hükümeti, hükümette olduğu sürenin büyük bir kısmında, nesnel olarak daha kötü olan Muhafazakarlara karşı başarılı bir şekilde karşı koyan SNP için bir başka zorluk oluşturacaktır. Bunu akılda tutarak, önümüzdeki yıllarda radikal seçim meydan okumaları için yeniden bir alan açıldığını görebiliriz.

Gördüğümüz gibi, siyasi zemin değişmeye başlıyor. SNP İskoç siyaseti üzerindeki hakimiyetini kaybediyor ve parlamento dışı güçler İskoç hükümetine karşı yönelmeye başladı. Grev dalgası kamu sektöründeki kesintilere ışık tuttu ve son günlerde savaş karşıtı hareket haklı olarak İskoç hükümetinin İsrail’e silah satışları konusundaki muğlak tutumuna meydan okudu.

Nihayetinde, İskoç siyasetinin son on yılı ciddi bir sınıf analizinin yokluğunu göstermiştir. Sosyal muhafazakarlık tehdidi paranoyası, solun büyük bir kısmını temel karşıtlıklara odaklanmaktan uzaklaştırdı. İskoç hükümeti birkaç yıl boyunca sol ile arasındaki siyasi gerilimleri köreltmeyi ve siyaseti altta yatan sınıf çatışmalarından uzaklaştırmayı başardı. Bute House Anlaşması’nın mirası sadece bu noktanın altını çizmelidir. O halde sosyalistlerin görevi, İskoç siyasetindeki temel ayrışmanın sınıf olduğunu ortaya koymak olmalıdır. Kemer sıkma politikalarına, emperyalizme meydan okuyacak ve gelecekteki herhangi bir bağımsızlık hareketini ilerletecek mücadeleci bir solu yeniden inşa etme işi ancak bu temelde ilerleme kaydedebilir.

Çeviren: Sarya Tunç

İşsizlik kararnamesi: Macron altı yılda haklarınızı metodik olarak nasıl yağmaladı?

Guillaume BERNARD
Rapports de Force 

Fransa'da hükümet 1 Temmuz’da işsizlik sigortasına ilişkin 2018’den bu yana yedinci kez yeni bir kararname yayımlayacak. Rapports de force ve Basta, Macron’un reformlarını gerçekleştirmek için işsizlik sigortasının kontrolünü yeniden ele geçirmesini sağlayan yöntemi gün yüzüne çıkarıyor. Bu yöntem, işsizlerin haklarının yok edilmesini hızlandırıyor.

Gabriel Attal 27 Mart’ta TF1 kanalında yaptığı açıklamada “2024 yılında işsizlik sigortasında bir reform yapılacak” dedi. Şimdi ise ne zaman olacağını biliyoruz. Hükümet 1 Temmuz’da işsizlik sigortası anlaşmasını değiştiren yeni bir kararname yayımlayacak. Bu kararname, önümüzdeki 3 yıl için özellikle tazminat açısından kuralları belirleyecek.

İçeriği henüz bilinmese de Gabriel Attal şu gerçeği gizlemedi: Kararname işsizlerin yardımlara erişimini daha da zorlaştıracak. Yardım almaya hak kazanmak için gereken çalışma süresinin uzatılması, yardım süresinin kısaltılması ve hatta işe dönüş ödeneğinin düşürülmesi gibi çeşitli seçenekler masada. Her ne kadar bu karar tüm çalışanların ve France Travail’e (İş Kurumu) kayıtlı yaklaşık 6 milyon kişinin (Bunların sadece üçte biri işsizlik yardımı almakta) hayatını etkilese de, sendikalar ve işverenlerle müzakere edilmeden ve Parlamento tarafından tartışılmadan ya da incelenmeden tek taraflı olarak alınacak.

Hükümet son yedi yılda üçüncü kez işsizlik sigortasının kontrolünü ele alarak kararname ile reform gerçekleştiriyor. Şimdiye kadar bu yöntem, işveren ve sendikalar arasındaki müzakerelerin başarısız olması koşuluna bağlı olduğu için istisnai bir yöntemdi…

Macron Hükümeti Elize Sarayı’na gelir gelmez reformlara girişti. İlk olarak, 2017’den itibaren işsizlik sigortasını finanse eden çalışan katkı paylarının bir kısmını, bir vergi olan ve dolayısıyla devlet kasasına bağımlı olan CSG ile değiştirdi… Sonuç olarak, 2018’den bu yana sendikalar ile işverenler arasında kasım 2023’te varılan bir anlaşmaya rağmen, devlet -hiç hileye başvurmadan- işsizlik sigortasını sıkı bir şekilde elinde tutmayı başardı…

Yedi yıldan kısa bir süre içinde işsizlikle ilgili yedi kararnamenin ardından, 1 Temmuz kararnamesi çok fazla olabilir mi? Denis Gravouil, Les Echos tarafından yaptırılan son ankete dayanarak, “kamuoyunun görüşünün düştüğünü ve bu tür bir reform için eskisinden daha az destek olduğunu” savunuyor. Anket, reformun sadece ılımlı bir destek gördüğünü belirtiyor (lehte yüzde 52). Her şeyden önce reform, Macron partisinin sol kanadından, özellikle de reformun bütçe dışında bir gerekçesi olmadığına inanan Milletvekili Sacha Houlié’den eleştiri aldı.

