İstanbul’da Komünist ve İşçi Hareketi

Her nerede işçi hareketi görülse, işçiler düşmanlarını anlayıp mücadeleye kalkışsa, orada proletaryayı baştan çıkarmak, avutmak için yalancı, hain sosyalist partiler kurulur. Bunlar evrimci, reformcu demokrat sosyalist olarak meydana çıkar, sermayedarlık esaretinin devamına sebep ve vesile olurlar.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 14 Eylül 2020
  • 07:42

(TKP Kuruluş Kongresi- 15 Eylül 1920)

Yoldaşlar!

Proletarya, öteden beri dünya kapitalistlerinin esiri olan Türkiye’nin, I. Dünya Savaşında sermayedarlığın, yeni ve büyük bir soygununa hedef oldu. Savaşla birlikte, içeride başlayan ve yeni bir sermayedarlığın kurulmasına neden olan ve hayat pahalılığını ortaya çıkaran akım, savaştan sonra da devam etti. Ateşkes senelerinde bunu İngiliz, Fransız, Amerika vb. kapitalistler devam ettirdiler. Bir taraftan takım takım batı kapitalist temsilcileri İstanbul’a geldi; diğer taraftan İstanbul’da öteden beri Avrupa kapitalistlerinin merhametsiz ajanları olan Rum, Ermeni, Yahudi, Levanten ve Türk burjuvazisi fakir sınıfı soymaya başladı: Hayat çekilmez hale geldi.

Savaş içinde servet biriktiren, sermayedar mevkiine geçen Türk burjuvazisinin çoğu ellerindeki paraları akılsızca harcamaya başladılar. Şoven olan batı kapitalistleri Türk sermayedarlarına, sofularına iş vermiyor; onların siyasetlerini kabul etmiyorlardı.

Savaş zenginleri, öteden beri aşın asalak bir lüks hayatı süren ayrıcalıklı sınıf, lükse ait eşyalar almak ve sefahat yapmakla büyük bir israf yapıyorlardı. Bunun için memlekete binlerce balya çikolata, içki, ıtriyat, ipekliler, tuhafiye eşyası, çorap vb. geliyordu. Bu şekilde proletaryanın alınteri ile kazanılmış toplumsal servet, eğlence düşkünü burjuvaların zevk, eğlence boş hevesleri için Avrupa kapitalistlerinin eline akıyor: Buna karşın, batıya yapılan ihracat onda biri bile tutmuyor ve bu şekilde Türkiye halkının öz sermayesi Avrupa sermayedarlarının eline gidiyordu. Oysa, İstanbul’da iş yapan erli ve Avrupa burjuvaları, işçinin ücretini pek yükseltmeye sebep olduklarını ve işçiye refah verdiklerini söylüyorlardı. Savaştan önce günlük yirmi kuruş alan işçinin günlüğü ortalama yüz kuruşa çıkmıştır. Bu yükseliş ile işçi aldatılmak, avutulmak istendi. Fakat gerçekte bu yükseliş değil, burjuvalar yararına bir indirim idi. Burjuvalar bu ikiyüzlü (siyaseti?) ortaya koyarak proleterlerin emeğinden daha çok çalıyorlardı. Çünkü yerli ve yabancı sermayedarların yaptıkları tekel ve vurgunculuk, hayatı geçmiş geçim koşullarına göre, yüzde bin beşyüzden ikibine kadar pahalılaştırmıştı. Avrupa sermayedarlarının Türkiye’de soygun vekili Düyun-u Umumiye’nin yaptığı istatistik, genel pahalılığın yüzde bin beşyüzelli, bin yediyüz olduğunu gösterdi.

