İngiltere’de İşçi Partisi Eski Lideri Jeremy Corbyn, The Guardian gazetesine Gazze’deki duruma karşı insani sorumlulukları hatırlattığı bir yazı yazdı. Corbyn, Batılı liderlerin “Çatışmaya duyduğu susuzluğun” halkları tehlikeye attığına dikkat çekti.
İsveç merkezli Araştırma Enstitüsü SIPRI, küresel askeri harcamaların şimdiye kadarki en yüksek seviyeye eriştiğini açıkladı. Harcamaların ezici çoğunluğu Batılı devletler tarafından yapılıyor. Almanya askeri bütçesini en fazla artıranlar arasında.
Avrupa’nın en çok ölümlü iş kazalarının yaşandığı ülkesi olan Fransa’da her gün en az 2 işçi iş yerinde, evine ekmek götürmek için çalışırken can veriyor. Humanite gazetesi ise iş cinayetlerini kayıt altına almak amacıyla İş Cinayetleri Gözlemevi kurdu.
Liderlerimiz savaşa bir şans vermeye kararlı görünüyor, çatışmaya duydukları susuzluk hepimizi tehlikeye atıyor
Jeremy CORBYN*
The Guardian
“1914’ün kahramanları uyurgezerlerdi; dikkatli ama görmeyen, rüyalarla avlanan ama dünyaya getirmek üzere oldukları dehşetin gerçekliğine karşı kör olan.”
Christopher Clark’ın Uyurgezerler’i Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin hikayesini yeniden anlatıyor. Emperyalizm ve paranoya ile büyülenmiş çok kutuplu bir dünyanın haritasını çıkaran Clark, suçu tek bir güce yüklemeyi reddediyor. Bunun yerine, siyasi liderlerin her seferinde bir yanlış adım atarak barış olasılığını nasıl daralttıklarını ve yaklaşık 20 milyon insanın ölümüne neden olan küresel bir felakete nasıl uyurgezer bir şekilde sürüklendiklerini açıklıyor.
Bugün bir kez daha siyasi liderlerimiz kriz üstüne kriz yaşayarak kendilerini savaşın tek çözüm olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Aradaki temel fark, bu kez uyurgezer bir şekilde savaşa girmiyor olmaları. Bunu gözleri tamamen açık bir şekilde yapıyorlar.
Aylardır milyonlarca kişi Gazze’de can kaybını durdurmak, süregelen şiddet döngüsünü sona erdirmek ve daha geniş çaplı bir tırmanışı önlemek için ateşkes gösterileri düzenledik. Görmezden gelindik, kötülendik ve şeytanlaştırıldık. Geçtiğimiz hafta İsrail, Ortadoğu’da hızla yayılan bir çatışmada İran’a karşı füze saldırıları düzenledi. Daha fazla küresel oyuncunun katılımı olmasa bile, İran ile topyekün bir savaşın insani, ekonomik ve çevresel sonuçları tüm dünya için felaket olacaktır.
Frene basmak için en kötü senaryoyu hayal etmemize gerek yok. İsrail hükümeti İran’ın 14 Nisan’daki saldırısına karşılık olarak seçeneklerini değerlendirirken, Gazze’deki Filistinlilerin üzerine bombalar yağmaya devam etti. Geçtiğimiz birkaç ay boyunca insanlar, aklımızdan hiç çıkmayacak düzeyde bir dehşete katlanmak zorunda bırakıldı. Bütün aileler yok edildi ve hayatta kalanlar nesiller boyu ruh sağlığı açısından hayat boyu sürecek sonuçlarla karşı karşıya kalacaklar. Mahalleler tamamen yok edildi, cesetler ve uzuvlarla doldu. Doktorlar anestezi olmadan ampütasyon yapıyor. Çocuklar hayatta kalmak için yerden sopa ve yaprak topluyor ve hayvan yemlerinden "ekmek" yapıyorlar. Filistin halkının maruz kaldığı bu soykırım en kötü senaryo değilse nedir?
