Avrupa’da çiftçiler ayakta / 2

Avrupa’da çiftçilerin öfkesi ortak, sistem çözüm bulmaktan aciz

AB Komisyonu protestolar karşısında geri adım attı. Bu ise çevrenin, doğanın ve insanlığın zararına atılan bir adım oldu. Oysa silahlanma ve militarizme dev bütçeler ayıran AB şefleri, bu harcamaların bir kısmı ile çiftçilerin taleplerini karşılayabilir ve doğaya zarar veren, biyoçeşitliliği tehdit eden uygulamaların devamını engelleyebilirdi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 14 Mart 2024
  • 19:00

Avrupa’da giderek derinleşen ekonomik kriz, yükselen enflasyon, alım gücünün düşmesi çiftçilerin yaşamını etkilemekle kalmıyor, artık bir kısmını asgari ücretin altında bir gelirle yaşamak zorunda bırakabiliyor. Çiftçiler, üretim maliyetlerindeki artış, çevre düzenlemeleri ve haksız rekabet arasında ezildiklerini ifade ediyorlar.

Avrupa Birliği’nin ve yerel hükümetlerin ekonomik zorluklara etkin çözümler getirememesi çiftçilerin öfkesini sokağa taşıyor, onları Avrupa genelinde ortak bir eksende buluşturuyor.

Ukrayna’da süren savaşın ortaya çıkardığı yüksek enerji, yakıt ve gübre fiyatları, artan nakliye maliyetleri, zaten zor durumda olan çiftçilerin durumunu daha da ağırlaştırdı. Buna sübvansiyonlar, vergi indirimlerinin kaldırılması vb. de eklenince çiftçiler varoluşsal bir sorunla karşı karşıya kalıyorlar.

AB'nin Ukrayna’dan gelen tarım ürünlerine gümrüksüz izin vermesi önce komşu ülkelerin rekabet gücünü zayıflattı, ardından diğer üye ülkelerdeki çiftçileri de zor durumda bıraktı.

Sorunlar sadece Ukrayna ile kalmıyor.  Avrupa Birliği, tarımsal ve hayvansal ürünlerin daha ucuza ithal edilmesi için Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay tarafından oluşturulan Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR), Fas ve Yeni Zelanda ile anlaşma imzalarken, Şili, Kenya, Meksika, Hindistan, Avustralya gibi ülkelerle de müzakereler sürdürüyor. AB’nin bu tutumu Avrupalı çiftçilerin tepkilerine yol açan diğer etkenler.

Avrupalı çiftçiler, AB'nin kendilerine çevresel ve sosyal standartlarda, biyoçeşitliliği destekleyen, hayvan refahını göz önünde bulunduran yüksek kalitede sürdürülebilir şekilde üretim yapmasını dayatırken; bunların hiçbirini karşılamayan, çok daha ucuz işgücüyle ve AB’de yasaklanan kimyasallarla üretilen tarım ürünlerinin, hayvan refahına uymadan üretilen hayvansal ürünlerin hiçbir engelle karşılaşmadan ithal edilmesine öfke duyuyorlar.

Bunlara, sistemden kaynaklanan ya da körüklenen başka sorunlar da ekleniyor. İklim değişikliğinin etkilerini ilk hisseden çiftçiler oluyor. Çiftçilerin yaşadıkları kuraklık, su kıtlığı, toprak erozyonu, sel felaketleri, aşırı hava olayları hasatı yok ediyor, hayvanlar telef oluyor, maliyetler artıyor. Güney Avrupa ülkeleri bu sorunlarla boğuşuyor.

 Avrupa’da onlarca yıldır özellikle büyük tarım tekellerinin çıkarlarını gözeten, iklime zarar veren, çevreyi tahrip eden ve endüstriyel tarımı teşvik eden bir politika izleniyordu. Gezegeni tehdit eden küresel iklim ve çevre krizinin yarattığı sonuçlar, alttan gelen toplumsal basınç Avrupa Birliği’ni çevreye verilen zararların önlenmesi ve çevrenin korunması adına reformlar yapmaya, sürdürülebilir bir üretim modeli yaratma konusunda yeni kararlar almaya zorladı.