İstanbul’un proleter ve yarı proleter sınıfları, kapitalizmin ve kapitalistlerin çıkarına hizmet eden hükümetin açık soygunculuğunu tabiatıyla gördü ve anladı. Vaktiyle İstanbul’da proletarya ve yarı proletaryanın hayat ve geçimi hiç olmazsa asgari bir derecede temin ediliyor; olanaklar elverdiğince giyecek bir şey buluyor ve ailesine ekmek bulabiliyordu. Ve o vakit sınıf çelişkisini duyamıyor, ezen ve ezilen sınıflar hakkında kafa yormaya gerek duymuyordu. Fakat savaş ve ateşkes günlerinin müthiş baskı ve iktisadi esareti (günübirlik geçim sağlamak) yaşayanlara sınıf bilincini, sınıf benliğini, sınıf çelişki ve düşmanlığını hissettirdi. İstanbul’un bütün proleterleri anladılar ki, iki zıt, iki düşman sınıf daima mevcuttur.

Biri eziyor, çalıştırıyor: Diğeri eziliyor hem çalışıyor; biri bütün ömrünü çalışmak ve üretim ile geçiriyor ve işinden mahrum kaldığı, ihtiyarladığı ve sakatlandığı ve hayatına son verildiği zaman ailesine sefalet ve açtıktan başka bir şey veremiyor; diğeri bütün ömrünü çalıştırmak, ezmek ve çalışanların emek ürününü asalak olarak yemek ve yutmak ile rahat ve mutlu yaşıyor ve öldüğü zaman ailesine ve çocuklarına sefahat içinde yaşayabilecek ve birçok proleterleri sömürü zincirine alabilecek bir sermaye bırakabiliyor.

İstanbul proletaryası çok eskiden beri devam eden iktisadi sömürüyü, sınıf çelişkilerini, sanatın düşmanlarını, aç ve çıplak kaldığını ve soğuktan donduğu ve ailesinin açlıktan verem olduğu tahammül edilemez günde pek derinden öğrendi. Ağızlarda dolaşan “vatan” ve “vatanseverlik” kavramlarının çaresiz halkı soymak ve çalıştırmak için vesile oluşturduğunu, “vatan” ve “milliyet” diye bağıranların proletaryayı ezenler olduğunu anladı. Proletaryanın artık sermayedarlığa karşı seferberliğini ilan ederek mücadele, savaş safına geçmesi lazımdı. İstanbul işçileri bu gerçeklerin, öncüleri sosyalistler tarafından tekrar edildiğini duydukları zaman sosyal sınıflardaki yerlerini hemen belirlediler. Ve mücadele kararını verdiler. Örgütler oluşturmaya başladılar: Bunun üzerine, bir taraftan sosyalist fikirler proletarya arasında şiddetle faaliyete egemen oluyor, diğer taraftan, “sendikalar, işçi dernekleri ve birlikleri” oluşuyordu.

*

Daha sonra Nejat Yoldaş, İstanbul için yeni bir siyasi yüz olan bu örgütler hakkında açıklamaya geçiyor:

Sosyalist fikirler proleter sınıf arasında ortaya çıkınca, İstanbul’da muhtelif partiler ortaya çıktı.

1-Türkiye Sosyalist Partisi, 2-Sosyal Demokrat Partisi, 3-Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi...

Her nerede işçi hareketi görülse, işçiler düşmanlarını anlayıp mücadeleye kalkışsa, orada proletaryayı baştan çıkarmak, avutmak için yalancı, hain sosyalist partiler kurulur. Bunlar evrimci, reformcu demokrat sosyalist olarak meydana çıkar, sermayedarlık esaretinin devamına sebep ve vesile olurlar. İstanbul’da kurulup illerde şubeler açmaya çalışan Türkiye Sosyalist Partisi ile Sosyal Demokrat Partisi tamamen bu şekilde sosyalistlerdir. Bunlardan birincisi, yani Türkiye Sosyalist Partisi, İngiltere kapitalistlerinin entrikasıyla hareket etmiştir. Bu parti son zamanda İngiltere savunuculuğu ve övgüleri ile şöhret bulan Hürriyet ve İtilaf Partisi ismindeki burjuva partisiyle ortak mesai yaptığını gazetelerde ilan etmekle niteliğini ortaya koymuştur. Sosyal Demokrat Partisi de Avrupa’daki sosyal demokrat partilerinden daha çok sağ ve bilinçsizdir. Galata’da toplanan bu Sosyal Demokratlar Ferit Paşa hükümetinin topladığı Saltanat Şurası’nda açıkça dediler ki: “Biz Sosyal Demokratlar, Amerika’da kendi kaderini tayin hakkını çıkaran insaniyetperver Wilson'u takdir ederiz ve onun prensiplerini kabul ve bu prensipler dahilinde hareket edilmesini talep ederiz.”