Ekim ayında birçoğumuz Gazze’nin ve halkının topyekün imhasının başlangıcına tanıklık ettiğimiz konusunda uyarıda bulunmuş ve her iki taraftaki siyasi liderlerden gözlerinin önünde işlenen savaş suçlarını dile getirmelerini rica etmiştik. Bugün, bazı politikacılar insanlık dışı davranışlarının seçim sonuçlarından korkarak nihayet geri adım atmaya başladılar. Eğer biraz dürüst olsalardı, ahlaki ve siyasi korkaklıkları yüzünden öldürülen, aç bırakılan ya da enkaz altında kalan 33 bin Filistinli için ağlarlardı.
Bugün okul çocuklarına tarihin insanlığa karşı işlenmiş en kötü suçları öğretiliyor. Bu suçların nasıl meydana gelmiş olabileceği üzerine düşünmeleri isteniyor. Ve bu tür vahşetleri onaylayan ya da mümkün kılan siyasi figürlerin isimlerini öğreniyorlar. Yakın gelecekte tarih kitaplarımız, bu katliamı durdurma fırsatı varken bunun yerine savaşı alkışlamayı tercih edenleri utandıracak. İsraillilerin ve Filistinlilerin hayatlarına eşit değerde yaklaşmadıkları için ölümsüzleştirilecekler. Soykırımı önlemedeki başarısızlıklarıyla hatırlanacaklar.
Dehşetin ardından, gerilimi azaltma ve diplomasiyi aktif olarak kolaylaştırma becerisine ve isteğine sahip politikacılara ihtiyacımız var. Bunun yerine, savaşa duydukları susuzluk hepimizi tehlikeye atıyor. Hükümetimiz en başından itibaren ateşkes çağrısında bulunabilirdi. Bunun yerine, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Yemen’e karşı askeri saldırılar başlatarak ve İsrail’e silah ihracatı politikasını iki katına çıkararak, ölümden kazanç sağlayan daha geniş bir küresel silah endüstrisini körükleyerek tırmanışa giden yolu açtı. Tüm bunlar, majestelerinin resmi muhalefetinin desteğiyle, bazı insanlara masum siviller, diğerlerine ise tali hasar muamelesi yapan etik dışı ve tutarsız bir dış politikanın devamına işaret etmektedir.
İnsanlar ölmeye devam ettiği için yüz binlercemiz yürümeye devam ediyor (...) Bizlere nefret değil umut rehberlik ediyor. Gösterilerimiz her yaştan, her inançtan ve her kökenden, insanların acılarına son verme arzusunda birleşmiş insanlardan oluşuyor. Ve biz Ukrayna, Yemen, Sudan, Batı Papua, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve diğer yerlerdeki tüm savaşların sona ermesini isteyen daha geniş bir hareketin parçasıyız.
Birçoğumuz tüm hayatımızı herkes için, her yerde, çoğu zaman büyük bir muhalefetle karşı karşıya kalarak insan haklarını savunarak geçirdik. Bizi eleştirenler bunu biliyor. Asıl karşı çıktıkları şey, herkes için daha eşit, sürdürülebilir ve barışçıl bir dünya inşa etme arzumuzdur.
Gerçek güvenlik komşunuzu yok etmek değil, komşunuzla iyi geçinmektir. Masada yeterli yiyeceğe, başınızı sokacak bir çatıya ve sürdürülebilir bir gezegene sahip olmaktır. Siyasi liderler, bedelini başkalarının çocuklarının ödeyeceğini bilerek militarist jingoizmleriyle gurur duyabilirler. Ancak gerçek şu ki, savaşa duydukları susuzluk hepimizi tehlikeye atıyor. Politikacılarımız arkalarında bıraktıkları mirası önemsiyorlarsa, kendilerine şu soruyu sormak isteyebilirler: Barışa giden yolu açmakta başarısız olurlarsa, onları hatırlayan kim olacak?
Çeviren: Sarya Tunç
Askeri devletler
German Foreign Policy
Batılı devletlerin ve müttefiklerinin küresel askeri harcamalardaki payı üçte iki civarında, yani Batılı olmayan dünyanın payının iki katı kadar ve büyümeye devam ediyor. Stockholm Araştırma Enstitüsü SIPRI’nin halka sunduğu yeni bir çalışmaya göre küresel askeri harcamalar geçen yıl 2.44 trilyon ABD doları civarında rekor seviyeye yükseldi.
