Türkiye’de işçi sınıfının mücadele tarihi, bugün içinde bulunulan durumu anlamak bakımından önem taşıyor. Zonguldak maden işçilerinin 4-8 Ocak 1991’de gerçekleştirdiği büyük yürüyüş kazanım ve eksiklikleriyle işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli kesittir. Sermayeye ve temsilcilerine korku salan ancak uğradığı sendikal ihanetle Mengen barikatlarında bitirilen yürüyüşün 32. yıl dönümündeyiz.
Büyük Madenci Yürüyüşü’nün gerçekleştiği dönem dünyadaki gelişmeler de önemli bir dönemeci işaretliyordu. Sovyetler’in yıkılışıyla birlikte enerji tedarikinde yeni arayışların olduğu ve tüm bunlarla bağlantılı olarak ABD emperyalizminin bölgesel savaş ve saldırganlığını artırdığı bir dönemdir. Türkiye’de ise işçi sınıfının yükselen mücadelesine ezen 1980 askeri faşist darbenin etkilerinin sürdüğü, sendikaların kapatıldığı, grevlerin yasaklandığı, öncü işçilerin tutuklandığı, uluslararası kapitalizmin neoliberal iktisadi-sosyal saldırı politikalarının topluma dayatılmaya başlandığı bir dönemdir.
Ağır iktisadi saldırılar ve baskılarla hareketsiz bırakılan işçi sınıfında ilk kıpırdanışlar 1984’te görülmeye, 1986 Netaş Grevi ve 1989 Bahar Eylemleri ile yükselmeye başladı. Kamu kesiminde çalışan işçilerin 1989 yılı mart, nisan ve mayıs aylarında başlattıkları eylemler 1990’ların hak mücadelelerinin yükselişinde önemli bir rol oynadı. Toplumsal muhalefetin kendine güvenini yeniden kazanmasını sağladı. Büyük Madenci Yürüyüşü, ekonomik olduğu kadar siyasi etkileri de olan bu mücadelelerin tepe noktası oldu.
“Ankara’dır yolumuz…”
Zonguldak’taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Maden Tetkik ve Arama (MTA) işyerlerinde örgütlü olan Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) ile sermayedarlar arasında 48 bin işçi için sürdürülen TİS görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine 30 Kasım 1990’da greve çıkıldı. ANAP hükümetinin kamuya ait işletmeleri özelleştirme politikası ve düşük ücret dayatması toplu sözleşme uyuşmazlığının boyutlarını genişletti. Uzun süren grevin ardından Türk-İş, merkezi bir kararla, 3 Ocak’ta yurt çapında üretimden gelen gücünü kullanarak işe gitmeme kararı aldı. Bir günlük olarak planlanan bu eylemin etkisi çok daha büyük oldu. 3 Ocak eylemine çevre illerden gelen madenciler ve aileleri de katıldı, eylem belediye hizmetleri, sağlık, eğitim, ulaşım alanları ile enerji, bankacılık ve haberleşme alanlarında da etkili oldu.
3 Ocak eyleminin ardından hükümet üzerindeki baskıyı artırmak için Ankara’ya gitme kararı alındı. Ancak otobüslerin kente girişi engellendi. Madencilerin kararlılığının peşinde sürüklenen GMİS Genel Başkanı Şemsi Denizer “Yürümeye var mısınız?” diye işçilere seslendi. Kadınların yürüyüşe katılması sendika yönetimi tarafından engellenmek istenmesine rağmen kadınlar çocukları ile madencilerin yanında oldu ve on binlerce kişi “Ölüm olsa sonumuz, Ankara’dır yolumuz!” sloganları ile yürüyüş hazırlıklarına başladı.
Şemsi Denizer’in hükümet ile yaptığı görüşmeler 3 Ocak’ı 4 Ocak’a bağlayan gece boyunca sürdü. Ankara’da yürüyüşün durdurulması için olağanüstü toplantılar yapılırken Zonguldak’ta demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, sanatçılarla birlikte dev bir kitle toplandı. Yürüyüş başladı ve işçiler Devrek ile Dorukhan Tüneli’nde önlerine konulan barikatları aşa aşa Mengen’e kadar ulaştı.
Mengen barikatlarında iki sınıf!
Gözaltı ve jandarma saldırısına rağmen işçiler Mengen barikatlarında bekleyişini sürdürürken sendika ile başbakan arasındaki görüşmeler de devam etti. İşçilerden ve sendika yönetiminden bile gizlenen görüşmelerin ardından sendika bürokratları yürüyüşün geleceğine dair kısa bir toplantı yaptı. Denizer, işçilerin karşısına bu kez de “Yürüyüş eylemi bitmiştir. Sizler Zonguldak’a dönüyorsunuz” diye çıktı. Karşı koyan öncü işçiler provokatör ilan edilirken, istemeyerek de olsa otobüslere binerek geri döndüler. Bu geri dönüş, Türkiye işçi sınıfının ‘86’dan o güne yükselen mücadelesini önemli ölçüde zayıflatmış, 12 Eylül’ün baştan beri hedeflediği siyasal ve ekonomik programın önünün tamamen açılmasını sağlayarak işçi sınıfını bir saldırı tufanıyla baş başa bırakmıştır. Bu politikalar işçi sınıfının mücadelesini uzunca bir süre durağanlığa itmiştir. Mengen barikatlarında karşı karşıya kalan iki sınıftan sermaye devleti sendikal bürokrasiden de aldığı güçle moral üstünlükle çıkmıştır.
Yürüyüşün ihanetle bitirilmesinin ardından sendika ve hükümet arasındaki görüşmeler bir süre sürüncemede bırakıldı ve sonuç alınamadı. 16 Ocak gecesi ABD emperyalizminin Irak’a savaş açması bahane edilerek grevler yasaklandı. GMİS ile hükümet arasındaki toplu sözleşme ise ancak 6 Şubat’ta imzalanabildi. Ücretler hükümetin grev öncesi teklifinin bile çok çok altında kaldı. Yüzbinlerce işçi işten atıldı, kapsamlı hak gasplarının yolu açıldı, sendikal bürokrasi sendikalar içindeki egemenliğini pekiştirdi. Ancak maddi kayıpların da ötesinde bugün işçi sınıfının üzerinde katmerli sömürü düzeninin taşları döşenmiş oldu.
Öncesinde biriktirdiği sınıf mücadelesi deneyimlerini akılda tutmak kaydıyla, TİS görüşmelerindeki ücret anlaşmazlığı ile başlayan madencilerin mücadelesi; dünya işçilerinin sınıfsal ve enternasyonal desteği, sendikal ihanetini vardığı boyutları ve kadınların üstlendiği öncü rol ile “Zonguldak-Botan el ele!” sloganıyla önemli politik mesajlar içermesi ve vardığı aşamada işçi düşmanı ANAP hükümetinin sonunu getirmesi bakımından da önemli dersler ve sonuçlar yarattı.
Üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen işçi sınıfı, bugün bile Büyük Maden Yürüyüşü’ne bakarak gücünü, sınıf dayanışmasının büyüklüğünü dostunu ve düşmanını rahatlıkla görebilir.