Bu itiraf bir cinnet idi. Bu açıklamada aziz yoldaşlar, başkentte kurulan bu iki partinin tamamen yalancı, aldatan oportünist sosyalistler olduğu meydana çıkar. Bunların zararı en çok proletaryaya dokunduğundan, bunlar bizim en büyük düşmanımız olmalıdır. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi’ne gelince... Onlar tamamen Marksistlerdir, amaç ve hedeflerine tamamen sadıktırlar. Yoldaşım Hakkı’nın açıkladığı gibi, bunlar Avrupa’dan, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İsviçre’den gelen kol ve fikir işçilerinin, İstanbul’un eli nasırlı ve mahrum ezilenlerinin birleşmesinden oluşmuştur. Parti İstanbul’a merkezini nakil eder etmez, toplumsal devrimin meydana gelmesi için ilk önce: Proletaryanın kesin sınıf bilincini ve toplumsal devrimin' hedefleri hakkında geniş bilgi edinmesi ve organize olması gerektiğine kesinlikle inandığından, ilk iş olarak İstanbul işçisini işçi birlikleri etrafında toplamaya mesai sarfetti.

Nejat Yoldaş İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi'nin İstanbul’daki faaliyetini anlattıktan sonra, İstanbul'da yüksek Marksist fikirlerini yaygınlaştırmak üzere, “Kurtuluş” isminde bir gazete yayınladığını söyledi ve ilave etti.

Baskı ve kağıt fiyatlarının pek yüksek olduğu bir zamanda, hiçbir taraftan maddi yardım görmeyen Kurtuluş, kazançlarını sağlamaya yeterli olmayan idealist kol ve fikir işçilerin fedakarlığı ile yayınlanıyor ve halka ücretsiz dağıtılıyordu.

Parti keza Almanya’da çalışan genç arkadaşlarından birini işçi bölgesi olan Eskişehir’e yolladı. Orada birçok baskılar ve zorluklara uğratılan bu genç arkadaşımız, genç bir sosyalist öğretmen arkadaşıyla “İşçi” ismindeki gündelik sosyalist gazetesini yayınladı. Gündelik bir sosyalist gazetenin Anadolu’da yayınlanması dikkate değer bir olay idi. Çünkü: İşçi Anadolu’da birinci defa olarak açıktan açığa sosyalist fikirleri yayınlıyordu.

Bu sosyalist partilerden başka, İstanbul’da bir de bizi buraya gönderen gizli Komünist grubu mevcuttur. Maalesef komünist grubu İstanbul’daki padişah ve İngiliz hükümetinin zulümleri nedeniyle açıktan faaliyet yürütemiyor. Şurasını haber vereyim ki, İstanbul Komünist grubu üzerine düşen görevin önemini takdir ederek her yere girmiş, değişik işçi kitlelerine nüfuz etmiş ve onları kendi lehine kazanmaya çalışmıştır. Grubun faaliyet derecesi memleket serbest bir devreye girdiği zaman görülecektir. Bu şekilde grubun devrimci Rusya ile ilişkiyi kabul ettiğini ve Odesa Üçüncü Enternasyonal Bürosu yönlendirmesiyle Moskova Üçüncü Enternasyonalin İkinci Kongre’sine davet edildiğimizi söyleyebiliriz.