Her geçen gün artan küresel askeri harcamaların büyük çoğunluğu Batılı devletler tarafından gerçekleştiriliyor. Buna göre 2023 yılında askeri harcamanın yaklaşık yüzde 37’si yalnızca ABD’den geldi. SIPRI hesaplamalarına göre NATO üyelerinin toplamı 1.34 trilyon ABD dolarına ulaştı; bu, dünya çapındaki tüm askeri harcamaların yüzde 55’ine denk geliyor. Avrupa ise geçen yıl dünya çapında ulusal silahlı kuvvetlere yatırılan tüm fonların yüzde 24’ünü harcadı. Yalnızca Batı ve Orta Avrupa, orduya 407 milyar ABD doları yatırım yaptı; bu rakam, SIPRI tarafından 2023 yılı resmi silahlı kuvvetler bütçesi dışındaki fonlar da dahil olmak üzere askeri harcamalarının 296 milyar ABD doları olarak tahmin edildiği Çin Halk Cumhuriyeti’nin üçte biri kadar daha fazla. Batı ile yakın müttefik olan ülkeler de var: Dünya sıralamasında sırasıyla 50.2 ve 47.9 milyar dolar askeri harcamayla 10’uncu ve 11’inci sırada yer alan Japonya ve Güney Kore ile 32.3 milyar dolar ile Avustralya. 13’üncü.
Almanya, mevcut SIPRI sıralamasında ABD, Çin, Rusya (109 milyar ABD doları), Hindistan (83.6 milyar ABD doları), Suudi Arabistan (75.8 milyar ABD doları) ve Büyük Britanya’nın (74.9 milyar ABD doları) ardından yedinci sırada yer alıyor. SIPRI, Alman askeri harcamalarının yaklaşık 66.8 milyar ABD doları olduğunu tahmin ediyor; bu, Fransa’nınkinden (61.3 milyar ABD doları) daha fazla. Gelecekte de yükselmeye devam edecek. Federal Savunma Bakanlığından alınan bilgiye göre, bu yıl 51.9 milyar avroluk resmi askeri bütçeye, Federal Denetim Bürosunun görüşüne göre özel borç yapılarak kurulan özel fondan 19.8 milyar avro eklenecek. Almanya’nın bu yılki askeri harcamaları resmi olarak 71.7 milyar avroya ulaşıyor, ancak bu henüz gerçek askeri harcamalara karşılık gelmiyor: Berlin’in her yıl NATO’ya bildirdiği miktar, askeri bütçenin ötesindeki harcamaları da içeriyor ve bu nedenle düzenli olarak resmi askeri bütçenin üzerinde. Güncel kura göre bu yıl tek başına 76.4 milyar ABD doları olacak ve Almanya’yı mevcut dünya sıralamasında Suudi Arabistan’ın önünde beşinci sıraya yerleştirecek (...)
Batılı devletler, ekonomik etkilerinin uzun süredir azaldığı ve siyasi nüfuz kaybıyla sonuçlanmaya başladığı bir dönemde yeniden silahlanmalarını hızlandırıyorlar. 2000 yılında satın alma gücü paritesine göre hesaplanan küresel ekonomik üretimin yüzde 56.36’sını oluştururken, bu oran şu anda yüzde 40.62’ye düştü ve Uluslararası Para Fonunun (IMF) tahminlerine göre bu pay düşmeye devam edecek. Küresel Güney şu anda yüzde 59.38 seviyesinde ve yükselmeye devam ediyor (...)