…2023’ün son çeyreğinde işsiz sayısı bir önceki çeyreğe kıyasla 64 bin artarken, işsizlik oranı çalışan nüfusun yüzde 7.4’ü olarak gerçekleşmişti. France Travail, 2024 yılında işverenlerin “iş gücü ihtiyaçları” üzerine yaptığı ankette, işe alım planlarında da bir düşüş olduğunu kaydediyor (bir önceki yıl 3 milyonun üzerindeyken 2024 yılında 2.8 milyon). Ve bu “işe alım niyetlerinin” üçte biri de genellikle çok zahmetli olmasına rağmen düşük ücretli ve değerinin altında olan sektör ve mesleklerle ilgili: Yemek hizmetleri, mevsimlik tarım işçileri, temizlik ve ev hizmetleri.

Genel Emek Konfederasyonu (CGT) ise 1 Mayıs’tan itibaren reforma karşı harekete geçmek için genel olarak yaşanan bıkkınlığa güveniyor. Denis Gravouil, “Özellikle gösteri ve eğlence emekçileri federasyonu, geçici işçiler ve liman işçileri zaten ayaklanmış durumda” diye uyarıyor.

Çeviren: Eren Can

‘Feminist dış politika’nın Filistin sınavı

Lydia BOTHIPG
Journal

Gazze Savaşı’na verilen tepkiler göz önüne alındığında, federal hükümetin feminist olduğunu iddia ettiği dış ve kalkınma politikası büyük ölçüde inandırıcılığını kaybediyor. İsrail ile Hamas arasındaki savaşın arka planında ve Gazze’deki insani felaket karşısında farklı gerçeklikler ve onların söylemleri arasında gidip gelen herkes çoğunlukla suskun kalıyor. Almanya’da siyasetçiler ve medya, 7 Ekim’deki Hamas katliamının ardından İsrail’in güvenliğini ve meşru müdafaa hakkını tartışmanın merkezine yerleştirdi. Aynı zamanda, Arapça konuşulan dünyada ve ötesinde, İsrail ordusunun şu anda Gazze’de neden olduğu anlaşılmaz acılara karşı büyüyen bir öfke ve üzüntü var.

Bu iki farklı konumu birleştiren tek şey karşı tarafa yönelik empati eksikliğidir. Hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin farklı gerçeklikleri ve algılarının eş zamanlılığı tanınmalı, buna katlanmalı ve İsrail önceliği meşrulaştırılmamalıdır.  Koalisyon anlaşmasında federal hükümet tarafından iddia edilen feminist dış politika ve Federal Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Bakanlığının (BMZ) feminist stratejisi, yalnızca eylem talimatları vermekle kalmıyor, pratikte uygulanacağını iddia ediyor.

Peki bu kurallar 7 Ekim’den bu yana nerede uygulandı? Almanların Filistin topraklarındaki ve sivil toplumla olan iş birliğinin otomatik olarak terörizm şüphesi üzerine kurulduğu ve bu nedenle sıkı gözlem altına alındığı bir dönemde kesinlikle böyle bir durum söz konusu değildi. Kadınları ve çocukları desteklemenin bir öncelik olduğunu ve bu nedenle hızla gözden geçirileceğini yarım ağızla eklemek ne kadar feministti ki?

Aynı zamanda, Federal Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un, AB’de İsrail’in meşru müdafaa hakkını sorguladığından şüphelenilmesinden kaçınmak için, Gazze’de insani ateşkese karşı oy kullanması durumunda da geçerli olmadılar.

Ortadoğu çatışmasına feminist bir yaklaşım nasıl olacaktır? Federal hükümetin İsrail’le koşulsuz dayanışma yoluyla kendisini tamamen o tarafta konumlandırmak yerine adil ve etkili bir katkı sağlamak için hangi seçenekleri olacaktır?

Feminist dış politika ve kalkınma politikasının temelinde, tüm insanların doğuştan gelen haklara ve onurlara sahip olduğu temel inancıyla insan haklarına dayalı yaklaşımı yatmaktadır. Uluslararası hukuk ve insan hakları herkes için geçerli olmalıdır. Kimin sivil, kimin savaşçı olduğuna ilişkin tanımlar duygusal bakışla muğlaklaştırılmamalı ve tüm halk topluca cezalandırılmamalıdır…

…Ancak feministlerin de aralarında bulunduğu uzmanlar, uluslararası hukukun İsrail hükümeti tarafından baltalandığı konusunda uyarıda bulunurken, Alman temsilciler şu ana kadar sessiz kaldı.

Ayrıca feminist dış politikanın askeri çözümler yerine siyasi çözümleri desteklemesi gerektiği yönündeki basit ve açık prensibi de unuttular.

Alman siyasetinin davranış ve söylemleri 7 Ekim’in ardından askeri süper güç İsrail’e terör örgütü Hamas’a karşı mücadelede serbestlik verildiği izlenimini veriyor.

Feminist dış politika ve kalkınma politikası her iki tarafta da ilerici sesleri teşvik etmeli ve onlara alan yaratmalıdır. Açık olan şu ki, ne sözde sömürgecilik karşıtı direniş adına antisemitizmin, ne de İsrail’le sözde koşulsuz dayanışma adına İslamofobik ve Arap karşıtı ırkçılığın bu alanlarda yeri var. Feminist olduğu iddia edilen dış politika ve kalkınma politikası, birini diğerinden daha fazla ciddiye alma tuzağına düşmemelidir. Her ikisi de eşit şekilde tanımlanıp yasaklanmalı, diğer sesler ise ön yargı ile dışlanmamalıdır. Ancak şu anda Alman siyasi kamuoyu ve federal hükümet, Gazze’deki savaş durumunda bunu uygulama konusunda başarısız görünüyor.

Çeviren: Semra Çelik

Evrensel / 05.04.24