Yoldaş bundan sonra, Türkiye’nin ve İstanbul'un işçi dernek ve birlikleri hakkında uzun uzadıya bilgi verdi; ve çeşitli dernek ve birliklerin bünye ve niteliğini, işçi ve öğretmenler grevini anlattı ve sonra:

İstanbul işçi birlikleri ve sendikaları Milletvekili Meclisi seçimi nedeniyle geçen Aralık’ta bir toplantı kararlaştırdılar. Bu toplantıya üç binden fazla işçi delege ve temsilcileri katıldı. Toplantıda seçim nedeniyle işçinin hakkı, savunulması ve korunması gerektiği iddia edilerek, bu nedenle proletaryanın seçim-seçilme hakkını gaspeden iki dereceli seçim hükümet nezdinde protesto edildi. Devam eden işçi (ve) seçim ve toplantılarını idare edenler İşçi ve Çift çi Sosyalist Partisi mensupları idi. O zamanın hükümeti bu işçi hareketinden kuşkulanarak toplantıları yasakladı. Ve idare edenleri genel polis teşkilatı vasıtasıyla Divan ı Harb’e verdi.

Toplantıların yasaklanması nedeniyle, her ne kadar işçi istediği kadar etkili damadıysa da, İstanbul’un proletaryası Meclis'e işçi savunucusu milletvekillerinin girmesi gerektiğine ikna oldu ve bu hareket, her ne kadar sağlam bir sosyalist değil ise de, bir demirci ustasının Meclis’e girmesine vesile oldu. (Alkışlar)

Türkiye’de, bazı memleketlerde olduğu gibi, fikir işçileriyle kol işçileri arasında muhalefet yoktur. Fikir işçileri kol işçilerine katılıyor ve onların haklarını bir ağızdan kabul ediyorlar. Bu sebeple, İstanbul toplumsal devrimi daha güçlü ve ittifaklı bir sima gösterecektir. İstanbul öğretmenlerinin yaptığı bilinçli grev -ki on yedi gün devam etmiştir- çeşitli işçi teşkilatları tarafından tam bir samimiyetle tebrik edilmiştir. Sonradan Paris’te sol sosyalistlerle bütün dünya aydınlarından oluşan “Kılaret (Clarte)-Aydınlık” adında bir grup kurulmuştur. Bu grupta Anatole France gibi toplumsal devrimin savunucusu Fransız şairlerinden tutunuz da (Tagore) gibi ezilen doğunun kurtuluşunu dile getiren Hint şairlerine kadar bütün milletlerin edebiyatçıları, yazarları, hatipleri, öğretmenleri var.

İstanbul’daki fikir işçisi yoldaşlarımızdan bazı ressamlar, yazarlar, öğretmenler, gazeteciler bu Aydınlık grubu ile ilişkiye girişerek, grubun İstanbul’da bir şube açılmasını sağlıyorlar. Görülüyor ki, İstanbul’daki fikir işçileri hem bütün dünya fikir işçilerini proletarya bayrağı altına çağıran grupla temas ediyor, hem de kol işçileriyle, sosyalistlerle yanyana çalışıyorlar.

Ethem Nejat Yoldaş bundan sonra nutkunun nihayetine geliyor:

Yoldaşlar! İstanbul’da Avrupa sermayedarlarının iktisadi ve askeri esareti altında inleyen ezilen halk, toplumsal devrimi bütün heyecanı ve bütün sabırsızlığı ile bekliyor, kurtuluş ve mutluluk güneşinin kendi sınırlarında bir an evvel doğmasını bekliyor! Bizi İstanbul buraya, bu emelleri size bildirmeye ve aynı amaç için birlikte çalışmak gerektiğini iletmeye ve Üçüncü Enternasyonal ile ilişkiyi güçlendirmeye gönderdi. Buradaki yoldaşlarımızın İstanbul’un devrimci kalbini kabul edeceklerine şüphe yoktur.

Yaşasın Türkiye’nin Toplumsal Devrimi!

Yaşasın Üçüncü Enternasyonal!

(Alkışlar)