Almanya’da silah endüstrisi onlarca yıldır ulusal ekonomide öne çıkan sektörlerden biri değildi. Bu artık değişmeye başlıyor. Geçen yılın mart ayında, ilk silah şirketi olan Rheinmetall, Alman silah üreticilerinin artan nüfuzunun sembolü olan lider endeks DAX’a girdi. Rheinmetall, 2023 yılında satışlarını 7.2 milyar avroya çıkarmayı başardı ve 2026 yılına kadar 13 ila 14 milyar avroluk satış elde etmeyi bekliyor. Bu, yıllık satışları 322 milyar avro olan Volkswagen gibi önde gelen şirketlerden hâlâ birkaç ışık yılı uzakta, ancak gelecekte Alman endüstrisinin en üst ligine yaklaşıyor. Alman savunma sanayisinin ekonomik ağırlığının yanı sıra siyasi ağırlığı da giderek artıyor.
Aynı zamanda askeri harcamalar Alman devlet bütçesindeki diğer kalemleri de geri çekiyor. Savunma bütçesi, toplam federal bütçenin yüzde 10.9’luk payı ile şu anda çalışma ve sosyal işler bütçesinden sonra en büyük ikinci bütçe kalemi. Ancak buna “özel fon”dan yapılacak harcamalar dahil değil. Bunları da katarsanız askerin payı zaten yüzde 15 civarında. Uzun vadede bu, sivil bütçe kalemlerinin zararına olacaktır. Sosyal kısıtlamalar hızlanırken askeri bütçe artmaya devam edecektir.
Çeviren: Semra Çelik
Katliam!
Rosa MOUSSAOUI
Humanite
10 Mart 1906’da Courrières’de, Avrupa’nın en kötü, dünyanın ise ikinci en kötü maden faciasında 1099 kişi hayatını kaybetmişti. Bu trajedinin ardından gelen güçlü toplumsal protesto hareketlerinin bir başarısı olarak pazar günleri tatil kabul edildi ve hükümet bünyesinde bir Çalışma Bakanlığı kuruldu . Ancak, bir asırdan fazla bir süre geçmesine rağmen, iş yerinde meydana gelen ölümleri kayıt altına alan bir devlet yapısı hâlâ mevcut değil. Avrupa Birliği ülkeleri arasında en kötü ülke olan Fransa’da günde en az iki işçinin ölümüne neden olan bu sessiz katliamın boyutlarını ölçmek için güvenilir bir resmi araç yok. Yaralananlardan, ömür boyu sakat kalanlardan bahsetmiyorum bile!
İşbaşında öldürülen işçiler: bu tür olaylar ne siyasetin ne de medyanın ilgisini çekiyor. Yerel basında birkaç haber, çabucak unutulan sendika basın açıklamaları, çoğu zaman örtbas edilen ya da cüzi cezalar veya para cezalarıyla kapatılan yasal kovuşturmalar... İş cinayetleri haber seviyesine indirgenmiş durumda. Sistemik bir sorunu yansıtmalarına rağmen önemsizleştiriliyor, bireyselleştiriliyor ve görünmez hale getiriliyorlar. Sonra da patronlar "Sıfır risk diye bir şey yoktur" diyor. Bu ölümler çoğunlukla ihmalden, güvenlik kurallarına uyulmamasından, aşırı çalışma saatlerinden, baskıdan, eğitim eksikliğinden, kârlılık yarışından ve basamaklı taşeronlaşmadan kaynaklanırken, patronların bu tür ölüm konuşmaları tiksindirici bir hal alıyor.
Oysa ki en savunmasız, en korunmasız olanlar, en güvencesiz çalışanlar, kendilerini riske atan çalışma koşullarına en az itiraz edebilenler. Onları korumak, hayatlarını kurtarmak için yasalar değişmeli. İş güvenliğini ekstra bir süs, sıkıştırılacak bir maliyet olarak gören işverenlere karşı caydırıcı yaptırımlar getirilmeli ve iş güvenliğinin bir sosyal zorunluluk, bir yatırım olarak görülmesi sağlanmalı. l’Humanité tarafından başlatılan ve iş cinayetlerini kayıt altına alacak bir gözlemevi kurmayı amaçlayan girişimin amacı da budur; bu ölümlere bir isim, bir tarih, bir yüz vermek ve en savunmasız işçilere karşı işlenen bu ölümcül adaletsizliğe bir son verilmesini talep etmek.
Çeviren: Eren Can
Gazete Duvar / 28.04.24