AB’nin yürürlüğe soktuğu Yeni Yeşil Anlaşma ile pestisit ve herbisit gibi tarım ilaçlarının yasaklaması, biyoçeşitliliği güçlendirmek için çiftçilerin ekilebilir alanların yüzde 4’ünü doğaya ayırması, gübre kullanımının yüzde 20 azaltılması gibi alanlarda adımlar atılması öngörülüyordu. Hedef 2050 yılına kadar iklim açısından nötr hale gelmekti.

Yeşil Anlaşma’nın yaratacağı maliyetten sıyrılmaya çalışan AB, faturayı zor çalışma koşulları altında tarım yapan çiftçilerin sırtına yıkmaya çalışıyor. Çiftçilerin üzerinde daha ekolojik yetiştirme yöntemleri ve türlere uygun hayvancılık yapılması yönünde büyük bir toplumsal baskı oluştu. Düne kadar daha fazla üretim yapması beklenen çiftçilere bugün karbon emisyonu nedeniyle çiftliklerin kapatılması, büyük baş hayvanların oranının yarıya indirmesi dayatılıyor. Dün vaat edilen sübvansiyonlar ve vergi indirimleri bugün kaldırılmak isteniyor. Bu dönüşüm çiftçiler için hayatta kalıp kalamamayı içinde barındırıyor. Çiftçiler çevre reformlarının kendilerine fatura edildiğini belirtiyor ve buna karşı tepkilerini dile getirmek için sokağa çıkıyorlar. 

Madalyonun diğer yüzü: Çevre

Haftalardır süren protestolar nedeniyle AB komisyonu çiftçilerin taleplerini gündeme almak zorunda kaldı. Komisyon Başkanı von der Leyen, 2030 yılına kadar yasal olarak bağlayıcı biçimde tarım ilacı (pestisit) kullanımını azaltma planının geri çekildiğini bildirdi. Bu karar, pestisitlerin insana, doğaya, yaşama zarar veren bir zehir olduğu bilinmesine rağmen alındı.

Çiftçiler protestolarıyla şimdilik ilk başarılarını elde ettiler. Ancak çevre ve doğa örgütleri daha fazlasının gelmesinden korkuyor. Birçok AB ülkesinde çiftçilerin protestoları giderek adeta çevrenin korunmasına yönelik bir saldırıya dönüşüyor. Almanya ve Fransa'daki çiftçi örgütleri, yeni doğa ve hayvan koruma düzenlemelerinin terk edilmesi çağrısında bulunuyor. Tarım burjuvazisi, örneğin yeraltı suyunu kirleten aşırı gübrelemeye karşı mevcut kurallara saldırıyor.

Oysa tüm bunlara şiddetle ihtiyaç var. Tarımın çevre üzerindeki olumsuz etkileri, giderek daha fazla bitki ve hayvan türünün yok olmasında katkısı ciddi boyutlara çıktı. Özellikle çiftçilerin ve üreticilerin çok daha fazla verim almak adına toprağa ve çevreye zarar veren aşırı gübreleme ve pestisit gibi tarım ilaçlarının kullanılması buna sebep oluyor.

Bu kimyasal zehrin yoğun kullanımı su ve toprak kirliliğine neden olacağı gibi, kimyasalların toprakta erimesini sağlamak için daha fazla suya gereksinim duyulmaktadır. Çok fazla kimyasal kullanımı biyoçeşitliliğe de zarar veriyor.

AB Komisyonu protestolar karşısında geri adım attı. Bu ise çevrenin, doğanın ve insanlığın zararına atılan bir adım oldu. Oysa silahlanma ve militarizme dev bütçeler ayıran AB şefleri, bu harcamaların bir kısmı ile çiftçilerin taleplerini karşılayabilir ve doğaya zarar veren, biyoçeşitliliği tehdit eden uygulamaların devamını engelleyebilirdi.